Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yıllardır tasarlar dururum; tiyatrocuların yazdıkları da mı buza kazılıyor yoksa? Öyle farklı alanlarda ürün veren tiyatrocularımız var ki, kimsecikler ayırdında değil. Sahnedeki yetmezliğin çelişkisini aşmak yönünde tiyatrocuların ipekböceği sabrıyla, kozalarında kendilerini yaratma çabası, bu başlığı çok çok aşan boyut taşı M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası N ursel Duruel, telefonda soruyor: “Öykülerin, oyunlarındaki kadınlar üzerine ne zaman söyleşeceğiz?” Utanmadım desem yalan olur. Tiyatro sanatı bağlamında oyunlarımı konuştuğu o emekli söyleşi henüz yayımlanmış değil oysa, üzerinden yıl geçtiği halde... İmge Öyküler’de yayımlanmasını istiyordu Nursel bunun, ama olmadı... Bilmem hangi dergi sahiplenip yayımlar artık? Yıllardır tasarlar dururum; tiyatrocuların yazdıkları da mı buza kazılıyor yoksa? Öyle farklı alanlarda ürün veren tiyatrocularımız var ki, kimsecikler ayırdında değil. Sahnedeki yetmezliğin çelişkisini aşmak yönünde tiyatrocuların ipekböceği sabrıyla, kozalarında kendilerini yaratma çabası, bu başlığı çok çok aşan boyut taşıyor aslında. Tiyatrocularımız ne mi yazar? Yalnız oyun değil, şiir, öykü, roman, deneme, inceleme, anı, yazın alanına giren ne varsa... Tiyatrocu yazarlarımızdan bir bölüğünü herhangi sıralama kaygısı gütmeden analım şuracıkta: Gülriz Sururi, Nedret Güvenç, Füsun Erbulak, Nesrin Kazankaya, Yeşim Dorman, Nurhan Tekerek, Yeşim Eyüboğlu, Suat Taşer, Cahit Irgat, Kâmran S.Yüce, Güner Sümer, Mücap Ofluoğlu, Haldun Marlalı, Kemal Bekir, Yılmaz Gruda, Dinçer Sümer, Ferhan Şensoy, Mehmet Akan, Erhan Gökgücü, Orhan Alkaya, Salih Kalyon, Müjdat Gezen, Savaş Dinçel, Zafer Diper, Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman, Kâzım Eryüksel, Civan Canova vb. Bunların tümünün ortak özelliği, oyunculuklarını sürdürürken yazmaları. Bir de Haldun Taner, Sermet Çağan, Vasıf Öngören, Refik Erduran, Adalet Ağaoğlu, Özdemir Nutku, Melisa Gürpınar, Pınar Kür, Yılmaz Onay, Atila Alpöge, Aydın Engin, Umur Bugay, Murathan Mungan, Haluk Işık, Özen Yula, Cuma Boynukara, Coşkun Irmak, Orhan Güner vb. grup var... Bunların kimileri kurucu, öncü, kuramcı, dramaturg boyutunda eylemli tiyatro yapmış, kimileri sahne plastiğine dönük çığırlarıyla ya da yönetmenlikleriyle Türk tiyatrosunda dönüşümlere yol açmış, kimileriyse geçmişte oyunculuğu deneyimlemiş, ama bunu yalnızca bu boyutta tutmuş, sonuçta tiyatro eyleminin içinden gelen kişiler daha çok. Yukarıda sıraladığım adlar birer örnek elbette yalnızca. Yoksa yazan tiyatrocuları, bu adlarla sınırlamak olası mı? Kim bilir nicesini unuttum bu arada, bağışlasınlar lütfen. Ya ben, ben hangi gruba KİTAP Tiyatrocularımız ne yazar? girerim dersiniz tiyatrocu bir yazar olarak? TİYATROCULARIMIZIN YAZINIMIZA KATKISI Yazınımıza katkıları bağlamında kimi tiyatrocularımızın verimlerine değinmiştim “Kitaplar Adası”nda. Örneğin Yılmaz Onay’ın romanları, Nesrin Kazankaya’nın oyunları üzerinde durmuş, birkaç yazımda Nurhan Tekerek’in incelemesinden söz açmıştım. Yenisayfa.com’daki iki yazımı da Hadi Çaman’ın anılarıyla Özen Yula’nın anlatısına ayırmıştım. Önümüzdeki haftaların birinde Kemal Bekir’in romanlarını, bir başka hafta da kadın tiyatrocularımızın verimlediği öyküleri ele alacağım, şimdiden söylemiş olayım... Ne var ki tiyatrocularımızca verimlenen onca yapıta karşın, bunlar üzerinde gereğince durulmadığı ortada. Oysa tiyatrocuların yazın sanatına çok önemli erke ekledikleri öylesine somut görülebiliyor ki, bu vurdumduymazlığın bilinçli bir sessizlik olduğu öne sürülebilir görece. Yine de ben bu ölçüde sert bir tutumdan yana değilim. Başka başka konularda gereğince çalışılmış da sıra buna gelip dayanmış olsaydı böyle düşünülebilirdi belki, oysa kimi sorunsallar konusunda, kimi alanlara değgin sorunlar üzerinde neredeyse hiç durulamamışken, tiyatrocuların yazınımıza ekledikleri erkeden söz edilmeyişi olağan bence. Peki tiyatrocularımızın yazınımıza ekledikleri erke, bir başka anlatımla katkı konusunda neler söylenebilir acaba? Sinema, müzik, resim vb. alanlarda üretim yapan sanatçıların yazına yönelik katkısı nasıl ki kalktıkları alanın kendi özgül konumundan kaynaklanıyorsa tiyatrocunun katkısı da bu doğrultuda ilkin. Ancak tiyatro sanatının yine de çok özgün bir konumu bulunduğu, katkısının da bu yönde olduğu savlanabilir. Gerçekten de tiyatrocu yazarların ya da bir biçimde tiyatro sanatını deneyimlemiş yazıncıların verimlerinde ipuçlarıyla birlikte bunu görebilmek olanaklı. Bunu tiyatro sanatının sağladığı bir kazanım olarak alırsak, bu katkının belli başlı iki alanda kendini koyduğu öne sürülebilir sanıyorum: 1.Evren kurmada, 2.Kahraman yaratmada. Çünkü tiyatrocu yazarlar, kurulan evreni dramatik bütünleniş alanı olarak koyup bunu kendi iç çelişkileriyle yansıtmakta büyük hüner gösteriyor. Aynı şekilde kahramanlarını yapılandırırken de, tiplemeden alabilSAYI 840 diğine kaçınıp kişileri yaşayan etli canlı varlıklar haline getirebiliyorlar kolaylıkla. Oysa yazarlarımızın, tiyatroyu, tiyatrocularımızın kıvraklığında izlemediği kanısındayım ben kendi payıma. Neden derseniz, azımsanmayacak boyutta oyun izliyorum yıl içinde, bu oyunların çok azında pek pek bir iki yazara rastlıyorum o kadar. Ama tiyatrocularımızın, herhangi bir rol çalmaya yeltenmeden yazınımızı, yazarları, hatta yazınsal etkinlikleri izlediğini biliyorum. Örneğin son olarak Bizim Tiyatro’nun yirmi beşinci yıl etkinliğinde, Zafer Diper’ce oyunlaştırılıp yönetilen Özkıyım adlı oyunun galasında azımsanmayacak sayıda tiyatrocu yazar vardı ama yazından bir iki örnek dışında kimseye rastlamadım pek. BİR TOPLULUK: BİZİM TİYATRO Bizim Tiyatro, çeyrek yüzyıllık bir topluluk. Dağarını toplumcu dünya görüşü odağında belirlemeyi, verimini de bu yönde dokumayı benimsemiş bir özel tiyatro. Tiyatro “özel” oldu mu, bu BİR TİYATROCU YAZAR: yönde bin bir sıkıntı bekler onu. ZAFER DİPER Ekonomik güçlükler denli, salon sıkıntısı, kadro sorunu da belini Bildiğimce yayımlanmış oyunu büker özel tiyatronun. Bunları yok Zafer Diper’in, ama kitap yaaşamamışken, bir de bu çok öznel yımlamış olmak gerekmiyor yazar konuma uyan oyun belirleme arasayılabilmek için. Kaldı ki pek çok yışları biner sırtlarına kambur olatiyatrocunun, kendi topluluklarırak. Çünkü yalnızca maddi olanın olanaklarını gözeterek kaleme naksızlıklardan ötürü değil, salonaldığı oyunların hem de büyük la ilgili sürekli sorun yaşadıkları bölümünün yayımlanamadığı öne için de yükte hafif pahada ağır susürülebilir. numlar seçmek zorunda kalırlar. Dramatik olsun diye söylüyor Üstüne üstlük bu oyunların kaddeğilim, ancak Türk tiyatro dağaroyla da uyumlu olması aranır. rında, pek çok toplulukça özel Bu çerçevede ya bir kadro yazarı yaratmaya çabalar özel tiyatro toplulukları ya da tiyatronun içinden biri, daha çok da sanat yönetmeni ya da yönetmen görevi tek başına üstlenip topluluğun oyun dağarının da sorumluluğunu üstlenir. Hele dünya görüşü yönünde yerini, konumunu belirleyip sanatı bu yönde yapılandırmaya çabalayan topluluklar, bütün bunlara ek olarak bir başka sıkıntı daha çeker: Yinelemeye düşmeden dünya görüşü doğrultusunda bir sahne plastiği var edebilmek, gerek içerik gerek biçemce kendini yenileyebilmek! Zafer Diper Sözün kısası özel tiyat ro yapmaya girişmek, bir yandan yaşamsal bağlamda var olma savaşımının adıdır, öte yandan sanatsal anlamda kunt bir yapı sunabilmenin de özeti anlamına gelir. Görüldüğünce bütün bu özelliklerinden ötürü sırat köprüsünden geçme eylemidir özel tiyatro yapmak! Bu verileri, Bizim Tiyatro özelinde gözleyebilmek de olası elbette. Hadi diyelim o, yirmi beşinci yılına ulaşmış görece genç bir topluluk, peki kırk yılı aşkın geçmişe sahip AST’ın (Ankara Sanat Tiyatrosu), kırk yıla varan süre boyunca dirençle perde açan Dostlar Tiyatrosu’nun durumu, Bizim Tiyatro’dan çok mu farklı sanki? Diyeceğim, nitelikçe düzeyli tiyatro yapmaya girişen, bir yanıyla toplumcu dünya görüşüne dayalı, öte yanıyla tiyatro sanatının gereği için varını yoğunu harcayan toplulukların işi zor değil, olanaksız neredeyse! Andığım topluluklar, Türk tiyatrosunun birer yüz akı elbette. Bizim Tiyatro da, topluluk olarak Zafer Diper’in yoğun emeğiyle, büyük çabasıyla savaşımını sürdürüyor zaten. olarak yazılıp sahnelenmiş ama hiçbir zaman yayımlanmamış öyle çok oyun var ki, herhalde yüzlerle anılabilir bunların sayısı. Bizim Tiyatro’nun yirmi beşinci yılda özel olarak yayımladığı dergiden öğrendiğimce Diper’in, aslında verimli bir oyun yazarı olduğu görülüyor. Üstelik çocuk oyunları da var onun: Yerli Tarzan, Cüce Dev, Keloğlan, Nasrettin Hoca ve Eşeği. Bunlara iki oyunlaştırması da eklenebilir: Pilli Bebek (Hakkı Özkan’dan), Masalistan (La Fontaine’den). Diper’in oyunlaştırma çalışmaları, doğrudan verimlediklerine göre daha geniş yer tutuyor denebilir. Üstelik yirmi beş yıl önce başladığı bir çalışma yöntemi bu. Gelin bunları sıralayalım şimdi de: Kükreyen Fare, Kurtuluştan Sonra (Şükran Kurdakul’dan), Nâzım (Nâzım Hikmet’ten), Şeytanistan (Nâzım Hikmet’ten), Milena’dan Kafka’ya Mektuplar (Franz Kafka’dan), Dava ya da Faili Meçhul Bir Cinayet (Franz Kafka’dan), Ölümsüz Şarkı (Joan Jara’dan), Devrimi Çok Sevmiştik, Yitik, Çölde Yarış (Bir Afrika söylencesinden), Mavileşme (Derek Jarman’dan), Talan, Kafa Kâğıdı, son olarak Özkıyım. Görüldüğü üzere bu oyunlaştırmaların bir bölümü ilk verimleyicisinden, bir bölümü de kimi metinlerden derleme biçiminde gerçekleştirilmiş. Yazdığı bunca oyunla, başka kaynaklardan yaptığı oyunlaştırma çalışmalarıyla azımsanmayacak bir üretime, hafifsenemeyecek bir dağara sahip Zafer Diper. Onun bu çalışmalara başlarken daha, Şükran Kurdakul’la işbirliğine giriştiği görülebiliyor. Ola ki, Kurdakul’un yazınsal katkısını da yanına almıştır Diper, bu alandaki verimleyiş sürecinde, en azından başlangıç aşamasında. İzleyebildiklerimden, bilgilendiklerimden kalkarak Diper’in gerek oyunlarında gerekse oyunlaştırmalarında ilkin çok sağlam bir oyun çatısı kurmaya giriştiğini savlayabiliriz. Belirli bir dünya görüşüne dayalı tiyatro yapması da zaten onu bu yönde zorluyor olmalı. Kurduğu evrende, buraya yerleştirdiği kişilerde gerçektenlik duygusu yüksek bir inandırıcılık yaratıyor Diper. Metne işlevsel ayrıntılar yerleştirmek, oyunun dramatik dolantılarını tam bir bütünsellikle kurgulamak yolunda giderek ustalaştığı da görülmüyor değil Diper’in. Ama Özkıyım’ın kahramanı Karl Schmitt’in, neredeyse mekanik biri gibi alınışını, özyaşamöyküsü yönünde özel dünyasına neredeyse hiç girilmeyişini yadırgadığımı söylemeden geçmeyeyim. Bu oyunlarda bin emekli bir oyunculukla karşımıza geliyor Zafer Diper. Onu ilk kez Yargı’da izlemiştim, hani şu ünlü oyunda. Kutlamak için kulise girdiğimde, üzerinden çıkardığı fanilasını sıkıyordu o. Damlamıyordu da şıpır şıpır ter iniyordu faniladan, musluktan sızan su gibi. Varın siz düşünün bu yirmi beş yılda kaç teneke ter döktüğünü onun... Son oyunu Özkıyım’da da öyle, sahnede bir ter çiçeği halinde açan oyunculuğuyla, sonrasında yazarlığıyla... Bilmez değilsiniz 27 Mart, Dünya Tiyatro Günü. Bu yirmi beşinci yılında yalnız bırakmayın onu, izleyin Özkıyım’ı (216. 4189549).Zafer Diper’in emek çeşmesi önünde siz de sıraya girin! Dünya Tiyatro Gününüz kutlu olsun! ? SAYFA 29 CUMHURİYET