Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? dek gidecek. Kafandaki kabataslak tasarladığın metni hep göz önünde tutmaya çalış. (O seni yönetir nasıl olsa.)" Böylece gerçekle kurgu arasında didişerek ve kafasında tasarladığı metni, kurguyu önüne sererek öyküye girecek bir yer arar hep. Onun için uzun bir öyküyü orasından burasından yazarak dört bölümde tamamlar: "Her sonun bir öncesi vardır. Bu öykününki, yürütülemez hale gelmiş bir beraberlikten arta kalan sıkıntının getirdiği gerilimin iyice yükseldiği" anla geliştirir yazdıklarını. Kıyı kasabasında bir yazar kadının güçlü gözlemlerinin esintilerini, izlerini bu öykülerde görmemek için kör olmak gerekir. Doktor, öğretmen, mimar, kasaba halkı, yoksul kesim ve o doyumsuz insan ilişkileri, sevgi ve doğa. Nezihe Meriç’in öykülerinde hırs, öfke, kin, kan... yoktur. Tükenmeyen insanın dünyasına yumuşak, çok içten ve samimi yaklaşıyor iyi tanıdığı kahramanlarla. İç içe geçiyor öyküler, uzağa gitmeden birbirinin içinden soluk alıp veriyor, yeşeriyor. "Bu Bir Uzun Hikâyedir Orasından Burasından Yazılmıştır"ın 2. sinde yer alan doktor, 3’te de girer öyküye; şöyle: "Bu öyküdeki kıyı kentin Doktor beyi, akşam, gün batımı renkleriyle gamlanırken, tepede, denize karşı dikilip, peş peşe üç sigara içerek, uzun uzun çevresini seyretti; yıllardır, hep bu vakitler yaptığı gibi." İşte bu öykünün yazıldığı akşamüzeri Nezihe Meriç’in kendisi de katılır öyküye rim, bir de bahçem, bir bahçem, bir çiçeklerim. Bir çiçeklerim, bir de..." Yazmak ise yıllardır istediği gibi okuyamadıklarını okumaktır bir bakıma, öğrenmek ise onu onaracaktır. Yazarak kendini yeniden yaratmayı umar bu yazar adayı hanım. Kendini tanımaya çalışarak başkalarına da ışık tutacağını düşünür. Ve tatil yöreleri hakkında da şu çarpıcı saptamaları yapıyor bu anı defterlerine yazmadan duramayan hanım: "Tatil yörelerinde, insanı neredeyse canından bezdiren, o yoğun yaz sıcağının ardından gelen, sonbaharın habercisi günler ne güzeldir. Akşamın, güneşi önce soldurup, sonra çevresine yaydığı koyu sarılar, kırmızılar, hatta morlarla gölgelemeye çalışması, esintinin, çıksam mı, çıkmasam mı dercesine, hafif mi, hafif kendini belli etmesi ne hoştur; yaşadığı anın tadını çıkarmasını bilenler için." İÇ İÇE BİR ANLATIM... Kitaba adını veren 11 öyküden oluşan Çisenti, hem bağımsız hem de iç içe geçmiş bir anlatımla örülmüş. Kıyı kasabasının havasını, yaşam biçimini, insan karakterini yansıtıyor konuşur gibi bir anlatımla, duyarlı ve dopdolu. Vakit akşam ise "Anneannenin akşamı"dır "perde perde inmekte"dir "menevişlenerek." Ama, yazılanlardan her şeyin güllük gülistanlık olduğunu çıkarmamak gerekir: Öykülerin arka fonuna ülkedeki sıkıntı ve baskıcı siyasal ortam da kendini belli belirsiz duyumsatır. Oktay Rifat’ın bir şiirinden birkaç dize, Mümtaz Soysal’ın "Kahrolmak" başlıklı yazısından uzunca bir alıntı ve işçilerin, memurların yürüyüşleri de öyküde dönemi anlatmakta ustaca kullanılır. "Kahrolmak" metni de, kahrolduğunu düşünen bir öykü kahramanına güç vermek, böyle bir durumu pekiştirmek için kullanılır. 1940’lardan Nezihe Meriç’e de bir esinti yollamayı unutmuyor yazarımız Nezihe Meriç. "Düşünüyorum da, masal gibiydi benim çocukluğum. Önce büyük bir gökyüzü vardı. Bulutlarıyla, yıldızlarıyla, derin, göz alan bir gökyüzü. O benim kabuğumdu sanki. Hep vardı. Ben onun içinde yaşıyordum." Nezihe Meriç’in hiç kopmadan yaşadığı ve değişimine, bozulmasına da yakından tanık olduğu İstanbul da girer öykülerine, canlı, etli kanlı, anılarıyla dopdolu bir insan gibi. "Hele yazmak! İstanbul’u, yazmak istediklerinin tümünden sıyrılıp, onun delisi, onun divanesi olursan (belki) yazabilirsin." "Yeni kentin içinde eski kenti bulmaya çalışmak, bir kentin yüzyıllarca süren yaşam serüvenini düşünmek, insanı şaşırtan bir duygulanma getirir. Eski mahalleler, eski sokaklar, eski evler, duvarlar, bahçeler, kapılar, mermer, taş, tahta merdivenler, çeşmeler..." Bir yaşamöyküsü kurarken imgelemde ne var ne yoksa ortaya dökülmez mi sağlam bir anlatı kurmak, yazmak için? İşte Nezihe Meriç de onu yapıyor: "Kalabalık bir ev, tencereler, irili ufaklı tencereler, kuşhaneler, tavalar, tepsiler, etlisi ayrı, sütlüsü ayrı yemekler yemekler, börekler, çörekler, kızlar gelinler, eltiler, halalar, dayı kızları, irili ufaklı yeğenler, ziyafetler, düğünler, kına geceleri, gelin hamamları ve (fasıl) evi bir havai fişek gümbürtüsüyle sevinçlere, çığlıklı kahkahalara boğan bir doğum." Yani koskoca bir hayat, yaz beni diye dolaşıyordur ortalıkta! Son öyküde daha karamsar ve karanlık bir tablo çıkıyor karşımıza daha ilk cümlelerde: "Kent yorgun. Bezgin, yıkkın. Deniz yağ yeşili. Dağlar karanlık, sokak lambaları benek benek, ölü sarı lekeler. Birbirine karışan allı yeşilli tabelalar, bulantı gibi..." "yılan ıslığı gibi" dolaşan bir bezginlik vardır kentin omuzlarında. Lafı uzatmaya ne gerek var, (öykücülüğümüzün yüz akı) Nezihe Meriç okumak bir ayrıcalıktır. Tadına doyamadığımız bir dil ustalığı ve Türkçe, günümüzü, gecemizi aydınlatmaya, kurtarmaya yetmese de bir aşı gibi insanı dinçleştiriyor. Onun yeni öyküleriyle kentin bezgin, bıkkın, karamsar ortamından uzaklaşmanın tadına varmayı kim küçümseyebilir ki? ? Çisenti/ Nezihe Meriç/ öykü/ YKY/ Aralık 2005/114 s. 844 SAYFA 17 bu doktor bey sayesinde: "Biz, tıbbiyedeyken, öyle ya, ben, ya bir, ya ikideydim, 5657 falan, Nezihe Meriç diye bir kız vardı. Öykücü. Hepimiz sıkı okuyuculardık o zaman." İşte bu doktor, Nezihe Meriç’in Topal Koşma ve Susuz başlıklı öykülerini anımsıyor geçmişini düşününce. Bir kez daha vurgulanmış oluyor böylece onun öykülerinde geçmişle bugünün sıkı işbirliği, iç içeliği. Doktor, "İki duble rakı, balık, ille peynirli sigara böreği, ya da mücver"le tamamlar yıllardır günü. Yalnızlık, aşk ve kitap kıyı kentin birbirinden kopmaz sac ayağıdır. Anıların ağırlığı da çöküverir insanın üzerine. Nezihe Meriç, öyküsündeki öğretmen kız için de şunları yazıyor sözünü bağlarken: "Bu öğretmen kız, bakmayı, görmeyi, düşünmeyi, okuyup öğrendiklerini, yüreğinden geçirip, sözünü bir yere koymayı biliyor." Dedikten sonra şu yargıya da varıyor rahatça: "Bir gün yazar olabilir." Şu öykü başlığı hem yazar hem de yazılanlar hakkında bir fikir vermiyor mu? "Dünyaya Gelmek İsteyip İstemediğimi Soran Olmadı./ Nasıl Yaşamak İstediğime Gelince... Yaşamöykümden,/Bir Küçük Bölüm Yazabilirim, Örnek Olarak" Yazar, bir kıyı kentinde, orada, öncelikle deniz olduğu için, "temelli" yaşamaya karar verir. Çünkü deniz, onun sesi, suskunluğu ve başkaldırışıdır. Yazar olmaya karar vermiş bir hanımla özdeşleştirir kendi biyografisini. Ve şöyle düşünür bu hanım: "Artık çok mutluyum. Bir ben, bir de evim. Bir evim, bir kitaplarım, bir kitaplarım, bir de öğrendiklerim, bir öğrendikleCUMHURİYET KİTAP SAYI