23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ki Kayboluş(u) Arası Bir Kitabı Bulmak” başlıklı yazıma üç farklı kaynaktan üç değerli katkı geldi. Bu tür yankılar, mesafeyi yenen diyalog partönerleri, adını “Kitap Dünyası” koyduğumuz, sınırları belirsiz bir ortama neden hâlâ umut beslediğimizi gösteren örnekleri oluşturuyor. Ben, kendi payıma, “Kitap Dünyası”nı hem edebiyat ya da kültür dünyasından, hem de yayın dünyasından kesin çizgilerle ayırıyorum; belirgin Enis komşuluk özelliklerine karşın. İki yılı aşkın bir süredir üzerinde çalıştığım, bir kere daha anlatı ile deneme arasında salınan bir yol tutturduğum “Kitap Evi” başlıklı metnimi hakkını vererek bütünlemeyi başarırsam, o dünyanın bileşkenlerine gönlümce ışık düşürmüş olacağım. Şunu söyleyebilirim: Kitap sevgisi, eskimiş bir hümanist parametre değildir; geniş bir saplantı haritası, geniş bir sapkı kataloğu, korkutucu yanları azımsanmayacak sapma belirtileri egemendir bu sevda alanında öyle masum, saf, sevimli bir dünya sanılmasın. “İki Kayboluş(u) Arası Bir Kitabı Bulmak”, karanlıkta elyordamı yazılmış bir denemeydi. Her zamanki gibi gördüklerimi, gördüğümü sandıklarımı bir araya getirmiş, kanılarımla varsayımlarımı aynı harf tespihinde peşpeşe dizmiştim. Gelen yankılar, birden fazla noktada onarım yapılması gerektiğini kanıtlıyor. İstanbul Kitaplığı’ndan Neslihan Yalav, Çelik Gülersoy Vakfı’nda bulunan iki kitaba dikkat çekiyor: “[MAVROYENİ PAŞA]: Un Parisien à Constantinoplu du Viconte René Vigier. Réfutation par l’Ermite d’Alemdağ; [KESNİNBEY: Le Mal d’Orient (Moeurs Turques).] “.İz sürmek isteyenler için işte bir başlangıç noktası. (Yazım yayımlandıktan hemen sonra, Turkuaz’dan Emin Nedret İşli’den, yukarıdaki kitaplardan ilkini edindim). Cumhuriyet Kitap okurlarından Ali Birinci’nin mektubundan olduğu gibi alıyorum: “Enis Batur tarafından yazılan yazıda, meçhul bir şahsiyet olarak bahsedilen, “Le Mal d’Orient” isimli kitabın müellifi Kesnin Bey zannedildiği kadar da meçhul değildir. Tahminim bu isim kendisine İstanbul’da muhatap olduğu insanlar ve tabii Türkler tarafından verilmiş olmalıdır. Asıl ismi EugèneJacques Chesnel olan Kesnin Bey, gazeteci olup 24 Ekim 1850’de Caen’de (Basse Normandie) doğdu ve memleketinde hukuk okudu. Başka memleketleri de gezdikten sonra Türkiye’ye geldi ve 1887’de kitabını Paris’te bastırdı. Kitabının tarihsiz bir de ikinci baskısı bulunuyor. Ansiklopedi ölüm tarihini vermiyor: Dictionnaire de Biographie Française…” Dostum Johann Strauss’tan bir başka yazıda sözetmiştim birkaç yıl önce: “Osmanlı İmparatorluğu’nun gayrımüslim yazarlarının Biobibliyografik Sözlüğü” başlıklı dev araştırması (şimdiden 800 sayfayı aşmış durumda) ne zaman günışığına çıkacak merakla bekliyoruz. O da, mektubunda altını çiziyor; “Alemdağ Münzevisi, benim bildiğim kadarıyla, sertabibi şehriyâri Spiridon Mavrogény Paşa’nın (18161902), bazı yayınlarında kullanmayı seçtiği takma adıdır”. Bu katkılar, ‘karanlıkta elyordamı’ yazarken ne çok şeyi devirdiğimi göstermeye yetiyor, sanırım. Canımı sıkmıyor mu peki, bu türden gaflar yapmış olmak! Hayır, sıkmıyor. Yanlış yapmaktan çok korkuyoruz, özelikle de yanlışınızı yakalayan mal bulmuş mağribi gibi üstünüze gecikmeden geldiği için. Bir gün bu konu konuşuluyordu, Ece Ayhan, “Yanlış dediğin düzeltilir, olur biter” dedi bu kadar basitmiş meğer! Şüphesiz bundan garip bir yorum çıkarmamak gerekir: Yanlış yapmak hoş değil sonuçta, sık yanlış yapmak hiç hoş değil; gene de, ara sıra yanlış “İ BATUR Pervasız Pertavsız ha varmış. Mavroyeni Paşa’nın da, “Alemdağ Münzevisi”nin de kitaplarını çevirtip yayımlamamız gerekmez miydi? Belki o zaman, kayboluş gerekçeleri üzerinde durmamız kolaylaşabilirdi. Buzdağının bir ucu, “Alemdağ Münzevisi”. Üç yıl kadar önceydi, güç bela, cüzzam bağlamında İstanbul’da ve Anadolu’da yaptığı çalışmalarının ürünü kitabı ile “Hadımlar” başlıklı kitabını yayın listesine aldırdığım Zambaco Paşa, o listeden uçup gitmiş. Bizim ne işimize yarayabilir ki bu insanlar, bu kitaplar? Johann Strauss’un sözlüğü okur karşısına çıktığı gün daha da hoyratlaşacak soru. Alemdağ Münzevisinden Mavroyeni Paşa’ya yapıyor olmak, kusursuzluktan muzdarip yaşamaktan daha doğru geliyor bana! VURUN MİNÖRE Mİ? HOYRAT BİR SORU Alemdağ Münzevisi demek Mavroyeni Paşa’ymış. Pek çok bilinmeyenin aralarındaki boşluğu doldurmaya yetiyor bu bilgi. Neden? Mavroyeni Paşa’yı tanıyoruz çünkü. Tanıyor muyuz gerçekten de? Asıl sorun, bana kalırsa burada işte: Kaybolmuş olanın ne kadarı kaybolmamış durumda acaba, biraz bakalım mı? Feza Günergun’un Osmanlı Bilimi Araştırmaları’nda (Cilt 6, sayı 1) yayımladığı “Spiridon Mavroyeni Paşa ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Modern Tıbbın Yayılmasına Katkısı”ndan, II. Abdülhamid’in özel hekimi kimliğiyle tanınan bu renkli ve sisli kişinin, XIX. yüzyılın son çeyreğinin önemli figürleri arasında yer alma nedenlerini bulabiliyoruz: Tıp eğitiminin gelişmesine katkıda bulunmuş, bulaşıcı hastalıklar hakkında araştırmalar kaleme almış, bir tıp dergisi yayımlamış Mavroyeni Paşa’nın padişah üzerindeki etkisine dikkat çekilmiştir. “Alemdağ Münzevisi” takma ismiyle yayımlanan iki reddiyesi dışında, 1891’de basılan, gene Fransızca yazılmış “Türkiye’de Gizli Polis” adlı bir kitabı da Mavroyeni Paşa’yı ya da Zambaco Paşa’yı olduklarından büyük göstermek değil amacım. Gelin görün ki, ne olduklarını, ne kadar olduklarını anlamamız için, her şeyden önce izlerine ulaşmamız gerekmez mi? “Alemdağ Münzevi”sinin, Vigier’nin “İstanbul’da Bir Parisli”sine yazdığı reddiyeyi yeni okuyabildim. Bağlamına oturtulması kolay olmayabilir o kitabın. II. Abdülhamid’in özel hekimi, sultanına ağır bir dille saldıran Fransız yazarını tepelerken, övgü ölçüsünü öylesine kaçırıyor ki, metnin tek yazılma nedeninin yalakalık sayılacağını fark edemiyor (mu? ). Oysa, Vigier’nin perspektifindeki sakatlıklar, önyargılar zaten sarsılmasını hak ediyor; keşke, diyorsunuz, bunu farklı bir konuma yerleşerek yapabilseydi Mavroyeni Paşa. Öte yandan, Vigier’den yetkin bir Fransızca hakimiyeti, bir üslubu olduğu yadsınamaz Paşa’nın; hele Paris’i dünyanın tek merkezi sanan Fransız aydınlarını bir benzetişi var, olağanüstü bir gözlemciliği olduğunu söyleyebilirim. Merakım şu: Vigier’nin “İstanbul’da Bir Parisli”sini de, Mavroyeni Paşa’nın reddiye metnini de gereksiz, önemsiz bulduğumuz için mi çevirtip yayımlamıyoruz, önceliğin orada olmadığı görüşü mü böyle bir girişimin başlatılmasına engel oluyor? “Bunlar minör işler” diyenlere katılabilirim bir yanımla. Öteki yanımla, öteki yarım hemen diklendiği için, “minör”ün önemine inanıyorum. Kaldı ki, “majör” kapsamında neler yapılıyor ki Türkiye’de, “minör”e yer ve vakit katmasın? ÖTEKİ SOKRATES Reddiye ile ilgili son bir açılım: Mavroyeni Paşa, “çok yakın dostu” (Tarabya’daki mezartaşında da yer alan bir ibaredir bu) II. Abdülhamid’e düzenlenen suikastları aktarırken ne denli usta bir anlatıcı olduğunu kanıtlıyor: Padişaha, V. Murad’ın ölümünden dolayı büyük öfke duyan ve onu ortadan kaldırmaya karar veren Sokrates’in öyküsü başka kaynaklardan da izlenebilir belki; ama, burada, Alemdağ Münzevisi’nin birkaç sayfaya ince bir roman sığdırdığı unutulmamalı. Yalnızca o sayfalar adına bile çevrilmeli, yayımlanmalı Reddiye. ? Ayşen BALOĞLU Haftanın Kitabı: Argun Okumuşoğlu / Resimler / Kendi yayını. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 840
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle