22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Sürgün edebiyatı ya da eskiyeni bir açıklama ? Nedim GÜRSEL “S ürgün Edebiyatı’’ konusuna gelince, bu konuda da susmayı yeğlerdim. Nitekim Fethi Naci de, Nicole Zand’ın son kitabımla ilgili olarak Le Monde gazetesinde yazdığı yazıda yanlış bilgiler olduğunu öne sürmüş, beni neredeyse ‘‘sahtekârlık’’la suçlamıştı. Naci’nin Fransızca bilgisini vasatın bir hayli altında varsaydığımdan, Zand’ın yazısından, dolayısıyla da ‘‘Littérature d’exilSürgün Edebiyatı’’ kavramından fazla bir şey anlamasının mümkün olamayacağını düşünmüş, gülüp geçmiştim. Ama benzer eleştiri ve suçlamaları bu kez Paris’te yaşayan Mine G. Saulnier’nin yinelemesi diyelim, ‘‘bardağı taşıran son damla’’ olmasa da, bu açıklamayı zorunlu kıldı. Konuya iki yönden yaklaşılabilir. İlki kişisel, doğrudan özel konumumla ilgili. Şöyle ki: ‘‘Fransız çevirmeni Madame Toscan du Plantier, 1980 darbesi sırasında Fransa’da bulunan, Türkiye’ye dönmemesi için hiçbir neden bulunmayan ve zaten sonradan dönerek askerliğini rahat rahat Türkiye’de yapan, Fransa’da yaşamayı kişisel bir tercih olarak seçmiş Nedim Gürsel için tam bir sayfalık, göz yaşartıcı bir ‘sürgün’ portesi çizmekte’’ diye yazmış Mine Saulnier. Peki, 1980 Eylül’ünde Türkiye’de bulunmadığımı, sonra da yurda rahat rahat döndüğümü nereden biliyor acaba? O dönemde gerçekten acı çekmiş (benim hiçbir zaman böyle bir savım olmadı), hapiste yatmış insanlardan özür dileyerek şu doğruları yazmam gerekiyor: 12 Eylül darbesinde İstanbul’daydım. Doktoramı yeni bitirmiş, İstanbul Fransız Filolojisi’nde bir görev alabilirim umuduyla temelli dönmüştüm. 11 Eylül gecesi Rejans lokantasında yediğimiz yemeğin tadını artık aramızda olmayan Berke Vardar değilse de Tahsin Yücel, Mehmet Rifat Güzelşen ve Osman Senemoğlu herhalde anımsayacaklardır! (Meraklılar için not: Bu ‘‘tad’’ın reçetesi Metin Eloğlu’nun Çukur Muhallebici’de yediği sütlaçtan söz eden şiirinde mevcuttur!) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemesi kararıyla toplattırılan ‘‘Uzun Sürmüş Bir Yaz’’ adlı kitabımda ‘‘devletin güvenlik kuvvetlerini tahkir ve tezyif’’ ettiğim iddiasıyla hakkımda 159. maddeden dava açılmış, hapis istemiyle Selimiye’de yargılandığım için, Mine’nin deyimiyle ‘‘rahat rahat’’ Türkiye’ye dönememiştim. Sözü uzatmaya gerek yok. ‘‘Kadınlar Kitabı’’nın toplatılma öyküsünü, daha gerilere dönersek, Fransa’ya ilk geliş nedenimin kişisel bir tercih değil, ‘‘Halkın Dostları’’ dergisinde yayımlanan bir yazım hakkında yine hapis istemiyle açılan dava olduğunu (ilgilenenler, o dönemlerden benim de payıma karınca kaderince düşeni özveriyle paylaşan sevgili dostum ve avukatım Gülçin Çaylıgil’den sorabilirler) burada anlatmayacağım, hayır! Çünkü bu ve benzeri konuların edebiyatla, yaratıcılıkla pek bir ilgisi olduğuna inanmıyorum. Ama ısrarla 12 Eylül döneminde kitaplarımın toplattırılmış olmasının görmezden gelinerek, Mine’nin de yazdığı gibi ‘‘mahkemece çıkarılan, kitapları toplatılan yazarlara ayıp oluyor’’ gibi sözlerin edilmesine de artık bir son verilmesini istiyorum. Ne Fransa’da, ne de başka bir ülkede, bu gerçeklerin dışında (o da soru sorulduğunda) bir yanıt vermediğimi burada belirtmek zorunda bırakıldığım için de utanıyorum. ‘‘Sürgün Edebiyatı’’ konusuna gelince: Fransızca’da ‘‘exil’’ sözcüğü geniş kapsamlı bir sözcüktür, yalnızca ‘‘siyasal sığınma’’ya indirgenemez. Dileyenler ‘‘Le Petit Robert’’e bakabilirler. Orada, sözcüğün anlam öbekleri arasında, herhangi bir nedenle yurdundan, KİTAP SAYI hatta sevgiliden ayrı yaşamanın da ‘‘exil’’ olduğu örneklerle anlatılır. ‘‘Le benissement’’ sözcüğü siyasi nedenlerle ‘‘terki vatan’’ durumunu daha doğru anlatan bir sözcüktür örneğin. Kaldı ki ‘‘Sürgün’’ sözcüğünü, kullanmayıp ‘‘gurbet edebiyatı’’ desek ne olacak? Fransız üniversitelerinde, bazılarına benim de katılma olanağı bulduğum seminerlerde ‘‘Litterature d’exilSürgün edebiyatı’’ çerçevesinde Homeros (‘‘Odissea’’ ilk sürgün arketipi olduğundan), Hemingway, Miller, Fitzgerald (püriten Amerikan toplumunun ahlak anlayışıyla uyuşamadıklarından), Tahar Ben Jelloun, Juan Goytisolo (Fas’lı olan ilkinin canı Paris’te, İspanyol olan ikincisinin paşa gönlü Marakeş’te yaşamak istediğinden), James Joyce (İngilizce’nin başyapıtı ‘‘Ulysse’’i Trieste’de yazdığından) vb. yazarlar okutulmaktadır. Bu dâhi yazarlarla hâşâ karşılaştırılmak gibi bir büyüklük savım olmadığını özellikle belirterek, Grenoble Üniversitesi’nde iki yıl önceki doktora programına ‘‘Sorguda’’ ve ‘‘Son Tramvay’’ adlı öykü kitaplarımın alındığını ve yine ‘‘özlem ve anadil temalarını yetkinlikle işlediğim’’ gerekçesiyle Prof. Pierrette Renard tarafından onurlandırıldığımı söylemeliyim. Nantes Üniversitesi’nde hakkımda yapılan ‘‘Nedim Gürsel ve Sürgün’’ adlı doktora tezinin de bu çerçevede ele alınması doğru olur. ‘‘Sürgün edebiyatı’’ gerçekten önemli bir konu. Meraklılarına ve Saulnier’ye, ‘‘Anka’’ dergisinin bu konuda hazırladığı özel sayıyı okumalarını öneririm. Orada ve ‘‘Seyir Defteri’’ adlı kitabımda konu ayrıntılarıyla ele alınmış, tartışılıp incelenmiştir. Burada, tümüyle katıldığım Joseph Brodski’nin tanımlamasını vermekle yetineyim: ‘‘Sürgün sözcüğü, bir yazarın, devlet, korku, yoksulluk, sıkıntı nedeniyle yurdundan ayrılması durumunu anlatmaya yetmeyen bir sözcük kuşkusuz’’. Bir de şunu ekliyor Brodski: ‘‘Biz yazarlar için sürgün her şeyden önce bir dil olgusudur. Anadil bilincini geliştirir çünkü. Ve ona sığınışın ya da ondan kopuşun koşullarını oluşturur.’’ Mine Saulnier, bu konuların tartışıldığı ve Ataol Behramoğlu, Demir Özlü, Lâtife Tekin, Zafer Şenocak ve benim katıldığımız panele gelseydi ya da hiç olmazsa bana bir telefon ediverseydi, belki de bütün bu açıklamaların bir gereği kalmayacaktı. Saulnier, eksik olmasın, kendimi Paris’te sürgünde bir yazar olarak tanıtma çabasında olmadığımı, ama başkalarının beni bu gözle görmek istediklerini yazıyor. Umarım, bu açıklamaların ışığında, sürgün konusu ve benim konumum biraz açıklık kazanmıştır. Yukarıda, Metin Eloğlu’nun şiriine gönderme yaptığımı özellikle belirttim. Çünkü çevirmenim AnneMarie Toscan du Plantier (kuşkusuz Fransız okurların bildiklerini varsaydığından ) ‘‘Nedim Gürsel için Paris acının başkenti’’ diye yazarken, gerçekte benim acılar içinde yaşadığımı, hatta 12 Eylül işkence tezgâhlarından geçirildiğimi değil, Paul Eluard’ın ‘‘Capitale de la Douleur Acının Başkenti’’ adlı şiir kitabına görderme yaptığını Belirtmemiş. Burada belirtiyorum, oldu mu? Sartre ‘‘cehennem başkalarıdır’’ dediğinde, herhalde sokaktan geçen insanların ağızlarından, kulak ve burun deliklerinden alevler fışkırdığını söylemek istemiyordu. Ama cehennem, galiba gerçekten, ‘‘başkaları’’. Milliyet Sanat Dergisi yöneticilerinden ve okurlarından da özür diliyorum. Uzun yıllar bu dergide yazılar yazdım, Paris’teki sanat etkinliklerinden, yazarlardan, yazın sorunlarından söz eden. Derginin sayfalarını bu kez böyle gereksiz yere işgal etttiğim için üzgünüm. ? 840 SAYFA 27 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle