29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sevim Burak’ın ‘Afrika Dansı’ yeniden... Beni Kâğıda İğneleyemezsiniz* Sevim Burak, 1964’te yazdığı ‘Yanık Saraylar’dan itibaren dildeki savaşına başlamış ve gözünü belki de isteyerek yumduğu 1983 yılına kadar da yaşama karşı direncini yitirmemiştir. Tüm yaşamını, ailesini, aşkı, geçmişini gömdüğü, tüm emirlere tüm samimiyetsizliklere ve kıskaçlara inat yazdığı ‘Afrika Dansı’ ölümünden bir yıl öncesine denk düşer.. ? Senem KALE evim Burak, sadece ayrıksı olma çabası içinde bir bohem mi yoksa yazın dünyası için yaratıcı bir deha mı? Onu okurken sürekli kitabın kapağına baktım, sayfa sayfa acılarını okurken sanki yanlız bırakmak istemedim o yüzü. Öylesine garip bir hüzünle gülümsemiş ki. Hüznü, karamsar, soğuk, artistik, snob bir hüzün değil ve gülümsemesi yalancı, boş bir gevreme değil asla. Bu hüzünlü gülümsemeyle birlikte okurken kitabı, tekrar tekrar kapağa baktım ve sonunda gördüm ki aslında yanlız bırakmak istemediğim yazar değil kendimdim. Onun bu hüzünlü, hafif sitemkâr gülüşü tüm anlaşılmayışınaydı, kitabı kapadığımda anladım. O kadar çok anladım ki bir daha açamadım. Son zamanlarda her kitabı okurken yanımda yöremde bir parça kâğıt bir küçük defter taşıyorum, kitapla ilgili notlar almak için. Fakat bu sefer elimde kalem, bir solukta okuyup bitirene kadar Afrika Dansı’nı, öylece kalakaldım. Ne bir cümle ne de bir söz yazabildim kitapla ilgili. Baktım bakakaldım ve parçalamak pahasına kendini, içini böylesine açan, açıp bırakan bir insanı görmekten utandım bakamadım. Bu açıklık yuttu beni. Çabaladım durdum oralara düşmemek için. Utandım, utanmanın öfkesini öğretti, o ilkel dansı Burak’ın. Kendimden de hepimizden de utandım. Ne mi anlatıyor Burak kitabında, söylemem söyleyemem. Söylersem o kadar eksik o kadar soğuk o kadar yanlış olur ki cümleler. Utanırım Sevim Burak’tan, söyleyemem. Anlamak onu, tüm ayrıksı yazarları anlamak kadar zor ve cesaret işi. Ben anladım mı, anlayamadım. Belki onu bir Nilgün Marmara anlardı dedim kendi kendime. O da yaşamın erkeninden döndü gitti zaten. Oralara giden, o arka bahçelerde dolaşan, o acı yolculuklara çıkan, o ölüm pelerinlerine bürünmüş kentlerde gezen, dalgalarla birlikte kayalara çarpıp dağılan ozan kadınlar anlar belki onu. Ben anlayamam. Ellerine kuramlarını alan, ilim irfan yolunda kendini heba edenler, anlatmaya çalışmasın boşuna, anlayamazlar. olarak ölüm, aslında olmayan bir gerçekliktir. İşte bu çelişkiler içinde okursunuz onu ya da bu bütünlükler içinde. Ama yine de gülersiniz aslında, kapaktaki kendisine benzersiniz. Ellerinizi yanaklarınızın arasına alıp düşünceli düşünceli, hüzünlü hüzünlü hep gülümsersiniz. Sevim Burak, 1964’te yazdığı Yanık Saraylar’dan itibaren dildeki savaşına başlamış ve gözünü belki de isteyerek yumduğu 1983 yılına kadar da yaşama karşı direncini yitirmemiştir. Tüm yaşamını, ailesini, aşkı, geçmişini gömdüğü, tüm emirlere tüm samimiyetsizliklere ve kıskaçlara inat yazdığı Afrika Dansı ölümünden bir yıl öncesine denk düşer. Aslında bütün hikâyeleri otobiyografiktir, bu toplumla bir türlü uyuşamayan diğer tüm kadın yazarlar gibi. Kitapta, bilinç Sevim Burak akışının gerçekten ne demek olduğunu kısacık öykülerde anlayıverirsiniz. Bilincin sayfalara nasıl akıp gittiğini görürsünüz. Burak, hastaneyi, hastalıkları, acılarını, acılı insanları, hastanelerin o soğuk beyazını anlatır. Bir sürü imgenin yan yana nasıl yeni anlamlar yeni resimler çizdiğini okursunuz. Beyinde bir sözün nasıl yankılandığını, uğuldadığını duyarsınız. Ailesinin, en yakınlarının onu nasıl anlamadığına, kendini nasıl anlatamadığına tanık olursunuz. İstanbul’un geçmiş yıllarına gidersiniz, artık yaşamayan insanlarıyla buluşursunuz. Dalga olup gemileri yüzdürür, gemilerde paramparça olursunuz. Bin parça anı, hüzün, gülümseme olursunuz. Yok olmadı, anlatamadım. Dedim ya anlatılmaz bu metin, ne söylesen eksik kaçar, soğuk olur. KAOSTAN TAŞAN İMGELER... Gerçekte Türk edebiyatının sayılı avangard yazarlarından biri olan Burak, ‘babalar edebiyatı’ tarafından hep dışlanır görmezden gelinir. Hikâyelerinde biçime yaptığı vurgu kimi zaman alaya alınır. Kelimeleri, cümleleri, metinleri sözden çok ses, sesten çok resimdir ve her ikisidir de. Dökülen kelimeler, resimler, noktasız sonsuz cümleler, sarmal metinler, tekrarlar, büyüyen harfler daha 60’lı yıllarda, onun sıra dışı dünyasına, dünyalarına, bu fallus merkezli dilin dar geldiğini gösterir. Dile gösterdiği bu özen, biçim kıskacına kapıldığından değil, içini, zihnini, bedenini yazabilmek için başka bir yol bilmediğindendir. Yazım şekli kendiliğinden oluşuverir, ne şiirdir, ne oyun, ne Türkçedir ne de başka bir dil. Kelimeleri, zihnine yetişmek için hep koşuyormuş arada da tökezleyip yuvarlanıyormuş, bir çağlayan misali dökülüyormuş ya da bir yanardağdan fışkırıyormuş gibidir zaten metni okurken de o kadar hızlanır ki okuyucu nefessiz kalır çoğu zaman. Kısaca bu karnaval onun kafasının içidir. Zihni büyük bir kaostur. Cümleleri belli bir sırayla, düz bir satırda sıralarını bekleyemeyip bu kaostan taşan yaramaz imgelerdir. Anlattıkları da, anlatış biçimi de, bu dünyanın, bu dilin, bu acıların kıskaçlarıyla nasıl ölesiye bir savaşın içinde olduğunu gösterir. Ve nasıl öldürüldüğünü bir yazarın. ? [email protected] *Sevim BurakAfrika Dansı/ Yapı Kredi Yayınları/76 s. ONU ANLAMAK... Sezgilerimle yazarım ben demiş Burak, yarı bilinçli yarı bilinçsiz, yazdıklarım bilgilerimi aşar demiş, zamanı ve gerçekliği de. Kendiliğinden değişen yazdıkça dönüşen bir dünyanın içinde yazarmış. Bu dünyadan bakarak onu anlamak mümkün müdür? Sanmıyorum. Artık metinleri okurken o kadar duyarsızlaştık ki, o kadar kapalı okuyoruz ki, iki hım’lıyoruz işte o kadar. Hım’layarak okuyamıyor insan Burak’ın metinlerini. Kalkanlarınızla oturacaksanız masaya iş çıkmaz sizin için bu kitaptan, akıl içinde kavramaya çalışmak beyhude bir çaba olur.. Yazarak boşluğa, kayboluşlara varmış Burak. Diğer ozan kadınlar gibi yazdıkça içine gömülmüş, gerçekliği yitirmiş yaza yaza. Yazar hep yalnızdır zaten, yaşarken de yazarken de. Yazarak ölüm korkusuna karşı çıkmaya çalıştığını söyler, ölümle savaş içindedir adeta. Ölüm onun düşmanıdır ama onsuz yaşayamayacağını da itiraf eder. Hikâye yazması ölüme karar vermek gibidir bir taraftan da. Kendi yarattığı gerçekliklerden biri S SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 838
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle