23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Edebiyatta Çalıntı ? Kubilây AKTULUM on yirmi otuz yıldır hem kendi ülkemizde hem de Batı ülkelerinde aşırmadan çokça söz edilmektedir. Gazetelerde, dergilerde yer alan yazılarda yazarların birbirlerini sıklıkla aşırmacılıkla suçladıklarına tanık oluyoruz. Yazınsal sahtecilik suçlamaları artık mahkemelerin ele aldıkları konular arasına girmiştir. Yalnızca yazınsal alanda değil, sinemada, müzikte, mimaride, fotoğrafta vb. aşırmaya denk gelen uygulamalara sıklıkla rastlanmaktadır. Oysa son dönemlere kadar aşırma bir ‘dram’ olarak görülmüyor, ne aşırmadan, ne yazar haklarından bu denli fazla söz edilmiyor, tersine aşırma örnek alınan, (gizlice) alıntılan yazara ‘saygısını belirtme’ biçiminde algılanıyordu. Bilgisayarın ve internetin yaşamımızın her anını belirlediği, bilginin hızla yayıldığı, ülkelerarası ilişkilerin yoğun olduğu günümüz anamalcı koşullarında artık kitaplar ticari nesneler, yazarlar ise yalnızca ‘içerik sağlayıcılar’ olarak görüldüklerine göre aşırmanın önüne geçmek fazla olası gözükmemektedir. Yayınevi sahiplerinin ticari kaygıları nedeniyle aşırma olayları sürekli gündeme gelmektedir. Başlangıçta ‘kesyapıştır’ anlayışını yaşamımıza sokan bilgisayar kültürü bilginin para ödenmeden ve serbestçe dolaşımına olanak sağlamıştır. Böylelikle her şey kamunun malıdır anlayışı yerleşmiş, kuramsal düzlemde Barthes ve Foucault’nun tanımladıkları gibi, yazar ölüme gönderilmiştir. İsteyen istediğinden serbestçe kopyalıyor, Web sitelerinden metinleri, resimleri, müzik parçalarını hiçbir karşılık olmadan indirebiliyordu. Ancak bir süre sonra yazarlar yapıtlarının karşılığında bir ücret alabilmek, alamadıklarında ise mahkemelere başvurmak yoluna gitmeye başladılar. Özellikle Avrupa ülkelerinde önceleri serbestçe uygulanan kitapları fotokopi yoluyla çoğaltma işlemine üniversite çevrelerinde yasaklamalar getirildi, yayınevi sahipleri kitapların iç kapaklarına fotokopi çekmenin kitabı öldürmek, yazarın ileride yapacağı çalışmaların önünü kesmek olduğunu belirten yazılar koymaktan geri durmadılar. Yine, örneğin, kimi mimarlar bir karşılık ödenmeden kartpostallar üzerinde kendi yapıtlarına yer verilmesine karşı çıkmışlardır. Bu türden bireysel ve yasal önlemlere bağlı olarak aşırma davaları sık sık gündeme gelir olmuştur. Yazarlık hakları yasalarla koruma altına alınınca aşırma yazarların korkulu rüyası durumuna gelmiştir. Malcolm Lowry ‘Audessous du Volcan’da bilmeden aşırma yapmakla suçlanacağını bir takınak durumuna getirir: S aşırma: "Düşler gibi, kitaplar da bütünüyle bize ait değildirler ve belki de, onları kendimiz yazsak da bilmediğimiz varlıklar, alıntılanmış sözlerle hep doludurlar." (Schneider, 1985: 12) Bir metin öyleyse özgül parçalardan, göndermelerden, rastlantılardan, bilinçsiz anımsamalardan ya da bir yazarın isteyerek, bilerek yer verdiği alıntılardan oluşur. Aşırma aslında yaşamımızın her anını belirlemektedir: mimari, sinema, televizyon, giyim, müzik, üniversitelerdeki bilimsel çalışmalar, otomobil, yemek vd. her alanda şu ya da bu biçimde aşırma ya da alıntı (açık ya da kapalı) betilerine yoğun olarak rastlanmaktadır. Özellikle bizi burada ilgilendiren yazınsal alana geldiğimizde, aşırmanın yalnızca Türk yazınında değil, Batı yazınlarında da başından günümüze gelinceye değin yoğun olarak rastlanan bir olgu olduğunu anımsatalım. Türk yazınında aşırmanın sıklıkla gündeme geldiğini, kimi Türk yazarlarının diğer ülke yazarlarından aşırmalar yaptıklarını (bilindiği gibi, son zamanlarda en fazla Ahmet Altan ve Orhan Pamuk aşırmayla suçlanmışlardır) kanıtlamaya uğraşan yazın alanından olduğu kadar yazın dışından da çok sayıda araştırmacının bulunduğunu, Türk yazın tarihi içerisinde çok sayıda yazarın aşırmacılık konusundaki sicillerinin pek de temiz olmadıklarını kimi araştırmacıların pek de tutarlı olmayan yazılardan öğreniyoruz. Yetik’in çalışması başından sonuna değin adeta her şeyin daha önce söylendiği düşüncesini somutlaştırıyor. AŞIRMA KAVRAMI... Buna karşın şimdiye kadar Türk yazını konusunda başından günümüze değin hangi yazarların hangi biçimlerde diğer yazarlardan aşırmalar yaptıklarını anlatan derli toplu bir çalışma yapılmadı. Hayri K. Yetik, Edebiyatta Çalıntı başlıklı çalışmasıyla gerçekten de bu temel boşluğu doldurmaya yönelik önemli bir adım attı. H.K. Yetik kitabında Türk yazınının söz sahibi isimlerinin kendi içinde olduğu kadar diğer ülke yazarlarından aldıklarını/çaldıklarını ayrıntılarıyla gözler önüne sermeye uğraşıyor. Yapıtın temel bir özelliğinin, Yetik’in uzun uzun kuramsal tanımlamalar yapmaya girişmeden, aşırma kavramının aynı sınıftan diğer kavramlardan ayrımının ne olduğunu kısaca belirlendikten sonra onun öncelikle Türk yazınından yola çıkarak çok sayıda örneklerle somutlaştırılma çabasının olduğunu belirtmeliyim. Yazar kavramın konumunu belirleme, bir başka deyişle derinlemesine kuramsal tanımlamalar yapma, postmodern söylemin kavramla tam olarak neleri anladığını sorgulamaktan çok, önceliği okuru kolaylıkla yönlendirmeye elverişli, aşırma ve ona bağlanan diğer kavramlar ile ilgili örneklerin sayılarını alabildiğine çoğaltarak, ağırlıklı olarak Türk yazınını kapsayan aşırma konusunda bir tür ‘katalog’ oluşturmaya veriyor. Kimi zaman da bir tür aşırma felsefesi yapan kimi yazarların söylemlerini alıntılıyor: neden aşırmaya başvurduklarını, aşırmadan ne beklediklerini vb. anımsatıyor. Kitabın iyi bir kaynak araştırılması yapılarak hazırlandığı okunduktan sonra görülecektir. Kitabın birinci bölümü ‘Esinlenme’; ikinci bölümü ‘Etkilenme’, üçüncü bölümü ‘Öykünme’, dördüncü bölümü ‘Biçimsel ve Anlamsal Aktarım’, beşinci bölüm ‘Çalım Sanatı’ olarak adlandırılmış. Söz konusu bölümlerde bir altmetin ile bir anametin ağırlıklı olarak biçimsel bir karşılaştırmaya tabi tutularak, ya da kimi zaman karşılaştırma işlemini yapan araştırmacıların yaklaşımlarını eleştirerek ilerliyor. Yetik’in bir yazarı aşırma yap makla suçlamak için gerekli koşulların neler olduklarını belirlemek çabasında olduğunu da önemle belirtmem gerekir. Verilen örneklerde aşıran yapıt ile aşırılan yapıt, ya da altmetin ile anametin arasındaki benzerliklerin somutlaştırılmaya çalışılması kitabın göze çarpan bir diğer özelliği. Örnekler değişik aşırma/gizli alıntı biçimlerine uyan kesitler çerçevesinde yoğunlaştığından, bu tutum, anımsattığım gibi, kuramsal tanımlamaları gölgede bırakıyor. Aşırmanın ağırlıklı olarak gösteren düzleminde belli bir tiplemesinin yapılmasına karşın, kitabın böyle bir görünüme sahip olması bana göre aşırma kavramının tam olarak ne olduğunun anlaşılması ile ilgili olarak temel bir sakıncayı da beraberinde getiriyor. Yetik çalışmasının Giriş bölümünde çalıntı sorununa bağlanan temel soruları açıklıkla sorarak başlıyor, örneğin: "Genel bir bakış açısıyla entelektüel alanda her sözün, sözcenin, bilginin ilk sahibi gerçekten ilk sayılabilir mi?" Adına postmodernist dediğimiz düşünürlerin sordukları, aşırmaya doğrudan bağlanan bir sorudur bu. Biraz ilerde ise şu soruyu soruyor Yetik: "Bir içe doğma ya da teknik yaratım olarak şiir, başka başka şairlerin içine aynı imge, izlek, sözce ve aynı sözcüklerle düşebilir mi?" Yazınsal etkinliği, yapısalcıların yaptıkları gibi, öncelikli olarak bir ‘dil’ işi olarak düşünürseniz, bu sorunun yanıtı ‘Evet’ olacaktır. Yazar genel olarak aşırma konusunda yinelenen "her şeyin daha önce söylendiği" görüşüne katılsa da özgünlüğün olup olmadığını Sonuç bölümünde sorgulamaktan geri durmuyor. minde gerçekleştirme çabasında olmamasıdır. Bir başka deyişle Yetik kitabında örneklendirmelerini ağırlıklı olarak biçimsel düzlemde kalarak yapar. Oysa metinlerarası bir yöntem olarak aşırmanın biçimsel dönüşüm dışında ne türden anlamsal dönüşümlere uğratıldığının da bir tiplemesinin, ya da dökümünün yapılması gerekirdi. Bir başka deyişle bir altmetin ile bir anametni biçimsel olarak karşı karşıya getirmek yeterli olmamaktadır, dolayısıyla da iki ayrı metnin bağlam değiştirme konusunda uğradığı anlamsal dönüşümlerin de ayrıntılı olarak irdelenmesi gerekir. Borges’in Pierre Ménard başlıklı öyküsünde dile getirdiği gibi, aynı öyküyü (Don Kişot) sözcüğü sözcüğüne yeniden yazsanız da, bağlam değişikliği anlamsal bir değişikliği de beraberinde getirmektedir. YAZINSAL BİR İZLEK Kitapta zayıf bir başka yan daha göze çarpmaktadır. Aşırma "bir sözcenin ayraçlar ya da italik yazı kullanılmadan, sözcenin geldiği yapıt ya da yazarın adı belirtilmeden yapılan bir alıntı" biçiminde tanımlansa da böyle bir işlemin metinlerarası bir ‘yöntem’ olarak görülebilmesi için yazınsal bir izlek olarak ele alınması, onun yazarca ‘bilerek’, belli bir amaca yönelik olarak kullanılması, yazarın onu metninin yapıcı bir unsuru durumuna getirmesi gerekirdi. Kitapta böyle bir girişimde bulunmuyor yazarımız. Oysa yapıtlarında aşırmayı yazınsal bir izlek olarak kullanan yazar sayısının oldukça fazla olduğunu anımsatmalıyım. Benim bildiklerim içerisinde Henri Troyat’nın le Mort Saisit le Vif’i; Tahsin Yücel’in Yalan’ı; Pascal Bruckner’in Türkçeye de çevrilen Güzellik Hırsızları; JeanJacques Fiecher’in Tiré à Part’ı; Stephen King’in Vue imprenable sur Jardin Secret’si; Jacques Chessex’in l’Imitation’nu, Louis Aragon’un la Mise à Mort’u ya da biraz önce adını andığım, Borges’in Ficciones’indeki ‘Pierre Ménard adlı öyküleri sayabiliriz. Bu yapıtlarda aşırma bir ‘yöntem’, yazınsal bir ‘izlek’ olarak kullanılır. Bana göre kitabında Yetik’in yapıt dışı alıntılar, çalıntılar, aşırmalar ile yazınsal bir yöntem olarak aşırma arasındaki ayrımı önemle vurgulaması gerekirdi. Yapıtta göze çarpan kimi birkaç kusuru da anımsatmadan geçemeyeceğim: örneğin çok sayıda yazım yanlışına rastlanıyor kitapta. Özellikle yabancı yazar ve yapıt adlarında bu yanlışlıklar belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır (örneğin "Défanse et Illustration…" yanlış, "Défense et Illustration de la Langue Française" doğru biçimi). Osmanlıca terimler yerine uluslararası söz dağarının ve bunların öz Türkçe karşılıklarının yeğlenmesi yapıta daha modern bir hava katacakken, kitapta kullanılan çok sayıda Osmanlıca adlandırmanın (Sirkati Düzdü Sühan, tevarüd, imlam, tevarüs, igare …) bana göre sıkıcı ve boğucu bir hava yarattığını, oysa zaten Eski Türk Yazını’ndan seçilen çok sayıda örneğin okumayı güçleştirdiğini, söylemeliyim. Buna karşın Hayri K. Yetik’in Edebiyatta Çalıntı başlıklı kitabının kendi yazın tarihimizi oluşturan ürünlerin birbirlerine neleri borçlu olduklarını, önceden yaşamış kimi yazarların diğerleri üzerinde kalıcı bir etki yaratabildiklerini, Türk yazınının örtük dokusunu görebilmemiz açısından önemli bir girişim olduğunu düşünüyorum. Metinlerarası bir sorgulamada iyi bir bütüncenin oluşturulmasının temel olduğunu dikkate alırsak, Yetik’in kitabının alışveriş işlemlerinin sorgulanması açısından yine önemli bir kaynak kitap değerine sahip olduğunu söyleyebilirim. KİTAP SAYI 839 HER ŞEY SÖYLENDİ... Yetik’in çalışması başından sonuna değin adeta her şeyin daha önce söylendiği düşüncesini somutlaştırıyor. Türk yazınından verilen onlarca örnek bu görüşü haklı çıkarır nitelikte. Bununla birlikte, metinlerarasılık kuramı penceresinden bakıldığında, genel bir söylemle, her şey daha önce söylendi, Türk yazınında da daha önce her şey söylendi, pek çok yazar yerli, yabancı başka yazarlardan birebir aktarmalar yapmışlardır türünden bir sav (Yetik’in savı tam olarak bu olmasa bile) neredeyse tüm yazarların başkalarından aktarmalar yaptıkları, başka yapıtları "yağmaladıkları" sonucuna götürmektedir. Yetik’in kitabın bir yerinde yazdığı gibi, "bu konuda yüzlerce başka örnek verilebilir" tarzında söylemi, verdiği diğer örnekler de dikkate alındığında, La Bruyère’in ünlü sözünü adeta kesinlemektedir. Kitap boyunca karşı karşıya getirilen kesitler neredeyse her yazarın başkasından yola çıkarak yapıtını oluşturduğu, dolayısıyla da "özgün" yapıtın olmadığı düşüncesini, her şeyin daha önce söylendiği görüşünü haklı çıkarır nitelikte. Bununda temel bir nedeni bulunmaktadır. Aşırma konusunda başkalarınca sıklıkla yapıldığı gibi, Yetik’in kitabının bana göre zayıf yanı gösteren düzleminde gerçekleştirdiği tiplemeyi gösterilen düzle "Mezara doğru adım adım sürüklenirken Birkaç broşür buldum karşımda Benim olduklarımı söyledim." ‘Le plagiaire’ (Aşırmacı) başlıklı şiirinde yer alan bu dizeler yazarların yüz yüze kaldıkları trajik bir durumu özetler. Bir başka yapıtı kopyalamak, Schneider’in dile getirdiği gibi, bir başka yazarın yeteneğine sahip olma arzusunu ele verir, bir başka yapıtı alay, saptırma ya da yüceltme yoluyla saptırıp kendi iyesi yapma isteğini somutlaştırır. Michel Schneider, Voleurs de Mots (Sözcük Hırsızları) başlıklı yapıtında aşırmadan yazma etkinliğinde bulunan her yazarın uykusunu kaçıran, bir saplantı durumuna gelen, yazma edimini alabildiğine güçleştiren bir unsur olarak söz eder. Schneider’e göre yazma kimliğin sürekli tehdit edildiği bir etkinliktir, kimliği tehdit eden temel bir unsurdur SAYFA 24 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle