05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? na nasıl baktığını şair sezişimle algılarım, dünya görüşümle yorumlarım. Bunları söylemeyip üstünden geçsem daha mı iyi olacaktı? Şiir sokağa, insana, yaşama giderek yabancılaşıyor. Oysa sizin şiirinizin toplumcu bir yanı var. Toplumcu şiir hakkında ne düşünüyorsunuz? Şiirin topluma yabancılaşmasında toplumcu şairlerin rolü var mı? Şiirin, bireysel bir yaratım olmasına karşın, tümüyle toplumcu olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü edebiyat, şiir, genel olarak sanat insanlar arası ilişkileri konu edinir. Bilim ise doğayı değiştirip dönüştürerek insanın yararına sunma işidir. Bu iki başat uğraşımız, bu diyalektik olgu karşısında sanatın toplumcu olmaktan başka gidebileceği yol yoktur. Yoksa ortaya çıkan ürün, şairin kendi içinde mızıldanması olur ki, o da ne sizi ne beni ilgilendirir. Bu şu demek, şiir insanın ortak özlemlerini yakalayamazsa sanat olma niteliğini kazanamaz. Dünyada emeksermaye çelişkisi olduğu sürece toplumsalcılıktan kaçmamız olanaklı değildir. Reel sosyalizmin bugün için gücünü yitirmesi, sosyalist dünya görüşünün de ortadan kalktığı anlamına gelmez, çünkü insan ve onun emeği, onun yarattığı değer her şeyin üstündedir; yoksa kendimizi yadsımış oluruz. Şiirin topluma yabancılaşması ya da toplumun doğrudan şiire ve dolayısıyla sanata yabancılaşması bir yanılsamanın sonucudur. İnsan günün birinde kendi gerçeğini görecek. Kredi kartı ile alışveriş etmek cazip gelebilir, ama onun bir de geri ödenmesi var. İş oraya gelip dayandığı zaman kapitalizmin yanılgısı, yanılsaması kendini deşifre etmiş olacak. İşte Marks’ın, anamalcı dizgeyi kendi içindeki hastalığın, kendi çelişkilerinin bitirecek olduğunu söylemesi budur, bir küçük örnekle anlatmak gerekirse. Şiirin topluma yabancılaşmasında toplumcu şairlerin değil ama, kendini şair sananların rolü var. Yozlaşmayı ve popülizmi bir üslup gibi sunarak "makbul şair" olma peşinde koşmak cehalettir, yanılgıdır, modadır, çıkmaz sokaktır, teslimiyetçiliktir. Şiir, sözü güzel söylemeden olmaz ama, güzel söz söyleme işi de değildir. Günümüzde güzel söylemekten ve güzel sözden vazgeçtik, birtakım şairler başkalarını ilgilendirmeyecek olan, insanı iç zenginliği bakımından donatmayan söz oyunlarının peşinde koşuyor. Muzaffer İlhan Erdost’un dediği gibi, şiir anlamsızın sınırına kadar özgürdür, ama insanı dışlamaması koşuluyla. Şiirde her türlü arayışa gerek vardır; ne ki bu arayış, bizi aşınmış duyarlıklardan kurtaracaksa gereklidir. Yani şiiri dilin gerinmesi olarak düşünebiliriz, dilin miskinliğinden sıyrılmasıdır şiir belki de. Şairler bunu gözardı ettikleri anda hem şiirin topluma, hem toplum şiire yabancılaşması kaçınılmaz olur. Hayatın, aşkın ve geleceğin halleri Yorgun Denge, kuruluş biçimiyle bireyden bireye, bireyden topluma, toplumdan topluma, toplumdan bireye gidişgeliş ve dönüşlerden oluşan diyalektik bir yapıt. Bu söylemin omurgasını insan ve onun bin bir kılıktaki halleri oluşturuyor. ? Aydın ŞİMŞEK üseyin Atabaş’ın şiirinde son yıllarda belirgin bir şekilde öne çıkan, şiir dilinin yatay özelliği Yorgun Denge adlı son kitabında zirveye ulaştı. Bütünlüğüyle 2005 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülün’ü de alan yapıt giderek disiplinler arasındaki yakınlaşmayı da göstererek düzyazının olanaklarından da yararlanıyor. Bu özelliğiyle şiirlerdeki yapı yer yer yerleşik kuralların dışına çıkarak kendini açıkça ve yalın olarak “anlaşılabilirlikle” sınırlıyor. Atabaş, bir bakıma son yıllarda anlam katmanında savrulmalar yaşayan şiirimiz için, yeniden gelenekçi/modernist söylemeyi öneriyor. Nedir Yorgun Denge’de gözüken gelenekçi/modernist yaklaşımlar: Öncelikle şiirin bir dil işçiliği olduğu olgusuna bakılırsa, Atabaş bu yapıtta yer alan tüm şiirlerde her sözcüğü, her dizeyi ciddi ciddi tartmış, onların ağılıklarına, yapı içerisinde yer alışlarına oldukça emek vermiş. Bu emek verme işi, doğaldır ki bir tek şiirin yazılma süreciyle sınırlı değil. Atabaş tam kırk beş yıllık bir zaman dilimi, daha doğrusu bir ömür ayırmış bu işe. Böylece, en zor söyleme biçiminin “yalın” söyleyebilme olduğu düşünülürse, yapıtın tümünde herhangi bir biçim ve içerik kaosuna düşmeden, çok açık, yalın ve derin dizeler, şiirler oluşturmuş. Yer yer şiirin yapısıyla uyumlu olmayacak olan yaygın söyleme ve gövde olarak gündelik dile yaslanmış olması da, onun dilin içerisinde kalma istemidir. Kitaptaki şiirlerde öne çıkan bir başka özelliğiyse bu şiirlerin, hemen tüm şiir yaşamı boyunca Atabaş’ın “inceliklerin” şairi oluşuyla ilgilidir. Ama Yorgun Denge, zaman şiirleridir. Önceki kitaplarındaki geçicilik duygusunun yerini bu şiirlerinin tümünde zamana karşıt bir dil kurgusu almıştır. Yorgun Denge’nin dinamikleri zamana rağmen yazılan şiirlerdir. Zamanın yoğun olarak eskiten, unutturan ve kayıt dışına iten özellikleri anımsandığında, bu şiirlerin zamana rağmen yazılması anlamını bulacaktır. Zaman burgacında Yorgun Denge, kesitler halinde şiir yaşamı süren bir şairin manifestosu gibi durmakta. Buradaki dilsel öngörünün biçimsel olarak kurulmuş olması da çok az şairde belirginleşen; biçimin, içeriğin çalışma alanı olduğunu duyumsatmasıyla açıklanabilir. Salt bu nedenle bile Yorgun Denge için, bir biçim çalışmasıdır denilebilir. Aslında biçimin alan olarak kendine açtığı ve bütünleştiği içerik Atabaş şiirinde belirgin bir özelliktir. Özellikle dizelerin birbirleriyle bağlantıları ve uzunlukları mimari bir estetik oluşumuna da, görsel bir tutunmaya da olanak veriyor: min ipuçlarını verir bize. Hem de hiç geri çekilmeden, bir meydan okuma edasını da saklı tutarak: Kumrular Sokağı’nın haberi yok, biz sokağa küs iki kumruyuz seninle… Her yapıt öznesinin sürekliliğini, yaşadığı değişim ve dönüşümleri, yol ayrımlarını, kırılmaları da içeriğinde barındırır. Yorgun Denge’de şairin sürekliliği, önceki şiirlerinden ve kitaplarından aldığı elin daha da gelişip derinleşerek sürdüğünü gösteriyor. Özellikle Atabaş’ın toplumcu duyarlığı birey bilinci içerisindeki yerini buluyor. Bu, şairin belirgin bir duruş ve dünyaya bakış içerisinde olduğunu göstermektedir. Kaldı ki yaratıcı öznenin gündelik (verili) dil ve anlam alanlarından kopuşunu sağlayacak olan da bu dünya görüşüdür. Böylesine büyük kırılmaların yaşandığı bir dünyada şair, şairce duruşunda mutlak anlamda kendini dünyayla ilintilendirmelidir. Yorgun Denge bu açıdan çok çağrışımlı, katmanlı bir dil üzerine kurulmuştur. Bir yandan estetize edilmiş politik bir duyarlılık, diğer yandan da şiirin kendisi için amaç edinilmiş olması tüm süreçlerin insani olduğunu ve politik bakımdan yararlı olanlarla estetik bakımdan yararlı olanların bir arada olabileceğine işaret eder: Büyük hüner artık bala tuz katmak ve kekre bir sofradır insana dünya. Farkına kim varacak üşüyen çocukların yaşadığımız çağın gözü yaşlıysa? İşe bakın ki garip gelmiyor kimselere Yaşamak; barış yaya, savaş atlıysa… Yorgun Denge’de örtük bir başka duygu da sevi/aşktır. Atabaş şiirinin lirizmini aşk ve sevi oluşturmaktadır. Her şiirde söylemin gücü kendine bir lirik alan bulur ve bu alanın okur için kurulması ise aşkın tematikliğiyle işaretlenir. Bir bakıma kendisini kuran şeyin de bunlar olduğunu söyler şair. İnsani ve varoluşsal değerlerdir bu ögeler. Böylelikle “ben” ile “öteki” arasındaki yabancılaşma, insani ve varoluşsal olanla (sevgi ve aşkla) aşkınlaştırılarak içkinleştirilir. Denilebilir ki; şiir dil için de bir üst dil ise, Atabaş şiirinde de “sevi ve aşk” bir üst dildir. Yorgun Denge’nin kodlarını da bu üst dil örgüler ve örgütler: Ben seni unutmuş başkasını sevmiştim, iyi ki geldin. Aşk dediğin insanı alıp uzun yollarda koşturmalı, dağları delip suyu unutturmalı, herkese sonsuz umut… İçimde kırılan dalın bıraktığı boşluk; yoksuluz ve derin özlemler peşindeyim. Nicedir bulutların ay ülkesindeki düş ve ışığın epridiği yerde gölgeydim… Sunu İyi ki geldin umudum, canım efendim. Yorgun Denge, kuruluş biçimiyle, bireyden bireye, bireyden topluma, toplumdan topluma, toplumdan bireye gidişgeliş ve dönüşlerden oluşan diyalektik bir yapıt. Bu söylemin omurgasını insan ve onun bin bir kılıktaki halleri oluşturuyor. Bazen kendine amaç olanlar, yine kendisi için amaç olanları manipüle ediyor, bazen de her amaç kendini gerçekleştirmek için akıldan, sağduyudan ve ilişkiler dünyasından kaçmaya, kaçınmaya çalışıyor. Tüm bunları içine alan Yorgun Denge elbette ki insanın yoruculuğunun ve ilişkilerinin toplamından bir birliktelik çıkartıyor şiirimize: Her şeye karşın aslolan insandır ve bu sürecin kendi ömrü içerisinde tanıklığını yaşayan şairin de insansallığa bir dil dokuyarak yeni ses, duygu, düşünce derinliği getirmesi olağandır. Yorgun Denge’de şair Hüseyin Atabaş’ın yaptığı da bir çoğalmadır. Gündelik hayatın hızını yavaşlatan ve algı/duygu dünyamızı hayata yönelten bir şiirsel çoğaltmadır. Değil mi ki şiir bir duyarlık alanı oluşturma ve insanın iç dünyasını zenginleştirme işidir. İşte onu bizim kılan bir şiirden, Sana Sunu başlıklı şiirden beş dize: Dışarda mırıl mırıl bir ilkyaz günü, bende garip bir coşku; sende sevilmiş, okşanmış, açmaya teşne hercai bir gül. Sana gelmeyi istedim birden, birdenbire kendimden kaçar gibi girdim içeri. H TOPLUMCU GERÇEKÇİLİK Kendinizi bir kuşağa dahil ediyor musunuz? Eğer dahil ediyorsanız ve bu kuşak içindeki yerinizi değerlendirir misiniz? Benim, 1960 toplumcu gerçekçi deneyimin birikimini 1970’lerin toplumcu gerçekçi şiir devinimine bağlayanlardan olduğumu söyleyenler oldu. Bilinen tanımı ile söylersek, elbette toplumcugerçekçi bir şairim. Toplumcu gerçekçilik, dünya şiir tarihi içinde bir ekoldür. Ancak "kuşak" bana göre aynı duyarlıkları paylaşan ve aynı dönemde yaşamış olmakla ilgilidir, bir ekol değildir. Türkiye şiirinde de öyle özgün bir ekol yoktur. Kimi bilinçle, kimi el yordamıyla Batıdan alınmış özenmeler vardır. Biz kendi şiir geleneğimizden bir ekol çıkarabilmiş değiliz. Gerçi bu da bir eksiklik değildir, ama bunu yapabilmiş olsaydık dünya şiirine çok önemli katkımız olurdu… Benim nasıl bir toplumcu gerçekçilik anlayışımın olduğunu, sanıyorum başından beri konuştuklarımızdan çıkarmak mümkündür. Önemli olan, bağımsız bir şair kimliği edinebilmektir. Başarabilene ne mutlu. Aslında günümüz insanının "hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun" anlayışı içinde yeni bir sanat hareketinin, ekolünün oluşması da olanaklı değildir. Belki "kirlenmek güzeldir" gibi modalar ortaya çıkabilir ki, o da bana ve benim gibi düşünenlere göre bir iş değil. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI zamana güvenen şiirler yazmak isterdim bıraksa dünyanın hali: K a v g a l a r, savaşlar, sömürü… Yüzü aşındı utanmanın; övünmesin insan artık başarılarıyla, usandım geçmişi özlemle yanılsamaktan. Kitap boyunca şiirlerin sonuna yerleştirilmiş olan “sunu” bölümleri de bu biçimi destekleyen ana unsurlardan birisidir. “Sunu”lar hem bizde hem de dünya edebiyatında yapılan, bir nevi şiiri ait kılmaya da yönelik nazireler, ithaflar, jestler taşıyan şiirsel yaklaşımlardır. 1980’li yılların başlarında ve daha önceleri İlhan Berk birçok şiirinde bu biçimi kullanarak, modern şiir içerisinde biçimsel bir zenginlik duyumsatmıştı. Atabaş’daki “sunu” İlhan Berk’ten farklı olarak aynı zamanda toplumsal bir hafıza için de tasarruf edilir, Eriyik başlıklı şiirde olduğu gibi: ........... Sunu Bilirsin, her rüzgâr mevsiminde esrirdi; şimdi ben eski esintimde arıyorum kendimi ve herkes kendi umarsızlığında eriyik… Bir başka “sunu”da ise, yeri geldiğinde değineceğimiz bireysel liriz ? Yorgun Denge / Hüseyin Atabaş / Papirüs Yayınları / Ekim 2005 / 64 sayfa. 840 SAYFA 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle