Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? da serpiştirmiş; bu kitap da ancak böyle çevrilebilirdi. Lipogram işine meraklı olanların iyi bildiği bir itiraz vardır: eğer amaç akrobasiyse, Türkçe lipogramlar içinde a harfi olmadan yazılmalıdır, Türkçenin en sık kullanılan harfi a’dır. Örneğin, Raymond Queneau’nun önerdiği "lipogram güçlük endeksi", harfin dildeki sıklığı ile kelime sayısını çarpmaya dayanıyor; Derya Arda, Ercan Buluş ve Tarık Yerlikaya’nın kriptoloji ve Türkçe şifre çözümü üzerine sundukları bir makalede, Türkçede a’nın sıklığı %12, e’nin sıklığı %9 olarak veriliyor. Demek ki, Türkçede a kullanmadan yazmak, e kullanmamaya oranla üçte bir oranında daha zor. Peki, durum buysa kitabın çevirisi de a kullanmadan mı yapılmalıydı? Böyle bir metni düşünmek mümkün. Eksik unsurun beşinci değil birinci unsur olduğu, hemen girişinde eksik bir kısım içeren, bu eksiklik kesitinde Entıni Sslihrf’ın görüntüden çıktığı sonucunu bize hissettiren, içindeki tüm yirmi dokuz unsurlu listelerde ilk unsurun eksik olduğu bir Türkçe metin, bir Yokoluş üretilebilirdi şüphesiz. Muhtemelen, böylesi bir metin iyice gülünç olurdu: büyük ünlü uyumu nedeniyle, bu kısıtın çizdiği çerçeve içindeki Türkçe, hele yüksek sesle okunurken, çehremize sürekli bir gülümsemeyi yerleştiren, sesimize (Kubrick’in filmindeki psikolojisi şüpheli nükleer fizikçi) Herr Doktor Merkwürdigeliebe’nin sürekli bir sırıtışın içinden söylenmesine benzer bir ton veren bir Türkçe. Nedir ki, bence, böylesi bir çeviri tümden geçersiz bir çeviri olurdu: Perec’in seçmiş olduğu yüzlerce, belki de binlerce özel ismin neredeyse hepsini değiştirmemiz, demek ki Perec’in birikiminin, seçimlerinin yerine tümden değişik bir birikimi, metnin temeline Perec’in evreninden neredeyse kesinlikle kopmuş bir evreni yerleştirmemiz gerekirdi. Eğer istediğimiz böylesi bir metinse, Perec’in metnini çevirmek yerine tümden yeni bir metin oluşturulsun, doğrusu budur. Bence, zorluk açısından, Perec ile bu işe bugün kalkışan biri arasındaki asıl haksız avantaj farkı, bugün elimizin altında bilgisayar teknolojisi olması. Perec’in malzemesini elle topladığı, kitapta bir e kalıp kalmadığının kontrolünü elle yaptığını düşününce bu işe yatırdığı emeği biraz daha iyi takdir edebiliriz Oulipo’cular arasında kitabın bir yerlerinde bir tane e kaldığı şakası epey dönmüş, Perec’in de kitabı e’lerin istila ettiği kâbuslar gördüğü bilinir. Oysa bugün bir metinde bir harfin yokluğunu çok basit bir komutla teyit edebiliyor, programlama dillerinden çok temel düzeyde haberdarsak kolaylıkla içinde belli harflerin geçmediği sözcük listeleri elde edebiliyoruz. Cemal Yardımcı’nın kitaptaki o nefis "negatif" biyografisine, ya da başka kaynaklarda karşılaşabileceğiniz "pozitif" biyografilerine bakınca bu yöntemlerden yararlanmamış olduğuna ihtimal vermiyorum. Bu romanı çevirmenin dayattığı birçok sorun var. Cemal Yardımcı’nın bölüm ve kısım sayılarının düzenlenmesi için ortaya attığı (evet, tabii ki bu sayılarda birer hikmet var) ve ortaya çıkan fazla bölümleri "çevirmenin notları" için kullandığı çözümler bence son derece yerinde. Yardımcı’nın kitaba bölümler eklemesi konusunda itirazlar var; bence, asıl bu kitap beşinci bölümü eksik olan yirmi altı bölüm olarak Türkçeye çevrilseydi, bu, kitabın temel kurgusunu sakatlayan bir çeviri hatası yapılmış olurdu. Kitabın bölüm sayısı ile alfabenin harfleri arasındaki ilişki, kitabın temel entrikasının olmazsa olmaz bir unsuru olduğuna göre, bu kurgusal yapıyı da Türkçeye aktarmak zorunlu; bu durumda, görebildiğim iki seçenek var: ya mevcut bölümleri yeniden düzenleyerek yirmi sekiz bölüme çıkaracak, ya da yeni malzeme ekleyeceksiniz. Böyle bir işi tamamlamış bir çevirmenin konu hakkındaki görüşlerini kitaba eklemesini her zaman tercih ederim, Cemal Yardımcı’nın bu notlaKİTAP SAYI rını eklerken kitabın "bölüm sayısını çevirme" problemini de çözmesi bence son derece anlamlı ve geçerli bir tercih. Kaldı ki, böylesi oyuncu bir metni yazma, okuma eylemleri ne kadar oyuncuysa, çevirme eyleminin de o kadar oyuncu olmasını beklemek bence işin ruhunun gereği. Perec’in Fransız edebiyatının en tanınmış şiirlerini e’siz yazdığı bölümde izlenmesi gereken doğru strateji için de düşünülebilecek değişik çözümler var Helmlé daha çok Fransızca şiirleri, Adair daha çok İngiliz edebiyatı klasiklerini kullanmış ("Quoth that Black Bird: ‘Not Again’ "), ben de mizah etkisinin zaten okuyucunun çok iyi bildiği (tercihen ortaokul edebiyat kitaplarından alınmış) Türkçe şiirlerde en güçlü bir şekilde ortaya çıkacağını düşünüyorum. Cemal Yardımcı, Fransızca şiirleri aktarmayı seçmiş; eklediği notlarda, seçilebilecek Türkçe şiirlerden örnekler sunarak okuyucuya olan mizah borcunun bir kısmını ödedikten sonra, Karacaoğlan şiiriyle beni kırıp geçirerek borcun geriye kalan kısmını da fazlasıyla ödemiş oldu – eğer lipogram bir Aziz İstanbul’un yazılmasını o kadar istiyorsam ("Yine dün bir tepene çıktım, leziz Edirne!") onu da ben yazayım, değil mi ama? Kitapta çözümü oldukça güç tuzaklar da var: Borges’in kaplanını Perec Fransızcada ("tigre") anamıyordu tabii, ama Türkçede bu sınırlama kalktığına göre Borges’in "kaplan"ına dönmek mi daha sadık bir çeviridir, yoksa Perec’in "jaguar"ı olarak bırakmak mı? BENZER MİZAH DUYGULARI Türk okuru için eğlenceli noktalar var demiştim. Kitabın canalıcı bir bölümünün (Perec’in hayatında ayak basmadığı) Türkiye’de geçmesi, Cemal Yardımcı’nın "yarı yazarlık" yetkisiyle son derece yerel kimi unsurları kitabın sağına soluna ekleyerek okura göz kırpmasının yanında, kitap ile Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar arasında, Oğuz Atay okurlarına özellikle keyif verecek önemli paralellikler var bence: yine bir kahraman kayboluyor, arkadaşı onun notlarını karıştırıyor, notlar arasında değişik yazı türlerinin parodileri çıkıyor ve bu parodiler yazarın dünya görüşünü bize anlatıyor. Bu paralelliğin ne kadarı rastlantıdan ibaret, ne kadarı Oğuz Atay ve Perec’in mizah duyguları arasındaki benzerliğin, yapıtlarını kurarken benzer yollardan geçmiş olmalarının bir sonucu bilmek zor, ama ben kitabın sonlarında bir de "Yorick" ile karşılaşınca pes ettim açıkçası. Ayrıntı Yayınları’nın kitabı basarken özgün basımdaki kırmızı / siyah mürekkep ayrımını korumuş olması güzel. Üstelik Ayrıntı’nın basımında yalnızca arka kapaktaki iki kelime (hangileri?) bu kuralın istisnası olarak unutulmuş; Gallimard’ın bugün dolaşımda olan baskısında kitabın sonundaki sayfalar süren yayın listesinin unutularak siyah mürekkeple basıldığını hatırlarsak, Ayrıntı’nın bu konuda son derece önemli bir terakki kaydetmiş olduğunu da söylemek gerek (şakalaşmak da ciddi iş değil midir: bir Perec kitabının geleneksel olarak metnin dışında sayılan kısımları dizini, arka kapağı da ayrıca okunmayı bekleyen metinler, çözülmeyi bekleyen bulmacalar olabilir, uyanık olmak gerek). Şaka bir yana, Ayrıntı’nın 400. kitabı olarak bu kitabı seçmesi anlamlı bir tercih; yayınevinin bu kitaba gösterdiği belirgin özen ve emeğin hakkını vermek gerek. Kelime oyunu meraklıları, Perec okurları zaten çoktan bu kitaba ilgi göstermişlerdir. Ben genel olarak Türkçe edebiyatla ilgili olanlara sesleneceğim: Sınırlama altında yazı, dilin sınırlarını aramak, kullandığımız dili sınamak için de bir yöntemdir ya, bence, Türkçenin bugün ne durumda olduğunu, günümüz Türkçesinin olanaklarını merak eden herkes için okunması şart bir metin Cemal Yardımcı’nın çevirisi. ? Kayboluş/ Georges Perec/ Çeviren: cemal Yardımcı/ Ayrıntı Yayınları/ 320 s. 838 SAYFA 11 CUMHURİYET