Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ti’ninki gibi değildir. 23 Ocak günü, daha önce Türkiye’de ‘‘Loti günü’’ olarak kutlanıyor ve yazarın ülkemiz kültürünün gönüllü bir yandaşı olarak temsil ettiği kişilik gündeme getiriliyordu. Ancak 1950’li yıllardan sonra, bu geleneğin eski önemini yavaş yavaş yitirmiş olduğuna değiniyor kitabında A. Ş. Hisar. Hatta Loti’nin ölümünden sonra Türkiye’de Loti aleyhtarı görüşlerin doğmuş olmasında duyduğu acıyı da dile getiriyor Hisar. Tevfik Fikret, Ahmet Şuayip, Celâl Nuri, Yakup Kadri, Abidin Daver, Halit Ziya gibi yazarların öncü rolü oynadıkları bu aleyhtarlığın kökeninde, birçok yabancının Pierre Loti gözlüğüyle Türkiye’ye bakmasında etkili olan ‘‘maziperest’’ görüşlerin payı vardı. Ama onun da ötesinde, Hisar’ın pek anlam veremediği Loti fiziğini küçümseme, hatta alaya alma eğilimleri de söz konusuydu. Örneğin Loti’nin, boyunun kısalığını saklamak için yüksek ökçeli ayakkabılar giymesini, benzinin uçukluğunu gidermek için pudra kullanmasını eleştiriyordu Halit Ziya. Ne var ki o İstanbul’da ağırlanmaktan, ilgi ve itibar görmekten hoşnut kalmış, kendisini sarayında konuk ederek iki de tablosunu armağan eden Halife Abdülmecid’e şükran duymuştu. LOTİ GERÇEĞİ Loti’nin İstanbul’da, bir cami avlusunda, bir sütunun altına diz çökerek, bütün dikkatiyle ve saygılı bir edayla yazarın kamerasına bakan bir genci görüntülediği fotoğraf, belki de Pierre Loti gerçeğini özetleyen tek karedir. Bu fotoğrafta, Loti’nin Türkiye hayranlığına karşılık bulduğu ve onu içinden kavrayarak uzak bir Doğu ülkesinin labirentlerine çeken büyünün nedenlerini keşfettiği bir tılsım gizlidir. Limanda gemileri, kapı önünde iki kadını, sepetler üzerinde uyuyan insanı, nargile içen adamları, Galata Köprüsü’ndeki dilencileri, Yeni Cami önündeki satıcıları, kemerler altındaki küçük dükkânları, mahalle çeşmesini ve sokak satıcılarını gösteren öteki fotoğrafların altyapısında da böyle bir gizemin izlerini bulabilmekteyiz. ? (*) ‘‘İstanbul ve Pierre Loti’’/ Abdülhak Şinasi Hisar/ YKY/ 2005, İstanbul/ 160 s. nuşturmaya çalışıyordum. Tabii bu durum bilimgurguyu olsun, fantastik edebiyatı olsun genellikle yurt dışından gelen kitapların çevirilerinden tanıyan meraklılarda biraz alışma sorunları yaratabiliyor. Ama çeviri dili çok kıraçtır, çok sterildir. Oysa dilin gerçek sahipleri çok daha yoğun bir şekilde dili kullanırlar. Dillerin en hızlı geliştikleri yer de argodur. Bunu derken her türlü belden aşağı küfürden söz edemiyorum. Argo dilin yeni yapraklarının, dallarının filizlendiği yerdir. O yüzden günümüz İstanbul’unda, yani benim en iyi bildiğim mekân ve zamanda, normal insanların kullandığı kadarıyla argo kullanmaya önem veriyorum. Kitaptaki karakterlerin genel tanımlamaları dikkat çekiyor, yani kötüler kim, iyiler kim? Özellikle fantastik öykülerde alıştığımız tarzda iyilik ile kötülüğün bir savaşı var, ama hangi kahramanların hangi tarafta yer aldıkları pek anlaşılamıyor. Ya da insan okurken şüpheye düşebiliyor. Çok haklısınız, son dönemdeki pek çok fantastik ya da bilimkurgu eserinde kötüler zehir gibi kötü, iyiler ise melekler kadar iyi oldular. Haliyle bu şekilde yazılmış bir anlatımda olayların takip edilmesi kolay oluyor. Okuyucu kendisini iyilerle daha çabuk özdeşleştirip sonunda kötülerin yenilmesi ile ruhsal rahatlamaya daha çabuk kavuşuyor. Ama bu yaklaşım size de çocuk masalı havasını vermiyor mu? Hiçbir ironi yok, hiçbir karmaşık karakter yok, her şey yerli yerinde. Belki okuması kolay, ama böyle bir eser okuyana ne verebilir ki? Romanımdaki karakterler ortalama bir Hollywood filmindekilerden çok daha karmaşık ve sorunlular. Bu yüzden yazdığım romanın çok daha fazla “yetişkinler” için olduğunu düşünüyorum. Tabii bir de okunabilirlik konusu var. Bu romanda hem karmaşık karakterler kullanıp hem de çok basit ve akıcı bir anlatım tutturmayı hedefledim. Yazar Haldun Aydıngün ve diğer kitapları için bilgi www.aydingun.com. XP ya da Her Şeyin Bedeli/ Haldun Aydıngün/ Evreca Yayınları/ 190 s. 838 SAYFA 25 XP ya da Her Şeyin Bedeli ? Abdülkadir YÜCELMAN aldun Aydıngün’ün beşinci bilim Kurgu romanı “XP ya da Her Şeyin Bedeli” geçen günlerde Evreca Yayınları’ndan sessiz sedasız çıkıverdi. Kendisi bu konudaki üretimine yirmi yıldır gerek öyküleri gerekse romanları ile devam ediyor. Hatta bu öykülerden yola çıkarak televizyon ve radyo uyarlamalarıyla bile uğraştığı dönemler oldu. Kendisine ülkemizdeki bilimkurgu yazınının uzun soluklu emekçilerinden biri dememiz çok da yanlış olmaz. Haldun Bey diğer kitaplarınızda da olduğu gibi bu sefer de son derece akıcı bir anlatım yakalamışsınız. Hatta kitabın temposu oldukça yüksek bile diyebiliriz. Ancak romanın tamamı okunduğunda kapağında neden bir Hz. İsa resminin bulunduğu tam olarak anlaşılmıyor. Çünkü adı romanda sadece bir kez geçiyor ve o da son derece ilgisiz bir konudaydı. Kitapta Hz. İsa’nın olduğuna bir şekilde daha açık anlatmak gerekebilirdi. Ama romanda asıl anlatılan konu tarihin ve dinlerin toplumlar tarafından oluşturulduğuydu. Hz. İsa ise bu bağlamda çok ilginç bir kişiliktir, normal bir insan olarak, yaşamış, ölmüş ama, ölümünden asırlar sonra tanrı olduğu söylenmiştir. Oysa kendisinin yaşarken kesinlikle böyle bir iddiada bulunmadığı bilinmektedir. İşte romanda da çok geniş anlamda buna benzer bir durum olduğu için kapak tasarımını Hz. İsa’nın üzerine kurduk. Kitapta ilgi çeken bir başka nokta da günümüz İstanbulu’nda başlamış olması ve hiç de kahramana benzemeyen insanlarla olayların açılması. Tabii bu insanların diyalogları da bol miktarda argolu gelişiyor. Açıkçası bu biraz düşündürücü. Daha önceki romanlarımda da olaylar günümüz İstanbulu’nda başlayabiliyordu. O zaman da insanları mümkün olduğu Haldun Aydıngün kadar doğala yakın ko H CUMHURİYET KİTAP SAYI