Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hüseyin Atabaş'la Ceyhun Atuf Kansu Ödülü alan kitabını konuştuk ‘Sömürü düzeni dünyanın lirizmini bitirdi!’ ama kontrolüm altında tutarım. Bu da, övünmek gibi olmasın, ne yaptığını bilen şairin hüneridir. Yoksa söz alır başını gider, ortaya tatsız bir söz salatası çıkar. Benim yaptığım o tatsızlığı önlemek becerisi ile ilgili bir şeydir. Ayrıca, "sunu" bölümü şairin kendini disipline etmesine yarayan, şiiri bir noktada yoğunlaştırmayı sağlayan bir olanaktır benim için. Ben kendimi disipline etme bağlamında başka çalışmalar da yaptım; hece ölçüsüyle yazmayı denedim, soneler ve baladlar yazdım örneğin. Buna benzer çalışmaları her şair yapmalıdır kanımca, yakın zamanlara kadar yapanlar vardı. Bizim şiir geleneğimizden bu yolda yararlananlar oldu. Çok daha eskilerden, on altıncı yüzyıl şairlerinden Gelibolulu Ali (15411600), Divan şiiri içinde, şiirin o zamanki biçimsel ve semantik tutuculuğunu aşmayı deneyen, değişmez olduğu sanılan mazmunların dışına çıkan önemli bir şairdi. Bugün de şiir ölçüyü, uyağı, katı biçim disiplinlerini kapı dışarı ettiyse, bu, şiir kendi başına buyruk avarelik etsin diye değildir. Özgürlük içinde yeni özgünlüklere yelken açabilsin, günümüzün karmaşık ilişkilerini daha bir derinlikle, renklilikle sunabilsin diyedir. "Garip" hareketinin bizim şiirimize, daha doğrusu okurumuza yaptığı en büyük kötülük, endazeyi kaçırarak şiirin basit söz oyunlarından, espriden ibaret olduğu sanısını uyandırması, dolayısıyla şiiri ‘ayağa düşürmüş’ olmasıdır. Bunu okur ölçeğinde hâlâ aşabilmiş değiliz, ama sanırım basitliğe düşmeden, duru bir şiir disipliniyle aşabiliriz, aşmalıyız da. Kuşkusuz şiire bir "sunu" bölümü koymayı ben bulmuş değilim ama, benim şiirlerimdeki "sunu" bölümünü, söylediklerim bağlamında, şairin poetik disiplinine küçücük bir katkı, hem biçimsel hem de semantik bir zenginlik olarak düşünmek doğru olur. anlatılması." karşılığını buluruz. Benim bu kitabımda lirizmin pek duyumsanmaması ki ben öyle düşünmüyorum dünyanın ve ülkemin hali pür melali ile de ilgili olabilir. ‘Yeni Dünya Düzeni’ denilen sömürü düzeneği dünyanın lirizmini bitirdi çünkü. Eh, ben de bu dünyada yaşadığıma göre, nasıl coşkulu şiirler söyleyeyim ki? Toplumsal olayların sanatı etkilediği gerçeğini gözden ırak tutamayız. Eskiden, sanatın toplumu etkilediği de söylenirdi, şimdi o sözün yerinde yeller esiyor. Burada, "Peki, öyleyse neden sanat yapıyorsun, şiir yazıyorsun?" diye sorabilirsiniz. "Kendimi kandırmak!), kendimi sağaltmak için" derim. İşte, o "depresyon" durumu buradan ortaya çıkıyor olabilir!.. Kitabınızda üç temel izlek ortaya çıkıyor: Ömür, özlem ve ölüm. Neye özlem, nasıl ömür, niye ölüm? Ben şiirin geniş yorum payı bırakan bir söz sanatı olduğunu düşünürüm. Benim yaptığımı, "Niçin böyle yaptınız?" diye bana sorarsanız, şiirin anlam katmanlarını ortadan kaldırmış olmaz mıyız? Hani bu şeye benziyor: Okullarda öğretmen öğrenciye "Bu şiiri düzyazıya çevir" diye ödev verir ya, ona benziyor. Be kardeşim, o şiir düzyazıya çevrilecekse adam onu niçin düzyazı olarak yazmamış ki? Eğer şair düşüncelerini, duyarlıklarını şiir olarak yazmayı gereksinmeseydi, öyle yazmazdı. İnsan şiirsel söyleme gereksinim duymasaydı onu bulur muydu? İnsanoğlu gereksinim duymadan hiçbir şeyi ortaya koymaz. Sorunuza gelince: Neye özlem? İnsan gibi insan olmaya özlem; paylaşmayı, koklaşmayı, sevişmeyi bilen insana özlem. Nasıl ömür? İnsan gibi yaşanacak bir ömür. Niye ölüm? İnsanın kaçınılmaz sonu, en büyük trajedisi olduğu için ölüm! İnsanoğlu bir yandan öldürdü, öte yandan ölümsüzlüğü aradı. İşte bu durum onun en büyük dramı, en büyük çelişkisidir. Oysa insan ölümün umarını bulduğu anda ölmüş olacak asıl! O zaman ömür dediğimiz şeyin tadı kalmayacak, yavanlaşacak; çünkü lezzet az olanın bıraktığı özlemden başka bir şey olmasa gerek… Ama bu temel izleklerin yanında, şiirimin izlekleri bunlarla sınırlı değil, dikkat edilirse daha belirgin izlekler bulunabilir şiirimde sanıyorum. Yaşam o kadar çeşitli, o kadar varsıl, o kadar da karmaşık ki onu bir iki izlekle sınırlayamayız. "Peki, şiir yaşam mı?" derseniz, "Evet, şiir yaşamdır." derim. Ama nasıl bir yaşam? Olumlulukları ve olumsuzluklarıyla estetize edilmiş bir yaşam. Bize öğretilenlerden, dayatılanlardan, koşullandırmalardan farklı da yaşanabileceğini duyumsamak ve duyumsatmak, yani bölüşerek varsıllaşmak. Yoksa neden şiir yazalım, sanat yapalım ki? çok kalabalık bir köy meydanı; tüm yasakların, kurnazlıkların, sınır kavgalarının, küçük mülkiyet tutkusunun revaçta olduğu bir Türkiye yani! Yazdığım aşk şiirleriyle tüm bu olumsuzlukları delmeye çalışan bir Donkişot’um! Alman yapısı Sıhhiye Köprüsü; faşizme, daha doğrusu sivil faşizme bir gönderme, bir eleştiri. Aslında ben, Ankara’nın olması gereken vicdanını seviyorum! Kalbimin üstüne kulağınızı koyun, Ankara’ya ne kadar benzediğimi duyumsarsınız! GERÇEK HÜMÜANİZM... "Kendime Bakınca" adlı şiirinizdeki "Onlarda hep bir kuyruk sallama alışkanlığı", "İğde Kokusu" adlı şiirinizdeki "Güneş kızların eteklerinde doğuyor hâlâ" ve "Bozgun" adlı şiirinizdeki "Dişi, oynak ve içrekti büyük denizler" dizeleri feminist bir bakış açısıyla okunduğunda rahatsız ediyor. Yanılıyor muyuz acaba? Sizin bakışınızdan kadın nasıl görünüyor? Şiirin bütünü içinden öyle cımbızla sözcükler ve dizeler çekerseniz sizinle kolay anlaşamayız, dersem, umarım alınmazsınız! Siz benim dünya görüşümü de, insana ve kadına nasıl baktığımı biliyorsunuz. Ama elbette okurlarımızın da bilmesi için anlatmalıyım: Ben, kentsoylunun iki yüzlü hümanizminden yana değilim, gerçek hümanizmin sosyalizmde olduğuna inanıyorum. Bu bakımdan, kadınlara önce insan gözüyle, erkek olarak da elmanın iki yarısından biri olarak bakıyorum: Yaşamın çilesini birlikte çeken, onu birlikte çirkinleştiren ve güzelleştiren iki insan kadın ve erkek. Yani, kadın elbette dişidir ama bu durum onun da benim gibi bir insan olduğunu görmeme engel değil. Tüm canlılarda varolan cinselliği incelterek, aşkı birlikte yaratan da bu iki insan değil mi? İsterseniz, kadınlar her anlamda özgürlüklerini elde etseler de biz erkekler kurtulsak, gibi bir şaka da yapabilirim! Anadolu kentlerinde ortaokul, lise öğrencisiyken, kız arkadaşlarımızdan birinin eteğini rüzgâr şöyle bir savursa da ortalık aydınlansa diye beklerdik, bunu saklamanın gereği var mı? Bu durumu günümüzün gençleri de farklı bağlamlarda yaşıyorlar sanırım. Benim yaptığım, yaşanamayanlara bir eleştiri olarak algılanamıyor mu? Şiir bağlamında asıl sorun ne biliyor musunuz? Benim şiirim teması ve göndermeleri olan bir şiirdir: şiirde bütünlüğe önem veririm, bütünlüğü ve yaşamla bağlantıyı şiirin olmazsa olmazlarından sayarım. Burada asıl önemli olanı gözden kaçırmıyor muyuz? Toplumcu şiir dediğimiz yalnızca maddi adaletsizliklerden mi söz eder? İnsanların iç fukaralığını, kültürsüzlüğünü, düzey düşüklüğünü, yoksunluklarını şairin görmemesi olanaklı mı? Ayrıca, biraz önce "şair beni" diye bir şeyden söz ettim. Şairin her söylediği neden o yaptı, o etti diye düşünülür ki? Bir şair arkadaşımın eşi, kitabımın arka kapağına koyduğum şiiri okumuş ve "Bunun eşi okuma yazma bilmiyor mu? Adam burada her şeyi söylüyor!" demiş. Benim söylerim bu toplumun gerçekleri değil mi? Ne dersiniz, eğer kuyruk sallayan kadınlar varsa, o da bu toplumun ayıplarından değil mi? Ben de bu ataerkil toplumda erkek olarak yaşayan bir bireyim. Bu toplumun kültürüyle beslendim, bu toplumun erkeklerinin genel olarak kadıKİTAP SAYI Hüseyin Atabaş 'Yorgun Denge' adlı dosyasıyla 2005 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'ne katılmış ve bu ödülü almıştı. O dosya şimdi kitaplaştı. Atabaş'la kitabını konuştuk. ? Türkân YEŞİLYURT Emel GÜZ 005 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü alan dosyanız geçen yılın sonuna doğru kitaplaştı. Kırk beşinci sanat yılınızda çıkan "Yorgun Denge" adlı bu kitabınız, şiir yaşamınızın bir özeti mi? Öyle mi görünüyor? Sanmam, Yorgun Denge benim şiirimin geldiği son nokta bile olmasa gerek. Çünkü ben hâlâ yazmayı sürdüren bir şairim. Yazıyor olmak yeni arayışlar, yeni tatlar, yeni şiir varsıllıkları peşinde olmak demektir. Sorunuzla eğer yaşlandığımı ima etmek istiyorsanız yanılıyorsunuz! Şiirime başından beri bakın, bunu anlarsınız! Sanat, özellikle de şiir bir iç varsıllığı, bir beğeni düzeyi oluşturma, yükseltme işidir. Buna estetik diyoruz. İnsanın en yavaş yaşlanan, belki de hiç yaşlanmayan yeri gönlüdür. Durum böyle olduğu sürece şiirime bir toplam çizgisi de çekmeyeceğim, haberiniz olsun!.. Bu kitaptaki birçok şiiriniz bir "Sunu" bölümü ile bitiyor. Buna neden gerek duydunuz? "Sunu" bölümü Batı şiirinde, şairin o şiir özelinde söz torbasının ağzını bağladığı, belki de açtığı yerdir. Kuşkusuz şiir, şairin istediği yerde değil, bitmek istediği yerde biter. Şaire düşen bunun ayrımına varmaktır, şiiri kontrolü altında tutmaktır. Ben başından beri, bir "sunu" bölümü eklesem de eklemesem de şiiri bir vurgu ile bitiririm. Bu bölümü ekleyerek bitişi biraz daha belirginleştirmek, yoğunlaştırmak istedim. Bununla ‘şiiri istediğim yerde bitirebilirim’ de demiyorum, 2 LİRİK ATMOSFER Genel olarak şiirinize egemen olan lirik atmosfer bu kitapta, lirik sözcüklere rağmen, pek hissedilmiyor. Hatta bazen tek bir şiirde farklı ruh halleri görülüyor. Bu, geçen yılların kâğıda geçirdiği bir depresyon mu? Önce şu "depresyon" sözünü anlaşılır dile çevirelim: Sanırım sorduğunuz anlamda depresyon; "uyaranlara karşı duyarlığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin yiterek umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi", yani ruhsal çöküntü demek. Kişisel olarak kendimde böyle bir boşluk oluştuğunu henüz sanmıyorum. Tersine, böyle bir görüntü vehmine kapılmanız, benim kendimden emin oluşumun bir yansıması olabilir, çünkü ben alçakgönüllü kişiliğe sahip bir insanım. Sorunuza dönecek olursak, sözcükler tek başlarına ne liriktirler ne de durağan. Şiirlerimi "şair beni"ni odak alarak söylerim. Bu da benim lirik şiirler yazdığımı gösterir. Hani Melih Cevdet Anday ne diyordu: "Şair ben derse lirik olur." Lirik olmayı coşkulu olmakla eş anlamda alıyorsanız, sözcükler tek başlarına ya da sözlük anlamlarıyla coşkulu da değillerdir. "Lirizm" sözcüğünün basit bir sözlükte anlamına bakarsak zaten; "kişisel duyguların, iç dünyanın esin yoluyla (ne demekse?), coşkulu ve etkili bir biçimde ÖZLEMEYİ ÖĞRENDİM... "Özlemeyi Öğrendim" adlı şiirinizde geçen, "Mevsimleri umursayın benden sonra gelenler, / benden size bu özlem, bu nasihat kalacak." dizelerinde pişmanlık mı, hüzün mü, yaşanmamışlık mı var? Hepsi ve daha fazlası!.. Kumrular Sokağı, Kızılay, Sıhhiye Köprüsü ile bütün olarak Ankara önemli bir yer tutuyor şiirlerinizde. Ankara’ya ne kadar benziyorsunuz? Ben Ankara bozkırını, hele hele o bozkırda kızıllıklar içindeki gün batımlarının romantizmini seven mavi bir deniz özlemiyim: Kumrular Sokağı; artık kumruları olmayan bir yokluğun ve yoksunluğun ifadesi. Kızılay ? SAYFA 24 CUMHURİYET 840