Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hamdi Koç'tan ‘Kalpten Parçalar' Aşkı bir de bu kitaptan okuyun Hamdi Koç, cennet ülkemizin daha bir cennet olan Nişantaşı ya da Bağdat Caddesi taraflarında yaşayan, hayata bakış, hayatı algılayış, hayatı kullanış ve hayat tarafından kullanılış biçimleri neredeyse aynı olan insanların oluşturduğu bir ‘cemiyet’e kırılması hayli zor bir ayna tutuyor. ? Ümit E. UYANIK etken şeklinde. Eskiden sadece temiz, tertipli denilebilecek bir kadınken yıllar içinde belki evde meşgalesizlikten ya da kimsesizlikten iyice çıldırmamak için kendini ev işlerine vermişti. (s.74)" Bütün bunlara rağmen, biricik oğlunun mürüvveti söz konusu olduğunda bu isimsiz kadın bile anne olmanın bütün kurallarını yerine getirmekten çekinmeyecektir: "Annesi iyi hazırlanmıştı. Yıllardır ambalaj lastiğiyle topladığı zayıf saçlarını açmış, ortadan ayırarak arkaya doğru taramış, omuzlarına bırakmıştı. O lastikler kadar eski alışkanlığı olan soluk yeşil uzun ev elbisesini çıkarmış ve Talat’ın belli belirsiz hatırladığı ve şimdi ona epey dar gelen jarse bluz giymiş, yakasına eski varlıklı bir ailenin kızı ve bir diğerinin gelini olduğunu kanıtlayan tek eşyası olan kelebek şeklindeki iri broşunu takmıştı. (s.76)" Kolayca tahmin edilebileceği gibi, iki kadın hoşlanmazlar birbirlerinden, bunun için özel bir çaba sarf etmelerine bile gerek yoktur. Bir erkeğin etrafındaki iki kadının birbirinden hoşlanması ‘teknik’ olarak da mümkün değildir zaten. Ancak, romanın ilerleyen sayfalarında olağanüstü bir durum yaşanacak ve doğum sonrasında anesteziden çıkan Meltem içine girdiği kriz dolayısıyla odadaki herkesi kovacaktır: "Sadece Talat’ın annesi odada panik başgösterince oturmakta olduğu yerde olanca ağırlığıyla kalakaldığı, kimse kalkmasına yardım etmeye cesaret edemediği için odada kaldı. Zaten sesi soluğu çıkmayan bir kadındı. Yatak örtüsünü başına çekip ağlayan Meltem’in onu fark etmeyeceğini umdular. Kapıyı aralık bırakıp içeriyi dinlediler. Ağlayış susmadı. Birazdan Meltem’in sesine Talat’ın annesinin sesi karıştı. Birlikte ağladılar. Biraz zaman geçince Meltem sustu, Talat’ın annesi tek başına ağlamaya devam etti. Dışarıdakiler şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, sonra hep birden dönüp Talat’a baktılar. Karısının yakınları arasında o an iyice yabancılaştığını, utandığını hissetti Talat. Onun karısı ve onun annesiydi ağlayanlar. (s.103104)" ROMANCILIK KARİYERİ Hamdi Koç, 120 sayfalık ‘Kalpten Parçalar’ adlı bu romanın, romancılık kariyerine önemli bir katkı sağlamayacağının ve bir köşetaşına dönüşmeyeceğinin farkında hiç kuşkusuz. Ama böyle de roman yazılabileceğini göstermek, "gerekirse kralını yaparız, aşk hakkında ahkam kesmek gerekiyorsa icabında onu da keseriz" demek istemiş muhtemelen. Üstelik gayet iyi bir biçimde, kendi romancılık kalitesinden en ufak bir taviz vermeden de başarmış bunu. Böylece edebiyatımızda aşkların kaydedildiği tarih şeridine Meltem’le Talat’ın aşkları da dahil oluverdi. Olmasalar eksikliklerini hissetmezdik belki ama oldular, fazlalıklarını da hissetmiyoruz. Eskiden, eski dediysek öyle yüzyıllar önce filan değil, memleketimizdeki modern devirlerin başlangıcında, "Roman cemiyete tutulan aynadır" türünden hayli iddialı, bir o kadar da netameli tarifler yapılırdı. Şayet bu tarif hâlâ geçerliyse, Hamdi Koç, cennet ülkemizin daha bir cennet olan Nişantaşı ya da Bağdat Caddesi (sahi onlar Ataköy’de ev tutmuşlardı) taraflarında yaşayan, hayata bakış, hayatı algılayış, hayatı kullanış ve hayat tarafından kullanılış biçimleri neredeyse aynı olan insanların oluşturduğu bir ‘cemiyet’e kırılması hayli zor bir ayna tutuyor. Meltem’le Talat’ı bu nedenle gayet iyi tanıyoruz. Her akşam gidilen barlarda, kimi kadın dergilerinin yazı işlerinde, Teşvikiye Camii’nin köşesindeki cafelerde, ‘Uppoint’lerde, ‘Downtown’larda, ‘Kaktüs’lerde, festivallerde, reklam şirketlerinin metin yazarları arasında hayli kalabalık bir biçimde gezinip duruyorlar. Kimsenin, "hımı, hicrânımı sakladım gizli tuttum, Gönlümü yıllar yılı hayâlinle avuttum" şarkısının gölgesinde konaklamasını beklemiyoruz elbette ama "Stay with me"nin melodilerini terennüm etmelerini de engelleyen ne acaba? Hamdi Koç, belki de bu nedenle, "Aynalara bakma aynalar fenalık, Denizi, sonsuz olanı düşün artık" diyor son derece ironik ama ironisini de teşhir etmeyen bir edayla. Prototipler bu kadar ‘sağlam’ ve ‘iyi çatılmış’ olduğuna göre, sorun belki de hayatın kendisindedir. Ona da ayrıca bakması gereken romancı ise Hamdi Koç’tan başkası değil zaten... ? Kalpten Parçalar,/ Hamdi Koç/ Doğan Kitap/ /120 s. KİTAP SAYI 838 “B ir kadın aşkını saklayamaz. Saklamak istemez. Bir kadın için aşk sadece yaşanmak için değil, konuşulmak içindir de. Eğer bir kadın aşkını kimseye anlatmıyorsa yakın arkadaşı yok demektir. Kadınlar birbirlerini hata yapma ve âşık olma ve bunları baştan sona anlatma yetenekleri yüzünden severler. Bir erkeği aklına koyan ve onu elde etmeye çalışan bir kadın yakın arkadaşları arasında yeni bir heyecan yaratır. Oturulur, konuşulur, tecrübeler paylaşılır; etkisi kanıtlanmış yöntemler önerilir; gelişmeler yakından takip edilir. Işıldayan gözlerle bir gün, nihayet, ‘oldu mu’ diye sorulmadan ve öğrenilmeden durulmaz. Her aşk bir grup kadının ortak başarısı ve ortak hikâyesidir. (s.19)" Bu netameli, netameli olduğu kadar iddialı, iddialı olduğu için daha bir netameli sözlerin altında iyi bir romancının yani Hamdi Koç’un imzasının yer alması, küçük bir teselli sadece. Koç’un daha önceki kitaplarında (Çocuk Ölümü Şarkıları, Melekler Erkek Olur, Çiçeklerin Tanrısı, İyi Dilekler Ülkesi), kadını ve kadın dünyasını son derece başarılı bir biçimde anlatması da teselli katsayısını yalnızca bir parça arttırabilir biraz uzaktan bakınca. Ne var ki, bütün bunlar Hamdi Koç’un yakasını ‘kadın ruhu analizi yazarları’nın elinden kurtarmaya kafi gelmeyecektir kanaatindeyiz biz. ‘Onu da yazarın kendisi düşünsün’ diyecek halimiz de yok üstelik. Hikâye, bütün büyük hikâyeler gibi son derece basit aslında: Meltem, Talat’a ilgi duyar, dikkat kesilir, "hayatında belki de ilk kez istenmeden isteyen bir kadın olmanın heyecanını yaşamaya baş"lar, bir gün de güzel güzel sevişirlerken hiç gereği yokken evlenme teklif eder Talat’a ve böylece bir çuval incirle birlikte aşka dair edilmiş ve edilmesi muhtemel bütün iyi ve iyiniyetli kelimeleri de kuşkulu duruma düşürür. Çünkü evlilik bir miktar da çocuk demektir, çocuk ise sorun demektir, sorunların başladığı coğrafyalarda ise aşka çok fazla vakit ayrı mak mümkün değildir ne yazık ki. Bazı mühim dillerde bu durumun, ‘aşkın ölümü’ gibi muhtevası anlamından daha güçlü kavramlarla tanımlandığını da uzunca bir süredir biliyoruz zaten. Meltem’in bilmemesi veya sezmemesi, memleketin kadın mensuplarının zihnine egemen olan mühim bir parçanın eksikliğinden veya fazlalığından kaynaklanıyor olabilir mi acaba? KADINLARIN İHTİYACI... Peki ya Talat? Talat’ın gözbebeklerinin akı beyazdır beyaz olmasına, koltukaltlarında ter lekeleri yoktur, hatta kulakmemeleri ince, küçük ve düzgündür, konuşurken kalemle oynamaması, artık nasıl oluyorsa o vücudunun cazibesine ayrı bir karakter, bir tür ruhsal ağırlık katmaktadır filan ama netice itibarıyla kendisine güven gibi, aşkla bir arada barınması hayli sakıncalı bir sorunu vardır. Onun kendisine güveni yoktur ama kızların ona güven duyması için gereğinden fazla gerekçe üretilebilecek bir konumdadır zekâsının ve sezgisinin berraklığı dolayısıyla: "Biz kız bana sadece güven duyabilir. Güven de kızların ihtiyacı olan şey değil. Kadınların ihtiyacı olan şey, hayattan ve maceradan ve terk edilmekten yorulmuş kadınların (s.18)" deyişi bile tamamen bununla ilgilidir. Yine de, pek çok beraberlikte olduğu gibi, en iyi anlaştıkları husus yatak olacaktır. Ne var ki, yazarımızın da gayet isabetle tespit buyurduğu gibi, "Bir adamla yatmak başkaydı, o odamla aynı yatakta uyanmak başka. Yakınlıktan yakınlığa fark vardı (s.58)" Buna rağmen, yadırgatıcı bir fevkaladelik yoktur başlangıçta. Çünkü Meltem, neslinin bütün kızları gibi algılamaktadır erkek denilen tuhaf yaratığı: "Yani erkek dediğin nedir ki bizim durumumuzdaki kızlar için? Ne zaman ne diyecekleri ni baştan bildiğimiz yaratıklar. Hangi erkeğin hangi halini, hangi sözünü farklı bulduk şimdiye kadar? Kim bizi şaşırttı? Şahsen şimdiye kadar kimseyi pek beğendiğimi hatırlamıyorum. Bu çocuk duruşuyla, bakışıyla değişik şeyler anlatıyor. Dinleyince hayatta ihtiyaç duyabileceğin her şeyi sana verebilecek biri olduğunu hissediyorsun. Böyle hissediyorum. O zaman da içime huzur geliyor. (s. 5556)" Ne zamana kadar sürüyor dersiniz bu yaralı bilinç? Klasik evlilikler gibi başlamasa da, bu toprakların havasından ve suyundan mıdır nedir, bir süre sonra klasik niteliklere bürünmesi kaçınılmaz her evlilikte olduğu gibi, çocuk doğana kadar. ‘Çocuk da bir ihtiyaçtır sevgili çokbilmiş romancılar’ diye düşünen arkadaşlar varsa eğer oralarda bir yerde, yazı bittikten sonra kendileriyle uygun bir yerde buluşup bu meseleyi bir kez daha konuşabiliriz. İyi ama nasıl geçineceklerdir? Meltem’in, "Benim bankada biraz param var. Senin de var. Maaşlarımız da var. Aman canım, kazandığımız kadar harcarız. Herkes nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşarız (s.71)" sözleri yeterince inandırıcı ve ikna edici olacak mıdır acaba? Hatta, Talat biraz üsteleyince, bilincinin yaralı olmayan tarafıyla, "Hayatı ayakkabı, çanta sandığımı mı sanıyorsun? Herkes anne babasının evinde daha rahat yaşar ama evlenince kendi hayatından sen sorumlu olursun. Şimdi kendi hayatıma başlıyorum ve her şeyi yeni baştan kendim kazanmak zorundayım. Kazanamazsam da kendimden başka kimseyi suçlamam (s.71)" diyecektir demesine ama manzaranın pek de öyle seyretmeyeceğini roman bitmeden hep birlikte göreceğiz zaten. Lakin bir de annesi vardır Talat’ın. "Titiz bir kadındı, hastalık derecesinde titiz. Asabiyeti herhalde bununla ilgiliydi, sebep, sonuç ya da SAYFA 20 CUMHURİYET