Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ŞAİRİN GÜCÜ: NEREYE KADAR? Ü lke çapında, geniş okur nüfusu üzerinden bir soruşturma yapılacak olsa, Türk şiirinin beş ‘önemli’ şairi bana kalırsa şöyle sıralanacaktır: Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Necip Fazıl, Attilâ İlhan. Onları hangi isimler izlerdi? Gene bana kaEnis BATUR lırsa: Ahmet Hâşim, Dağlarca, Cemal Süreya, Tevfik Fikret, Mehmet Akif. Günümüzün şairleri sorulacak olsa: İsmet Özel, Murathan Mungan, Yılmaz Erdoğan, Hilmi Yavuz, küçük İskender’in isimleri öne çıkardı. Çok küçük bir yanılma payım sözkonusu olacaktır, inancındayım. (Bu on beş ismi Tarancı, Cansever, Behramoğlu zorlayabilir). Dünya şiiri ölçeğinde baktığımda, benim gözümde, Türk şiirinin özgün isimleri şunlardır: Dağlarca, Asâf Hâlet Çelebi, Oktay Rifat, Turgut Uyar, Behçet Necatigil, Ece Ayhan ve Sezai Karakoç. Bir tek Dağlarca’nın dar bir çevrede bir ölçüde tanındığı söylenebilir, ülke dışında tanınan Nâlerinde, önemleri görülecektir. Şüphesiz iyi çevrilmeleri zım Hikmet dışında şairimiz yoktur. Demek ki ülke bogerekir: Çok sayıda kötü çevirinin yayımlanabildiğini yutunda yaygınlık kazanan şairlerimiz, biri dışında, dünunutmamalıyız. yada bilinmiyorlar. Özgün şairlerimizin çoğu kendi ülkeÇeviri etkinlikleri, dünyanın hiçbir ülkesinde bir hak lerinde yaygın tanınırlık katına erişememişler, dışarıda hiyerarşisine koşut biçimde gerçekleşmiyor öte yandan. da bilinmiyorlar. Durum bu. Şairlerimizin bir yabancı dile barem esâsıyla çevrilmeSorulduğunda büyükleniyoruz oysa, Türk şiirinin öneyeceğini anlamalıyız. küçük İskender’in kitabı Dıraminden en ufak bir şüphemiz yok. Hep onu söyledim: nas’tan önce yayımlanabilir, bu biraz da çevirmenin, yaBunu bizim dışımızda birilerinin daha doğrulaması gereyıncının gönülbağı duymasına, kişisel tercihlerine bağlıkir. Komplo teorilerine, düşmanlıklara sığınamayız. dır. Bizim gözümüzde Orhan Veli’nin apayrı bir değeri Türkçe dışında neden var olma zemini bulamıyor şairlevardır, karşı tarafı hiç ilgilendirmez bu. rimiz, üzerinde nesnel bakış açısıyla düşünmeliyiz. Öte yandan, dünya ölçeğinde tanınmak hem yazınsal Bir kere, egemen diller var: İngilizce, Fransızca, Aldeğerlilik açısından kesin bir ölçü olmamıştır hem de manca, İspanyolca, Rusça, İtalyanca, Japonca, Arapadil bir sonuç olarak görülemez. ça. Bunlar, karşılıklı çeviri etkinliklerinin çok daha yoğun Ama, Türkiye ölçeğinde tanınmak, etkili olmak için de yaşandığı diller. Türkçe, o diller arasında yeralmıyor. aynı yargıyı benimsemeliyiz: En ünlü şairlerimiz ille de Gene de, dilsel hegemonyalara karşın dünya ölçeğinen güçlü şairlerimiz değildir. de tanınmayı başarmış farklı dillerden şairlerle karşılaşıYAHYA KEMAL’Lİ SORU(N) yoruz: Çek Vladimir Holan, İsveçli Gunnar Ekelöf, Portekizli Nuno Judice, Leh Zbignew Harbert gibi (ÖrnekleYahya Kemal’in şiirini, nesrini dikkatle katedecek ri çoğaltmak güç değil). Çevrilmeyi hak ettiği halde çevokur, orada inancı tam bir Müslümanla karşılaşır: Tarilememiş, yabana atılamayacak sayıda şair olduğu tarrih’e, şimdiki zamana, geleceğe İslâm’ın değerlerine tışılmaz, gelgelelim yukarıda andığım şairlesarsılmaz biçimde rin özgünlükleri de tartışılmaz. Çağdaş Yubağlı kalarak bakYahya Kemal nan şiirinin ideolojik gerekçelerle kayırıldığını mıştır yapıtında. İkinileri sürenler az değil Türkiye’de: Sikelianos, cil boyutlarından biri Seferis, Ritsos, Elytis, Kavafis gibi şairlerin sayılamaz bu inanış, gücü yadsınabilir mi? Yahya Kemal edebiSorun, işte tam da bu noktada ortaya çıkıyatının; etkisi göz yor: Yahya Kemal’in, Orhan Veli’nin, Necip önüne alındığında Fazıl’ın, Attilâ İlhan’ın, ya da Cemal Süreönemi daha da pekiya’nın eşit oranda, hattâ çok daha güçlü şaşecektir. irler olduğunu savlayabiliyoruz. Bizim için Gelgelelim, Seröyle de, dünya için öyle mi? met Sami Uysal’la Ben bu beş şairin, sözgelimi, Türk şiirinin Sohbetler’inde, şairin kendi gelişim çizgisi açısından belirgin alabildiğine farklı bir önemleri olduğunu düşünüyorum ama, dünyaklaşım getirdiği ya şiiri ölçeğinde özgün bir çizgi geliştirmiş gözlenir. 18 Eylül olduklarını sanmıyorum. Yahya Kemal ve 1956 günü, ölümünNecip Fazıl, XX. yüzyılda XIX. yüzyılın poetik den yaklaşık bir buparametreleriyle şiir yazmış şairler bir kere. çuk yıl önce, Park Bundan da önemlisi, Fransız şiirinin BaudeOtel’deki odada, sölaire’den kaynaklanan bir atılımının etki alaze "Ben Türk ve nında kalmış olmaları hele Yahya Bey’in Müslüman olarak üzerinde Moréas ve Hérédia gibi nevyunanî doğdum" diye girer: minörlerin etkisi göz önünde tutulursa, ulus"Türk ve Müslüman lararası ölçekte ciddi bir önem taşıması bekmezarlığına gömülelenmemeli. Öteki üç şairin de, Fransız şiirinin ceğim. Ölüm benim merkezi etkisi altında olduğu apaçık ortada: milletimin hayalinde Charles Cros, Cendrars, Max Jacob, Apollitesbit ettiği gibidir. naire, Aragon gibi şairlerin dil, üslup ve edâsı Mâdası benim şahsi her birinde mühür etkisi gösteriyor. fikrimdir". Benim gibi, Türk şiirinden çok (ki ben buArdından, "şahsi rada kadar derdim) yabancı şiirden, özellikle de Fransız fikri"ni açar: Ruh’a, Cennet ve Cehennem’e inanmaşiirinden etkilendiği söylenegelen birinden bu yargıların maktadır ("hayat bitince her şey biter"), "katiyen inangelmesi şaşırtıcı görünebilir. Öteden beri, şairin etkilenmadığı" Öteki Dünya tasavvuru hakkında "O tahayyül mesinden doğal bir durum olmadığını vurguladım, bana milletimin görüşüdür. Ben bu cins şiirlerimde kendi düdoğru görünmeyen, şairin başka şairlerin gölgesi konuşünüşümü değil dâima milletimin düşünüş tarzını aksetmuna düşmesidir (Herkesi ‘şube’ olmakla suçlayan Attitirmişimdir" yorumunu getirir: "Kâinatı yaratan bir Allâ İlhan’ın şiiri bütünüyle CendrarsAragon ikilisi tarafınlah’ın olduğuna inanıyorum" sözlerini, Hıristiyanlığın ve dan damgalanmıştı). Onun için de ne Fransa’da, ne İslâm’ın Yahudilikten ilham aldığı yolundaki görüşleriyle başka bir ülkede ilgi çekebilir). Bana öyle geliyor ki, en tamamlar. doğrusu bir şairin kendisinden önce yazılmış Şiir’den Görüldüğü gibi, Yahya Kemal’in inanışı, "dini bütün etkilenmesidir birilerinden değil. Nitekim, özgün şairleMüslüman"ın kabul etmesi söz konusu edilemeyecek rimiz olarak saydığım isimlerin durumu budur. bir bakış açısına dayanıyor. Sermet Sami Uysal, bu ifaPeki, neden öyleyse, Turgut Uyar ya da Necatigil, delerin o dönemde çalkantılara yol açtığına dikkat çedünya ölçeğinde tanınamamışlardır? ker: "Yahya Kemal’i olduğu gibi değil de, olması gerekÇünkü, henüz, yeterince çevrilmemişlerdir. Çevrildiktiği gibi kabul eden bir kısım tanıdıkları, şairin yukarıdaki Pervasız Pertavsız Şair dünya ölçeğinde fikirlerinden haberdar olmadıklarını ve buna pek şaştıklarını söylediler." 3 Eylül 1959’da, Hisar’ın evinde, Prof. Vehbi Eralp "Yahya Kemal’in Cennet’e, Cehennem’e ve ruha inanmadığını kati bir dille" söyleyerek noktayı koyar. Burada benim tasam, Yahya Kemal’in inancını sorgulamak değil elbette. Asıl üzerinde durmak istediğim, bir şairin şiirini kendi inanışına bağlı kalmaksızın, "millet’inin görüşü"nü esas alarak kurmuş olmasıdır. Yalnızca şiirinin temelini biçimlendirirken olsa bir dereceye kadar anlayabilir, anlamlandırabilirdim seçimini, uygarlık ölçütleri çerçevesinde de, nesir yazılarında aynı tutumu sergilemiştir. Bir edebiyat adamının yapıtını kişisel değer sistemine uygun biçimde değil de, ulusunun temel değer sistemine uygun olarak kurması, o yapıta ne kazandırır, ne kaybettirir? Üzerinde düşünülmeyi gerektiren konu. Sonuçta, Yahya Kemal’in şiiri ve düşüncesi geniş çapta ülkesinin insanlarının sözcüsü olma konumunu kazanmıştı. Buna bir utku gözüyle bakılabilir. Aradaki kayma, Yahya Kemal’in şiirinin ve düşüncesinin sahiciliği, içtenliği bağlamında soru işaretleri doğurabilir tek bir ölçü bağlayıcı görünüyor bana: Şairin şiiri, yazısı bu nedenle bir boyut yitirmiş midir? Les Fleurs du Mal’i, İlluminations’u, Chants de Maldoror’u okuduğumuzda Fransa’nın sözcülüğünden eser bulamayız o yapıtlarda: Baudelaire’i, Rimbaud’yu, Lautréamont’u büyük, evrensel şairler kılan, onların toplumsal uzlaşmazlıklarıdır biraz da. ŞAİRİN ÖLÜMÜ DİRİMİ Attilâ İlhan’ın ölümü Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Sanırım, Yahya Kemal’in ve Necip Fazıl’ın geniş kitleleri sokağa döken cenaze törenlerinden bu yana, ilk kez bir şairin ölümü bunca insanı harekete geçiriyor. Şaşırtıcı yanı yok bu ilginin, benim gözümde: Şiiri, romanı, yazıları, televizyon dizi ve programlarıyla, Attilâ İlhan ortalama Türk insanının hem duyarlığının hem de düşünce çizgisinin sözcüsü, tercümanı, önderiydi: Şiirleri ezberlenmiş, romanları ve dizileri sürüklemiş, yazıları kılavuzluk etmişti. Ortalama derken, kesinkes küçümseme ya da hafifseme çabası içinde değilim: Pek çok yazarın, aydının hedefiydi bu, en başarılı sonucu Attilâ İlhan sağlamışsa, bunu onun yeteneklerine, bakış açısına, stratejisine bağlamak durumundayız. Her ülkenin edebiyatında, her dönemin parlak bir popüler figürü olur, geniş izler kitleyi arkasından sürükler: Ben, yazı yaşamıma başlayalı beri, demek ki otuz beş yıldır, bu insan Attilâ İlhan’dı. Böyle durumlarda, figür Yapıt’ın haydi haydi üstüne çıkar; dahası, genellikle, onunla orantısız biçimde büyüdüğü, önem kazandığı görülür. Bu da olağan bir gelişme sayılmalı: Geniş izler kitle, hiçbir ülkede, dilde, bir yazın yapıtının gerçek önemini kavrayacak merci olarak görülmez. Yaygınlık ve kalıcılığın buluştuğu örneklere rastlanır ara sıra, Camus örneğinde olduğu gibi, ama sık sık yaşanmaz o çakışma: Genelde, güçlü yapıtları önce dar bir izler çevre fark eder. Öte yandan, tanınmış olmak her vakit benimsenme anlamına gelmez: "Gide’in ölümü Fransa’da oldukça iyi karşılandı" sözü (Paulhan) belki biraz abartılı görünebilir, oysa o ünlü yazar gerçekten de ününü yarattığı rahatsızlıklara da borçluydu, unutmamak gerekir. Türkiye’nin hiç değilse şunu anlamaya başlaması bana önemli görünüyor: Vü’sat O. Bener’in, Bilge Karasu’nun, Turgut Uyar’ın, Salâh Birsel’in ölümlerinin geniş kitleleri ilgilendirmemiş olması, onların yapıtlarının kalıcılığının ve gücünün belirleyici karşılığı değildir. Kendi payıma, bu yapıtların ve benzerlerinin, en az Attilâ İlhan’ınkiler kadar etkili olacağını düşünüyorum yarın. Attilâ İlhan, gününe karşılık getirebilmiş bir şair ve yazardı. Bugün gücünü bu özelliğinden devşiren yapıtının, gelecekteki handikapı aynı özelliği olabilir. Tanpınar, tam tersine, yaşadığı yıllarda derinliği seçilememiş, fark edilememiş bir yazardı, ölümünden hayli sonra etki alanı genişledi. Ününü rahatsızlık yaratmasına, yapıtının tepki doğurucu boyutlarına borçlu olan Gide, yaşadığı zaman diliminin ortalaması yok olunca, gerçek yazınsal değeriyle yeni okurların karşısına geçeceğini biliyordu: "Yeniden okunmak için yazıyorum ben", boşuna dememişti. İşte tılsımlı ölçü: Kimlerin yapıtları yeniden okunacak, ileride? Bir yapıta dönülmesini sağlayan gizilgüç, çoğu kez, kendi gününü hiçe sayan bir bakış açısı taşımasında biçimlenir. Yazarken göze almayı gerektirir. Yaşarken. ? Haftanın kitabı: Nesi va r nesi yoksa Mehmet Taner CUMHURİYET KİTAP SAYI 844 SAYFA 14