28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nezihe Meriç'ten 'Çisenti' öyküleri Yaşamın içine girmek için... Öykücülüğümüzün yüz akı Nezihe Meriç'i okumak bir ayrıcalık. Tadına doyamadığımız bir dil ustalığı ve Türkçe, günümüzü, gecemizi aydınlatmaya, kurtarmaya yetmese de bir aşı gibi insanı dinçleştiriyor. Onun yeni öyküleriyle kentin bezgin, bıkkın, karamsar ortamından uzaklaşmanın tadına varmayı kim küçümseyebilir ki? ? Gültekin EMRE isenti, 114 sayfa ve 19 öyküden oluşan bir Nezihe Meriç kitabı. Bu kitaptaki öykülerde Nezihe Meriç öykü anlatmıyor, okuru, hiç beklemediği bir anda yaşamın içine sokuveriyor. Okurun içine girdiği yer ise anılarla ve günlük yaşamla tıka basa dolu evler, odalar, sokaklar... Böylece, bu öyküleri okuyanlar da kendilerini olay(lar)ın içinde buluveriyorlar doğal olarak. Yazarak, konuşarak, içten itiraflarla gelişerek ve hiç farkına varılmadan kurgulanarak oluşuyor öyküler. Kitabın ilk öyküsü "Hani Bir Zamanlar, Yeşim Küçükken, Boğaziçi’nde, Yalı Daha Sağlamken, Hani Onlar Daha Hayattayken"in ilk cümlesi bile farklı bir öykülerin habercisi gibi: "Bu öykü, biraz tuhaf bir öykü." Zamanla orasında burasına dokunularak, yazılarak, değiştirilerek, eski halini şöyle böyle koruyarak ve başka bir "kanal" açarak kendine, başına ve sonuna konan eklerle birlikte ortasında da küçük oynamalarla çıkar okur önüne. Ve öykünün nasıl yazıldığını okurla paylaşa paylaşa gelişir. Bu öykünün başındaki "Ek 1:"de renklerle karşılanır okur: "Gökyüzü solmuş bir mavi. Bir tek beyaz bulut yok. Sol uçtaki çok hafif, eflatunumsu pembelik, hiç belli etmeden bulut olmaya çalışıyor." Renklerle öykünün sarmaş dolaş hali şöyle sürüyor: "O, denizin, mavi mi, yeşil mi, eflatun mu birden bilinemeyen, parlak koyu kurşun renginin içinde menevişlenen rengi mi, yalılarda, denizde, balıklarla, balıkçılarla, güneşle bir arada yaşayan kalabalık ailelerin, bir yalıda yaşamanın, denizin sesiyle, kokusuyla, karayelin, lodosun oyunlarıyla birlikte biçimlenmenin, yalı insanı olmanın...(Söze dökmek zor.)" Bu uzun cümlede hem doğa, hem de sokaklar, evler bir bir insanın gözünün önüne geliyor her türlü haliyle. Artık bugün olmayan, hepsi geçmişin kuytu derinliklerinde, az da kimi belleklerde, anılarda kalan Boğaziçi’den insan, doğa manzaraları, ailelerin yaşam biçimleri, insan ilişkileri, bu olağanüstü yer de, öykünün bir parçası olup çıkıyor şu canalıcı betimlemeyle birlikte: "Yeryüzünün, dünün, bugünün en anlatılmaz güzeli. Tanımlamalara, anlatmalara, şiirlere, destanlara sığmayan eşsiz bir doğa harikası. Bir tansık. Doğanın, büyülü, gizemli bir görüntüsü." Buradaki yalılardan bir aileyi de şöyle tanıştırıyor okurla Nezihe Meriç: "Burası bir yalıdır. Bu yalıda, İstanbul’un, çok eski ailelerinden geriye kalanlar yaşamaktadır. Yeşim’in büyükannesinin büyükannesi bile bu yalıda doğup büyümüştür." Bu yalıdaki yaşam ise aynen şu cümledeki gibidir: "Gelenek, görenek, eski âdetler, yemekler, hep anadan atadan kalmadır. Bilerek, isteyerek sürdürülmektedir." Ama, artık bu geleneksel yaşam biçimi hiçbir yerde yoktur, her yerde bir bozulma, ayrışma, yozlaşma... söz konusudur yeni değer yargılarıyla, yaşam biçimleriyle birlikte. İşte bu öyküyü Nezihe Meriç yazmıyor, öykünün kahramanı Yeşim’in kaleminden çıkıyor "Ek 2:"deki cümleler. Yandaki yalıya taşınan görgüsüzlere balık vermeyen, Yeşim’lerin yalısının önünden geçerken mutlaka sabah kahvesini içen, balıkçı Rüştü efendiyi öz dedesi biliyor Yeşim. Öyle ya "...Boğaz’da büyümenin, yaşamanın bir adabı vardı canım. Orada doğup büyümemiş de olsa insan, bunu, biraz sezgisi varsa anlar." "Şimdi artık her şey bozuldu, her şey." Ç YAŞAMANIN TILSIMI Nezihe Meriç, öykü yazarken, "Ormanın İçinde Yeşil Gezer" öyküsünün kahramanı Agop ustanın şu sözlerini kendine ilke edinmiş sanki: "Evladım, bizim işimiz, içimizdeki cevheri tanımaktır. Bilmektir. Onu bildin miydi, koruyacaksın bu dışarının pisliğinden. Onunla, onu koruyarak, kendimizi, onun yardımıyla onararak, yaşamayı becermemiz lazım. Yaşamanın tılsımı buradadır." "Senin öykücülüğün çok düşündürüyor beni derken" de günlük yaşamla ne kadar çok içli dışlı olduğunu vurguluyor Nezihe Meriç, kendine: "Çok bakıyorsun, çok katılıyorsun günlük yaşama." Onun için onun öyküleri kuru, sıkıcı, yapay değil, tersine canlı ve hayat doludur. Onun için öykülerini ince eleyip sık dokuyan da bir yazardır Nezihe Meriç: "Sonra, tutup sözünü haddeden geçirmek isteyince, zorlanıyorsun; bir kişinin öyküsünü yazmaya kaktığında pek çok kişi seninle." Bir itiraf daha kendi öykücülüğüne ilişkin, o da şöyle: "Asıl yazmak istediğim, beni zorlayan, bu kızın öyküsü. Ama, çevresini, onu, anlatarak bir kez daha görmeden, öyküyü kuramıyorum." Bu durumu da şöyle yorumluyor usta öykücü: "Bu, ya benim iyi bir öykücü oluşumdan, ya da, bir eksikliğim var. Var ki, sözümü iyi damıtamıyorum." Yazdıkları hep kurgu olsa da, o bir gerçek elbette. Gerçeklerle kurguları ayırmak gerekir mi? Bu soruyu da şöyle sorularla, yanıtlarla açmaya çalışıyor: "Şu: Yazacağın çarşı da gerçek. Gerçeklerle kurguları ayırmalı mı? Bunların nerede, nasıl ayrıldıklarını nasıl bileceğiz ki! Ayırmaya hem gerek yok, hem olası değil. Bir de bu gerçek, gerçek denilen nedir ki? Nedir gerçek denilen şey! Sen yazmanı sürdür bakalım, nereye KİTAP SAYI ? SAYFA 16 CUMHURİYET 844
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle