Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkçe, gelişen bir süreç içinde yaşamaktadır. Kişisel anlayışlar o akışın yönünü değiştiremez. ürk Dil Kurumu’nun şimdiki durumunu ele aldığım yazıda (Cumhuriyet KİTAP, 6 Nisan 2006), daha önce de CHP’nin Kurum’u mahkemeye verdiğine değinerek şöyle demiştim: “CHP ile Kurumlar arasındaki yargı sorunu çok daha eskilere dayanır. Kurumlar özerk kimliğine kavuşmadan bu sorunlara sağlıklı bir çözüm getirileceğini sanmıyorum. O yargı aşamalarına ayrıca değinmek gerekecek.” Kimi meraklı okurlarım telefon ederek, mektup yazarak bu konuyu anlatmamı istiyor. Önce bilinmesi gereken şudur: Atatürk, 5 Eylül 1938’de vasiyetnamesini düzenlerken, İş Bankası paylarına düşen gelirlerin, kimi ödemeler yapıldıktan sona, yarı yarıya, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’na verilmesini istemişti. Atatürk’ün banka paylarının “kuru mülkeyeti”ni elinde bulunduran CHP bu payların gelirinden yararlanamıyor, Kurumların hakkını korumak için banka yönetim kuruluna üç üye gönderiyordu. CHP neler yapması gerekirken, CHP neler yapıyordu? CHP’nin yaptıklarını Ömer Asım Aksoy’un yazısından anımsayalım: “Cumhuriyet Halk Partisi, 1969’dan beri Türk Dil ve Tarih Kurumlarını rahatsız etmektedir. Buna, “Kurumları çalışamaz duruma getirmek çabası içindedir” demek daha doğru olur. Ne var ki adaletin koruyucu eli, o çabaların bir “girişim” olmaktan öteye geçmesini engellemektedir. CHP’nin tutumundan, kuşkusuz, Ata T Mustafa Şerif ONARAN Dergilerden Türk Dil Kurumu ne olacak? türk’ün ruhu da “muazzep”tir. Çünkü O’nun kendi eliyle kurarak ulusal görevler verdiği kuruluşlardan biri, ötekileri ortadan kaldırmayı tasarlamaktadır. CHP, Atatürk’ün vasiyetnamesini, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını karşısına alarakiki kez dava konusu yapmıştır. Birincisi 1969’da başlayıp 1971’de bitmiş; ikincisi 1974’te başlayıp 1977’de sonuçlanmıştır. Her ikisinde de davayı CHP yitirmiştir. Birinci dava sonunda yayımladığımız “Türkiye’de Hâkimler Var” başlıklı yazı ile çatışmanın nasıl başladığını, ne gibi evreler geçirdiğini uzun uzadıya anlatmış, Asliye Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın kararlarını özetlemiştik. Şu yazımızla da yeni sonuçlanmış olan ikinci dava üzerine bilgi vermek istiyoruz. Ancak önce birinci davayı kısaca gözden geçirmenin gerekli olduğunu sanıyoruz” (TÜRK DİLİ, Adalet Son Sözünü Söyledi, Ocak 1978). Birinci yargılama sırasında Bülent Ecevit’le Turan Güneş Türk Dil Kurumu’na gelmişlerdi. Bülent Ecevit saygılı, kendinin gerisinde duran bir alçakgönüllülükle diyordu ki: “Biz hukuksal bir durumun açıklık kazanmasını istiyoruz. Yoksa hükümetimiz Türk Dil Kurumu’na gereken yardımı her zaman yapacaktır.” Turan Güneş’in davranışı biraz daha yukardan bakar gibiydi: “Siz dilcisiniz, hukuk işlerinden anlamazsınız. Yargı bizim haklılığımızı gösterecektir.” Üstümüze bir ölü sessizliği sinmişti. Denetleme Kurulu üyesi Sabahattin Teoman, incelikli, ama sözünü esirgemeyen bir ozandı. “Atatürk, vasiyetnamesinde Kurumlara gelir bırakırken, hükümetlere gereksinim duymamasını, özerk kalmasını istemişti” demeyi göze almıştı. KURUMLARIN BATMASI CHP’Yİ İLGİLENDİRMİYOR MUYDU? CHP’nin istediği neydi? İş Bankası 5 milyon lira anamalla kurulduğuna göre, Atatürk’ün kurucu payları bellidir. Daha sonra parasız paylarla artan anamal, artık Atatürk’ü ilgilendirmez. O paylar CHP’nindir. Gene de CHP atan payların bütün gelirini istemiyor, gelir üçe bölünsün, üçte biri de CHP’ye düşsün, diye düşünüyor. CHP’nin bu anlayışla açtığı dava kazanılmış olsaydı, ilerde, parasız anamal artırımıyla çoğalan payların gelirinden Kurumlar yararlanamayacak, kapanmak durumunda kalacaktı. CHP “Pay Davası”nı yitirince; “Kurumlar Atatürk’ün istediği anlayışla mı çalışıyor?” diye “Tesbit Davası” açmak gereğini duydu. CHP’nin böyle bir dava açmaya hakkı var mıydı? Yargı kuruluşları böyle bir davayı kabul etmeli miydi? CHP bu davayı da yitirdi. Ama 1960’dan 1977’ye kadar, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki paylarının geliri Kurumlara ödenemediği için, 8 yıl, Kurumlar çok zor durumda kaldı. CHP, bir biçimine getirip Kurumları kapatmak, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki paylarının “kuru mülkiyeti”ne gelirleri de katıp parti çıkarlarını geliştirmek mi istiyordu? Atatürk, Kurumların haklarını gözetmesi için görev vermemiş miydi CHP’ye? KURUMLAR ÖZERK KİMLİĞİNİ KAZANAMAZ MIYDI? “82 Anayasası”ndan sonra CHP’nin elinde, karma hükümetlerle bile olsa, ülkeyi yönetmek olanakları geçti. Nice konularda uzlaşma sağlanarak Anayasa değişikliğine de gidildi. Ama hiçbir zaman kurumların özerk kimliğini kazanması için Anayasa değişikliğine sıra gelmedi, uyumlu bir çalışmaya girişilemedi. Neden? Atatürk’ün kendi çocukları sayıp, kalıtını bağışladığı Kurumların özerk kimliğine önem verilmediği için mi? Yoksa işlevini yitirdiği savıyla, Atatürk’ün Kurumları olma özelliğinden çıkmasını göz yumup, İş Bankası paylarını “kuru mülkiyeti”ni partiye gelir sağlama olanağı için kullanmak amacıyla mı? Bilinç altında nelerin yattığını bilmek kolay deği. Ancak bir CHP Genel Başkanı düşünün ki, AKP Genel Başkanı’nın siyasete girmesini sağlamak amacıya Anayasal engellerin kaldırılması için işbirliğine girişiyor da, böyle bir anayasa değişikliğinde Kurumların özerk kimliğini kazanma sorununu pazarlık konusu yapmıyor. “Demokrasi havarisi” görünmek soylu bir davranıştır. Ama Atatürk’ün kurumlarına özerk kimliğini kazandırmak, daha soylu bir davranış olacaktı. Şimdiki Kurumlara karşı “tesbit davası” açılırken bilinç altında yatan gerçek amaç neydi? CHP “tesbit davası”nı kazanıp Kurumlar tüzel kişiliklerini yitirseydi, İş Bankası paylarının “kuru mülkiyeti” partiye gelir sağlayan bir değer mi kazanacaktı? Kendi içinde bir uzlaşmaya varamayan, devleti yönetmektense, parti içi yönetimini ele geçirmeyi yeğleyen bir anlayıştan, Atatürk’ün Kurumlarını özerk kimliğine kavuşturması umudu beklenebilir mi? ÇOK YÖNLÜ BİR KÜLTÜR ANLAYIŞINA DOĞRU Dilin özbenliğini bulması özgür düşüncenin gücünü gösterir. Bütün yönetimler özerk kuruluşların kendi güdümünde olmasını özler. Böylece daha güçlü olacaklarına inanırlar. Oysa bir yönetimin gerçek gücü özerk kuruluşlarla uyum içinde çalışmasına, o kuruluşların gelişmesine destek vermesine bağlıdır. Kültürü dar bir anlayış içinde yorumlamak, başka açılımları görmezden gelerek, toplumun gerilemesine yol açar. Çoğulcu demokrasimizde, hoşgörü ortamında, değişik anlayışların gelişmesine destek olmak, hem toplumu daha özgür kılacak, hem demokrasinin güçlenmesini sağlayacaktır. CHP’nin elinde kullanmasını bilemediği bu olanak var. CHP, İş Bankası’ndaki etkinliğini, nice kültür izlencelerine destek olması için kullanmalıdır. Böylece tek yönlü gizemci bir kültürün yanında; çok yönlü çağdaş bir kültürün varlığı, dilin gelişmesine, düşünce özgürlüğüne yol açacaktır. İçine düştüğü kısırdöngüden, kargaşa ortamından toplumun kurtulması için; çok yönlü kültür anlayışının yaşatılmasına gereksinim vardı. CHP’nin bunu sağlaması, en azından kendi varlığını koruması anlamına gelebilir. Yoksa, kirli bir toplumun varlığını sürdürmesine destek oluyor görünümünden kurtulamaz. ŞİMDİKİ TÜRK DİL KURUMU Sözü şimdiki Türk Dil Kurumu’na getirecek olursak, yargı yolunun onları yaşatıyor görünmesi hiç önemli değil. “Yazım Kılavuzu”na 24. Baskı demeleri, eski Türk Dil Kurumu’nun süreği oldukları anlamına gelmez. Yıllar yılı yüzlerce aydın insanın Türk Dil Kurumu’nun gelişmesi için nasıl bir özveri ile çalıştıklarını, o birikimi kullandıklarını yadsıyarak dile egemen olduklarına inanmaları, onları yanlış çalışmalara yöneltecektir. Türkçe, gelişen bir süreç içinde yaşamaktadır. Kişisel anlayışlar o akışın yönünü değiştiremez. Şimdiki Kurumcular, o eski birikimi görmezden gelerek, küçümsemeye çalışarak kendilerini kanıtlamak isterlerse; böylece siyasetçilere yaranacaklarını sanırlarsa, dile kötülük ederler. Unutmamak gerekir ki yönetimi ele geçiren siyasetçiler, tam olarak güdümünde tutacakları dilcilere, sanatçılara gereksinim duyarlar. Varlıklarını ancak böyle sürdüreceklerine inanırlar. Devlet dairesi durumuna sokulan bir Türk Dil Kurumu, yönetim erkini elinde tutanların anlayışına uymak zorunda kalacak, gene de yaranamayacaktır. Nasıl bir yarın olacağı bugünden belli değil mi? ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnu?n oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 SAYFA 38 CUMHURİYET KİTAP SAYI 844