28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? dim. Dolayısıyla içerdeki özgürlük hakkında deneyimden kaynaklanan bir fikrim yok. Elbette "içeri" dediğimiz yerdeki özgürlük hakkında düşünmek için deneyim sahibi olmak şart değil. Ama Halâs’ta bu türden bir özgürlük fikrinden çok, kitabın genelinde olduğu gibi, kendi olmak meselesini işlemeye gayret ettim. Kitabın bütününe yayıldığını söyleyebileceğim anafikri, "bir gün herkes kendisi olsun" anafikrini de, Edip Cansever’in Bezik Oynayan Kadınlar adlı şiir kitabındaki bir dizesinden ödünç aldım. Ama sorunuzun beni ilgilendiren önemli bir yanı var. Özgürlük kendi olmak meselesinin yanı başındadır, çünkü kendi olmak özgürleşmektir. Dolayısıyla kişi kendi olmak istiyorsa özgürleşmek zorundadır, içerde veya dışarıda olması durumu değiştirmez. Kitabın ismi eksik kalmış sanki, ne dersiniz? Bu bir değil iki kitap! Yoksa o, içeride mi ‘saklı’? Neden ayrı ayrı değil de birleştirme gereği duydunuz? Evvelotel iki değil, bir kitap, tek bir kitap. Çünkü Saklı’yı kapsıyor, Saklı, ilk yayımlandığında bağımsız bir kitap iken, bu yazma macerası içinde Evvelotel’in bir parçası oldu. Dolayısıyla iki kitabı birleştirmek gereği duymak ya da duymamak söz konusu olmadı, çünkü yapısal olarak böyle gelişti. Saklı’nın içerdiği temalar ve karakterler üstüne inşa ettiğim için, Saklı’yı da Evvelotel’e dahil etmek zorundaydım, bunu yapmasaydım Evvelotel olmazdı. değişime uğramış bir kavramdır delilik. Bir zamanlar tiyatro oyunlarında veya edebiyat metinlerinde genellikle gülmece unsuru olarak kullanılıyordu deli figürü. Bir tür kerterizdi, akıllı ile deli arasındaki fark. Hemen aklıma gelen Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden adlı oyunundaki ana karakter. O delidir örneğin; oyun, içinde yaşadığımız kaosu ancak bir delinin yoluna koyabileceğini anlatmayı amaçlayarak yürürlükteki aklı eleştirir. Aynı zamanda sıradışı bir cesareti de vurgular delilik, bazı büyük atılımları yapabilmek için ancak deli olmak gerektiğini. Ama günümüze gelindiğinde bu kavramın içeriği kuvvetli bir şekilde değişti. Günümüzde delilik gerek bilimsel gerek edebi açıdan örneğin yirmi yıl öncesine göre çok farklı algılanıyor. Bugün kime deli diyoruz? Eskisi kadar çok ve rahatlıkla deli diyebiliyor muyuz? Deliye eskisi gibi gülebiliyor muyuz? Bence gülemiyo eniştesi öne çıkar, kendi olmak meselesini ortaya koyan Amerika’dan gelen ağabeydir, öz anne hemen hemen hiç yoktur, ama sizin de sezdiğiniz gibi, anne arketipinin içini kuvvetle dolduran ve anneoğul cinsel aşkını anıştıran bir Madamanlatıcı ilişkisi vardır. Halas’ta ön planda olan annedir, ama anlatıcının ağabeyini ve hayatlarını olmakla olmamak arasında bırakan babasını unutmayalım. Dolayısıyla annebabakardeşten oluşan bir bütün, yani aile söz konusu. Ancak, tam da burada okumak üstüne konuşmalı bence. Yazar kendince belli bir denge kurduğunu düşünse de okumak farklı bir eylem ve okur bu dengeyi kendine göre bozabiliyor. SÖZCÜKLERİN ÇAĞRIŞIM GÜCÜ ‘İhtilaller Neye Benzer’ adlı öykünüzde şairimiz ihtilali biraz kendine benzetir, yarım, kırık ve olmayışı daha iyi bir imge! Peki yazarımızda durum nasıl? noktasıdır ama tabiatı gereği yatışır. İçerdiği tüm olumsuz, bozucu, yıkıcı anlamların yanı sıra, kolektif bir coşku halini de beraberinde taşır, cazip olması da bundandır. Söz konusu öyküde anlatıcı kendini tanımlarken başarısız bir ihtilal benzetmesi yapar. Yarımdır: Tamamlanamamıştır; kırıktır: Anlatıcının vardığı nokta hüzünlü ve acıklıdır; olmayışı daha iyidir: Anlatıcı kendini insanların arasından çekmiş, yükseklerde bir yere yerleştirmiştir. Dolayısıyla ihtilal, yarattığı imge dünyası itibarıyla o öyküdeki anlatıcının ruh haline uygun bir sözcüktür. Bana gelince, ben ait olduğum kuşak nedeniyle devrim sözcüğüne yakın, 12 Eylül’ü ve ağır sonuçlarını görmüş biri olarak ihtilal sözcüğüne uzak biriyim. Son soru; tüm bu konuştuklarımızdan öte, ‘çocukluğumuz nerededir’ sevgili Ayfer Tunç? Saklı’nın son paragrafından söz ediyorsunuz. İlginçtir, çocukluk çağlarıma YETMİŞLİ YILLAR... ‘Saklı’ öykünüzle 1989’da Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü aldınız. O zamanda yazdığınız bu öykü eğer bugün yazılsa aynen kaleme alınabilir miydi yoksa farklı şekillere bürünür müydü? Evvelotel’in kendisi farklı bir şekle bürünmesi gerektiğinin bir kanıtı bence. Aynen kaleme alınabileceğini iddia etmek eşyanın tabiatına da, diyalektiğe de aykırı olurdu. Saklı yirmili yaşlarımın ürünüdür, o zamanlar ben ne idiysem onun bir yansımasıdır, aradan yirmi yıl geçti, Evvelotel’e geldim, değişmediğimi iddia edebilir miyim? Değiştim. Dolayısıyla yirmili yaşlarımda yazdığım hiçbir şey tekerrür edemez artık. ‘Saklı’da biraz ‘Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’ hali mevcut, ne dersiniz? Bilmiyorum, belki de bu nedenle on iki yıl sonra Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’i yazmışımdır. Yeri gelmişken, tıpkı az önce andığım kitabınız formatında, günümüz yaşantılarının yer alacağı bir kitap çalışmasına girmek ister misiniz? Hayır. Bir Maniniz Yoksa’nın benim açımdan önemli bir özelliği vardı. Yetmişli yılları anlatıyordum, yani ilkokula başladığım yıl ile liseyi bitirdiğim, aşağı yukarı reşit olduğum yıl arasını. Hayat tecrübesi dediğimiz birikimin henüz oluşmadığı; zihnimin, hafızamın, bilincimin her türlü etkiye eşit ölçüde açık olduğu; hayatı, çevremi, insanları öğrendiğim, çocukluk ve ilkgençlik çağımda fotoğraf çeker gibi zihnimde yerini alan şeyleri. Reşit olduğumuz günden itibaren, yasaların bize bir anda sorumluluk yüklemesi gibi, biz de irademizi elimize alıyoruz. Hayatta seçici algı başlıyor, davranışlarımızı hayat tecrübesi dediğimiz birikimlerimiz yönetir hale geliyor, meraklarımızın yoğunlaştığı alanları keşfediyoruz, diğerlerine ilgimizi kaybediyoruz. Bir yol seçiyoruz kendimize hayatta. Diğer yollarla ilgilenecek vaktimiz de olmuyor. Dolayısıyla bu türden objektif ve öğrenme açlığı içindeki gözlemler ancak sözünü ettiğim döneme ait olabilir bence. Saklı’dan ayrılamıyorum bir türlü, son sorum olsun buna ilişkin, sakın ola bu hikâyedeki deliler başkaları olmasın, süslü yengeyi deli zannederlerken… Deliliğin sözlük anlamı akli dengenin kaybedilmesidir. Ama yıllar içinde SAYFA 6 “içinde bir çocuk yaşadığını iddia eden ve bunu keşfetmek için çırpınan kişilerden değilim, içimizde bir çocuk olduğunu da hiç düşünmüyorum. "İçimizdeki çocuk" klişesinin irademize engel olan, arızalarımızı mazur göstermekte kullandığımız bir bahane olduğunu düşünüyorum. Büyümeyi sevdim ben. Yaşlanmayı da sevdim. Çocukluk çağlarıma dönmek istemem. ” ruz, çünkü hepimiz kısa süre için de olsa akli dengemizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğiyle yüzleştik. Genel bir kavram olarak delililiğin eskisi kadar yürürlükte olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla bugünkü anlayışla bakıldığında, asıl deli o değil, şu demek bence mümkün değil. ESKİ BİR ARKETİP Bu kitabınıza ilişkin yapılan bir söyleşide aile imgesi ortaya çıkarılsa da, ben daha çok özele indirgeyerek, ‘anne’ imgesinin temel çıkış noktalarından birisi olduğunu düşünüyorum, katılır mısınız? Anne bir arketip olarak hemen tüm yazdıklarımda, dokunmak istemesem bile kendini ortaya koyan bir meseledir. Ama baba da bir o kadar etkilidir. TaşKâğıtMakas ve Aziz Bey Hadisesi’ni bir kenara bırakalım, Evvelotel’e bakalım diyorsanız, Evvelotel adlı öyküde, anne yol arkadaşı, baba ise asıl çatışılan karakterdir. Kibir bir tür HabilKabil öyküsü, kardeş anne kadar zengin ve eski bir arketiptir. Acılezzet’te anlatıcının ablası ve Sözcüklerin çağrışım gücü, metinlerimi yazarken kullandığım en kuvvetli araçlar oldu hep. Hiçbir sözcük anlam olarak da ses olarak da çıplak ve değişmez değildir benim için, metne girerken bir çağrışım zincirini harekete geçirir, ilişkili olduğu anlamları da metne taşır. Belki de hikâye anlatan tüm sanatların içinde yazının en büyük farklılığı bu. O öyküde ihtilal sözcüğünün yarattığı çağrışım zenginliğinden yararlanmak istedim. İhtilal biliyorsunuz Arapçada bozma anlamına gelen bir kökten türeyen bir sözcüktür. Genel anlamı olumsuzdur, tamlamalara girdiğinde olumsuzluğu arttırır, örneğin ihtilali dimağ akıl bozukluğu yani delilik demek. Ama aynı zamanda büyük ve şaşırtıcı bir yenilik anlamına da gelir. İhtilali günlük hayatta kullandığımızda siyasi içeriğinden çok, duygu yükünden yararlanırız. Nedir bu yararlandığımız duygu yükü? Olağan olanın dışına kuvvetle ve bir anda bir çıkıştır. Duygusal bir yükseliştir, kuvvetli bir değişiklik yaratmaktır ve olduğu sırada sonuçlarıyla pek fazla ilgilenmeyiz. İhtilal bir pik daha yakın bir yaşta yazdığım öykünün son paragrafında bir çocukluk özlemini dile getirmişim, bugün bakıyorum da, çocukluk bana öyle pek de özlenecek bir şey gibi gelmiyor. Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’i yazdım, böylece bir katarsis yaşadım ve bu özlemden mi kurtuldum, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, içinde bir çocuk yaşadığını iddia eden ve bunu keşfetmek için çırpınan kişilerden değilim, içimizde bir çocuk olduğunu da hiç düşünmüyorum. "İçimizdeki çocuk" klişesinin irademize engel olan, arızalarımızı mazur göstermekte kullandığımız bir bahane olduğunu düşünüyorum. Büyümeyi sevdim ben. Yaşlanmayı da sevdim. Çocukluk çağlarıma dönmek istemem. Belki de büyüdüğüm zamanki oyuncağım, yazmak, (ki çocukken de en sevdiğim şeydi yazmak) bana daha büyük bir doyum sağladığı içindir. ? [email protected] Evvelotel/ Ayfer Tunç/ Can Yayınları/224s. KİTAP SAYI 844 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle