22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Selçuk Erez'le Garo Dayı' üzerine ‘Romanın amacı, bu ülke insanlarının birbirini sevmesi’ Selçuk Erez biyografik bir romanla karşımızda. 'Garo Dayı' Anadolulu bir Ermeni. Onun yaşamöyküsü bizi birbirimize yaklaştırıyor. Erez'le kitabını konuştuk. ? A. Şebnem BİRKAN aro Dayı romanının öyküsünden başlayalım. Bu öyküye ulaşmanızın hikâyesini dinleyebilir miyiz? 'Makriköy’e Dönüş' romanımı bitirmiş yeni konu arıyordum. Rahşan bana ailesinin öyküsünü anlattı, ‘Bunu yazmak ve bir yere kaydettirmek istiyoruz, yardımcı olur musun’ dedi. Konuyu ilginç buldum, yeni romanıma malzeme olacağını düşündüm ve olumlu cevap verdim. Öyküye bu şekilde ulaşmış oldum. Garo Dayı nasıl bir kişilik sizce…. Garo Dayı içine kapanık, mahçup bir delikanlı, fakat konuştukça açılıyor ve adamı rahat zeki ve gayet iyi kalpli bir insan. Nereden anlıyorsun derseniz: Başından bin tane şey geçmiş, sokakta senin benim yanına yanaşmayacağımız, pis kokan bir berduş, buluyor, yanına gidiyor ve diyor ki ‘Bak ben de senin gibiydim, senin elinde içki şişesi var benim de vardı, ama bıraktım, bizler bir araya geliyoruz, konuşuyoruz, birbirmizi destekliyoruz. Sen de gel, sen de bize katıl’ diyor. Çok yumuşak kalpli, iyi bir insan. Son yıllarda en yaygın söylenen cümle ‘gününü yaşa’. Sizce günü yaşamak nedir ve Garo Dayı günü gününe yaşamış, gelecek kaygısı ve beklentisi olmamış biri bu bağlamda, Garo Dayı’nın yaşam biçimi hakkında neler söylemek istersiniz? Şimdi gününü yaşa, nasılsa hayat kısa deniyor, peki günümü yaşayıp ne yapmalıyım? Ben günümü hoş geçirmeye çalışmalıyım. İnsan sevdiği, anlamlı bulduğu şeyleri yaparak iyi zaman geçirir, o da bir güne sığmaz, bence seneni yaşa veya mevsimini yaşa daha doğru bir laf. Ben olsam bu lafı böyle değiştiririm. Garo Dayı’ya gelince, Garo hep romanda da kendi söylüyordu ben de yazıyordum, bir tek annesi var, babası ölmüş, annesi ona sahip çıkmış, hep annesine hesap veriyor, kimseyle pek ilgisi yok. Gidip papaza günah çıkarmak veya hesap vermek gibi bir sorunu da yok, hep kendine ve annesine hesap veriyor. Annesi vefat edince 34 ayda bir geldiği evin bir anlamı kalmıyor ve evi boşaltıyor. Eşyalarını sağa sola dağıtıyor ve gemilerde yatıp kalkmaya başlıyor. O zaman hiç hesap vereceği insanlar kalmadığı için günü gününe yaşıyor ve de içmeye başlıyor. Neden içki içmeye başlıyor çünkü bir gemi düşünün soğuk, bütün arkadaşları gemiyi terk ediyorlar, evlerine gidiyorlar Garo ise ise tek başına gemide yatıp kalkıyor, gayet depresif, yalnızlığa yol açan bir durum. Peki kız arkadaşı filan yok mu derseniz, gelip geçici kız arkadaşları var. Laz reisler ‘Sen Müslüman ol biz sana kızımızı verelim’ diyorlar, ama kiliseye gitmese de dine bağlı bir adam. Ermeni kızı bulalım diyorlar ama hangi Ermeni kızı 34 ayda bir eve gelen, nerede olduğu belli olmayan bir insanla ilgilenir. Ermenilerde, kocanın evden uzaklaşıp, Karadeniz’e gitmesi ve uzun zaman haber almadan yaşamak gibi bir gelenek yok. Sonuç Garo için yalnızlık oluyor, bu duruma da karşı koymanın tek çaresi: İçki. İyi bir insan olduğu için bir gün bir şey olacak, benim şansım dönecek diye bekliyor. Arkadaşları alay ediyorlar ama onda böyle bir inanç var ve bu inanç onu ayakta tutuyor. Siz bir doktorsunuz, mesleğinizi de göz önüne alırsak Garo Dayı’nın alkolik olma sebeplerini sahipsizlik, aile bağlarından yoksun olmak gibi nedenlere bağlamak yerinde olur mu, bunlara neler eklemek istersiniz? Alkolik olmasının asıl nedeni babası, çünkü babadan bunu görmüş. Bir alışkanlığı var, babasına içki getiriyor çocukluğunda. Ayrıca da yalnızlığa bulduğu çare bu. Yalnızlık sorununu çözmek için bulduğu tek çare. Bir de diazem gibi hayatı çekilir kılıyor içki. Romanın genelinde alışılmışın dışında bir yaşam biçimi gözlemliyoruz, geleceği düşünmeden ‘ne olacağım’ demeden yaşamak da bir yaşam biçimi midir? Sıra dışı bir yaşam. O adam için başka çare yok. Küçüklükten beri laz çocukları arasında büyümüş, o zamanlarda Sarıyer’de artık Ermeni kalmamış, kendi Laz Ermenisi olmuş. İlk önce tepki göstermişler sonra ‘Sen Ermeni falan değilsin sen de bizdensin’ demişler ve kendilerinden biri saymışlar. Annesi, babası yok, eşi yok başka kimsesi yok, en samimi arkadaşları oradaki insanlar, onlara, onların hayatına ayak uydurmayıp da ne yapacak. Onların hayatına, o kadar iyi ayak uydurmuş ki, onları geçmiş Reis olmuş. Onların yapamadıklarını yapmış. Bunu şimdi bile görüyorsun: Roman çıktı beraber balıkçı haline Kumkapı’ya gittik. Orada bir sürü gemi var, şimdi dahi ne kadar sevilen biri olduğunu görüyorsunuz. Biri ‘gel bize çay içelim diyor’ diğeri başka bir şey diyor, onu paylaşamıyorlar. Yani şu anda da Garo efsanevi bir insan, bu yaşam biçimi onu bu noktaya getirmiş. G AÇIK DENİZ BALIKÇILIĞI... Garo Dayı diğer Ermeniler gibi sanat ağırlıklı bir meslek seçmek yerine, balıkçılığı seçti. Yaptığınız araştırmalar ve dinlediklerinizden sonra balıkçılık ve onların aileleriyle ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Ben açık deniz balıkçılığını bilmiyordum çünkü Türkiye’nin dört tarafı denizle çevrili ama açık denizcilikle ilgili romana rastlamadım, belki vardır. Sait Faik kıyı balıkçısı, Halikarnas Balıkçısı da öyle.. Garo ise açık deniz balıkçısı, Karadeniz’e açılıyor Rusya’ya, Bulgaristan’a kadar gidiyor. Bunlar etkileyici. Açık deniz balıkçılığının püf noktalarını öğrenmek benim için çok ilginç oldu fakat en çok sevdiğim nedir onu da söyleyeyim, Reisleri anlatıyor Garo, uzaktan gördüğümüz balıkçı motorlarının üzerinde bir çıkıntı var. Reis orada otururmuş ve aşağı forsu bozulur diye inmezmiş. Kendisi habire emredecek izahat vermeyecek, karşılığında itiraz da edilmeyecek, tabii bu mesafeyi korumak ve sürdürmek için birazcık antidemokratik olmak gerekiyor. Denizcilerle yemek yemi yor, o buz gibi yerde yalnız yemek yiyor. Tuvalete bile ayrı bir yerden, ayrı bir merdivenden inermiş. Burnundan kıl aldırmayan bir adam. İlk seferden döndüklerinde, Garo küçük bir çocuk 1314 yaşında, annesine gidiyor ve kapıyı çalıyor ev buz gibi, para olmadığı için yakacak alamamış. Garo ‘Benim payım var çalıştığım için, gider isterim’ diyor. Sabah gidip bu parayı istiyor Reis’ten. Reis ‘Düş önüme beni götür evine’ diyor. Garo’nun annesine Reis ‘Hanım artık çocuk bizdendir, sen de bizdensin’ diyor. Garo’nun payını annesine verdikten sonra Garo’ya da küçük bir harçlık veriyor ve onu eğitmek için ‘Biz küçüktük, biz de eve parayla dönünce bizden de arkadaşlarımız para isterdi, bizden ailemizin ihtiyacı olan parayı alıp götürürlerdi’ diyor, annesine de para vermemesi için tembih ediyor. Annesinin ayağının şiş olduğunu görünce de ‘Ben size birini göndereceğim ve odununu, kömürünü alsın’ dedikten sonra da, Garo’ya da ‘Yarın gel pay hesabı yapacağız, sen de payına düşeni al’ diyor ve gidiyor. Ertesi gün, Reis Garo’yu çağırıp onun payına düşeni verdikten sonra ona ayrıca da hesap veriyor. Kaç kilo balık tutulmuş, kaç para kazanılmış ve ne kadar harcamalara gitmiş. Bu benim çok hoşuma gitti, tüylerim diken diken oldu koskoca reis minicik bir çocuğa hesap veriyor. ‘Eğer sana hesap vermezsem hakkını yediğimi düşünürsün, otur’ diyor ve anlatıyor. Diğer bir hoşluk da balıktan dönülünce, Yenimahalle’ye demir atıyorlar ve gemilerde kapaklar var, kapak açılıyor, o mahallenin hakkı isteyen istediği kadar gelip balık alıyor, iki balık ver filan diye istemek yok. Sonra da o balıkları tuzluyorlar mevsim boyunca tüketiyorlar. İşte böyle o kadar hoş gelenekler gördüm ki…. Bunları öğrendim ve yazdım. Balıkçılık ilginç bir meslek. Bu romanı yazarken hazırlık olarak neler yaptınız, bir araştırmaya girdiniz mi, bizi bi raz aydınlatır mısınız? Balıkçılıkla ilgili yazılmış birkaç kitap var, onları aldım. Onları okudum her balıktan bahsetmiş, hatta bazı balıkçılık tabirleri de var. Bunları Garo’ya okudum ne kadar yanlış çıkardığına şaşarsınız. ‘Amma bilmeden yazmış, böyle şey olur mu?’ dedi. Kendisi doğrusunu anlatıyordu. Başka ne hazırlık yaptığıma gelince örneğin Garo’nun babasını Paris’e göndermişler, okumadan dönmüş, aileden kimse konuşmuyor onunla. Gittim araştırdım sonradan öğrendim ki bu adam Paris’te Ermenilerin çoğunun yaptığı gibi birtakım aşırı solcu guruplara katılmış ve eylemde bulunmuş. Kalktım Türkiye’de solculuğun tarihini iyi bilen biri olan Yaşar Nuri İleri’ye gittim, ona danıştım, bilgi edindim, internete girdim okudum. Okuduğum konu şu: Ermeniler o tarihte Paris’te ne gibi eylemlerde bulunurdu, bu konuyu öğrendiğim için bu adamın dönüşünde evlendiği kadının da solcu olduğunu bu nedenle anlaştığını , bu sebeple hapse girdiğini bir yerde keşfettim. Bunları Garo’ya söyledim Garo ‘Oh, bana baban kaçakçılıktan birtakım yüz kızartıcı sebeplerden hapse girdi derlerdi, şimdi rahat ettim’ dedi. MUCİZE BEKLENTİSİ Roman ilerlerken bir mucize beklentisi seziyoruz, bu beklenti sonlara doğru artıyor ve Garo Dayı’nın mucizesi gerçekleşiyor. Romanın kurgusu bu mucizeye dayanıyor diyebilir miyiz, siz neler eklemek istersiniz? Romanın kurgusunu yaparken iki tane derdi vardı. Bir ailenin Ermeni ve Türk üyeleri birbirinden kopuk, uzak, çünkü sen Türksün diye Ermeniler seni sevmiyor Türkler de sen Ermenisin diye sana soğuk, şimdi bu soğukluğun giderilmesi ve bir araya gelinmesindeki ulaşılan mutluluğu anlatmak istiyorsun. Bu tek başına bana göre yetersiz ve bir romanı doldurmaz ama buna karşı Garo’nun yaşam öyküsü bununla bir yerde çakışıyor, bu daha ilginç. Ne yapayım bunu nasıl monte edeyim diye düşündüm, roman yazma tekniğine vakıf olduğunu düşündüğüm, roman yazmış tanıdıklarıma danıştım KİTAP SAYI ? SAYFA 22 CUMHURİYET 838
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle