25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şu kuşak anlayışından kurtulup belli dönemlerdeki ortamları tanımaya çalışmak, o ortamlarda edebiyatın nasıl oluştuğunu anlamak, ne gibi etkileşimler içinde ozanların kişiliklerini aradıklarına değinmek belki daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Bu anlayışla 1950’li yılların Ankara’sına bakılırsa nasıl bir görünümle karşılaşacağız? Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler B ir edebiyat ortamının oluşması yeni etkinliklerin gelişmesini sağlıyabilir. Kuşkusuz bir ozan, ipekböceği gibi, kozasını tek başına örebilir; kalabalıklara karışsa bile, kendine çekilerek yazar şiirini. Gene de edebiyat ortamlarının ozanları belirleyen özellikleri vardır. Edebiyatı onar yıllık kuşaklara ayıranlar kendi dönemlerinin özelliklerini anlatırken, değişik bir kuşak anlayışının ortaya çıktığını öne sürüyorlar. Belki de kuşak diye öne sürdükleri oluşumda var olmanın özlemini çekiyorlar. Şu kuşak anlayışından kurtulup belli dönemlerdeki ortamları tanımaya çalışmak, o ortamlarda edebiyatın nasıl oluştuğunu anlamak, ne gibi etkileşimler içinde ozanların kişiliklerini aradıklarına değinmek belki daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Bu anlayışla 1950’li yılların Ankara’sına bakılırsa nasıl bir görünümle karşılaşacağız? Olaylarla durumların, içinde bulundukları kesitte değerlendirilmesi kolay değildir. Aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra, duygusallığa kapılmadan, o döneme bakmak, gerçekleri görmeyi kolaylaştıracaktır. 50’li yılların Ankara’sında gede tutmasını bilen bir dilciydi. Yarım yüzyıl uzaklardan ellili yıllara bakıldığı zaman, yaşaması söylencelere karışmış insanlar gibi anımsanıyor onlar. Ataç, kendiyle barışık olmayan, hep tedirgin, hep kuşkulu bir insandı. “Ölüme aldırmıyorum ama, ölünce Cahit Sıtkı Nurettin Artan beTarancı nim için de bir şeyler yazacak diye erken ölmek istemiyorum” derdi. Bir edebiyatçı ölünce hazır yargılardan yola çıkmak, alışılmış sözleri yinelemek, böylece sırasını savmış olmak, olağan işlerden sayılırdı. Bir başka edebiyat ortamı Sİyasal Bilgiler Okulu çevresinde oluşuyordu. Cemal Süreya, Ece Ayhan, Erdoğan Alkan,Tevfik Akdağ, Sezai Karakoç birbirine yakın sınflarda öğrenciydiler. Nejat Tunçsiper’in çıkardığı MÜLKİYE dergisi onların da dergisiydi. Bir yanda bu oluşumlar sürerken gelenekçi edebiyatın dergisi HİSAR da, ellili yılların Ankara’sında etkinliğini sürdürüyordu.O yıllarda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Munis Faik Ozansoy da HİSAR dergisini destekleyenler arasındaydı. Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Turgut Özakman, Feyzi Halıcı, Bekir Sıtkı Erdoğan, Mustafa Necati Karaer, O. Fehmi Özçelik gibi edebiyatçılar da kendi anlayışları doğrultusunda HİSAR’da savaşım veriyorlardı. İÇKİLİ ORTAMLAR Kuşkusuz dergi çevreleri; edebiyat ortamlarının oluşmasında, dayanışma içinde çalışmada etkili olan, kendi anlayışlarını öne sürerken inançlarından ödün vermeyen çevrelerdi. Demokrat Parti’nin yönetimde olduğu ellili yıllar, af yasasının çıkmasına, görece bir özgürlük ortamının oluşmasına karşın, devrimci anlayışın baskı atında tutulduğu yıllardı. Kürdün Meyhanesi’nde, Üç Nal’da, Karpiç’in ayaküstü içki yerinde, Missuri’de demlenen edebiyatçılar, sivil polislerin kendilerini gözetlemelerine aldırış etmezdi. Mehmet Kemal ACILI KUŞAK’ta toplandığı anılarında, denemelerinde o dönemi ne güzel anlatır: Edebiyat ortamı oluşturmada içki masalarının dağınıklığına güvenilmeyebilir. Ama içkinin etkisiyle bilinçaltı ortaya çıkınca, edebiyatın arka sokaklarında nice bilinmeyeni öğrenmiş oluruz. O zamanlar bulvar kahvesi özelliği gösteren “Özen” gibi, “Kutlu” gibi pastaneler de vardı. Sıhhiye’den Kızılay’a yürümenin, hele Nurullah Ataç’ın söyleşisinde “Özen”de biraz konaklayıp çaylarımızı yudumlamanın anısı unutulamazdı. Bir bakış, bir davranış, şiire kapı aralayabilirdi. Ahmet Muhip Dıranas TÜRK DİL KURUMU’NUN ATAÇ’LI DÖNEMİ O zamanlar Türk Dil Kurumu, Sıhhiye’de, Cihan Sokağı No: 5’de, üç katlı küçük bir yerdeydi. “Türk Dili” dergisi, özleşme Türkçesini genç edebiyatçılara benimsetmek amacıyla yeni çıkmaya başlamıştı. Türk Dil Kurumu deyince ilk anımsanan Nurullah Ataç’tı. Ayrı bir odası olduğunu anımsamıyorum. Üst katta, Sıhhiye alanına bakan toplantı salonunda çalışırdı. Toplantı masasının üzerinde dergiler, kitaplar dağınık durur, Ataç bir ucunda bir dergiyi kurcalar, takır takır daktilosuna geçirirdi düşündüklerini. Çelişkili davranışlardan nasıl bir bileşime varılabilir? Ataç’ın sözleri kulaklarımda çınlıyor: “Devrimci miyiz? Kapatacağız geçmişi.” Geçmişi kapatabildi mi? Divan şiirindeki gizli gömüyü görmezden gelebildi mi? Abdülbaki Gölpınarlı’nın bir döneminde divan şiirinin yozlaşmasına karşı çıkışına bakıp, “Ayıp derler bu senin ettiğine Abdülbaki” diye öfkelenmedi mi? Üstün bir beğeni düzeyiyle divan şiirinin inceliklerini sezerken şiir dilinin gelişen özelliklerini göstermedi mi? Çağdaş şiirde eski bir duyarlığı nasıl yorumlamak gerektiğini düşündürmedi mi? Öyle anılar, öyle anı kırıntıları var ki, edebiyata anılardan bakmanın da bir anlamı olduğunu duyumsatıyor. Türk Dil Kurumu çevresindeki kültür insanlarını anımsıyorum. Agâh Sırrı Levend bilim çevrelerinde yetişmediği halde, edebiyat bilimini nesnel olarak değerlendirmesini bilen bir edebiyat tarihçesiydi. Nusret Hızır, insanı yorumlamasını bilen bir felsefe sevgisinden geliyordu. Nurettin Artam, kendinin uzağında duran bir Mevlevi dervişi gibiydi. Ömer Asım Aksoy, hoşgörüyle sıkıdüzeni denSAYFA 28 50’Lİ YILLARIN DERGİLERİ Ellili yılların AnkaCeyhun ra’sında dergiler çev Atuf resinde oluşan bir or Kansu tam daha vardı. Orhan Veli Kasım 1950’de ölüverince, ellili yılların başında YAPRAK’ın da yayımı sona erdi. Günümüzde yığma yazılarla çıkan nice oylumlu dergiye karşılık, Yaprak, iki sayfayla sınırlı olduğu halde, çağdaş edebiyatımızı etkileyen bir dergiydi. MAVİ dergisi, Attilâ İlhan’ın öncülüğünde, “toplumcu gerçekçi” anlayışı ele aldığı için, bir “mavi hareketi”nden söz edilir olmuştu. KAYNAK, sonradan üne kavuşan nice ozanın ilk çalışmalarını yayımlayan bir şiir dergisi olarak iz bırakmıştı. Avni Dökmeci derginin sahibi görünse de yazı işlerinin sorumlusu kardeşi Turhan Dökmeci’ydi. Bir dergi kişisel heveslerin doyumu için mi çıkmalı, edebiyatta bir işlevi olması için mi? Kaynak’ta Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Donlara Destan” adındaki şiiri kırgınlıklara yol açabilirdi. Olayın ayrıntılarını girmeyeyim. Önceleri Nurullah Ataç’a adanan, sonra bu adanma kaldırılan şiirin kimi dizeleri sonradan değiştirilerek tatsız olayların gelişmesi önlenmiş oldu. Ümit Yaşar Oğuzcan hakkı yenen bir ozan mıydı? Şarkı sözleri, taşlamalar yazmak, sıradan okuru kazanan duygusal şiirlerle iz bırakmak, bir ozanın anımsanmasına yeter mi? Birtakım densizliklerle anımsanmış olsa da, zemzem kuyusunu kirleten kişi gibi, olumsuz izler bıraktığı için anımsanabilir. O zamanlar Cemil Sait Barlas’ın çı ELLİLİ YILLARDAN GELEN ETKİLEŞİM Hep Ankaralı birer ozan olarak anımsanan Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Cahit Külebi, Ceyhun Atuf Kansu, ellili Külebi yıllarda da kişilikleriyle edebiyat ortamını etkiliyorlardı. kardığı SON HAVADİS’te Ataç’ın günceİçinde yaşadıkça o günlerin önemi anleri yayımlanırdı. Ama asıl Cemil Sait’in laşılmıyor. Ama günümüzde her on yılı PAZAR POSTASI, ellili yılların Ankabirer kuşak olarak görme alışkanlığında ra’sında etkisi olan bir dergiydi. Cemil olanlar, bu oluşumların ellili yılların birikiSait’in yayın organlarında yönetim işlerini minden kaynaklandığının, iç içe geçen çekip çeviren, PAZAR POSTASI’na günetkileşimlerin yeni edebiyatçılara aktarılcel yazılar da yazan Baki Kurtuluş’tu. dığının ayrımına varıyorlar mı? Muzaffer İlhan Erdost Pazar PostaHer dönemde birtakım kımıldanmalar, sı’nın yayın yönetmeniydi. “İkinci Yeni” kendini önemsemeler, hakkından çoğuPAZAR POSTASI çevresinde gelişme nu elde etmek isteyenler, edebiyata olanağı buldu. damgasını vurduğuna inananlar çıkabilir. (Muzaffer Erdost ile kardeşi İlhan 12 Gerçek değerlendirmeyi yaparken, hiç Eylül döneminde Mamak’a götürülürken olmazsa günümüzden elli yıl önceki geçbir askeri araç içinde dövüldüler. Dövülmişe bakmak gerekecektir. me sonucu İlhan Erdost öldü. Muzaffer, En iyi öğretmenin “zaman” olduğu kardeşinin anısıyla bütünleşmek gereksisöylenir. Kaç ozan zamana direnebilenimi duyduğu için, Muzaffer İlhan Ercektir? Herhangi bir ozanın kaç şiiri yadost adını aldı. Ellili yılların Ankara’sınrınlara kalabilecektir? dan onu bu adla anımsayışım yadırganElindeki gereçleri değerlendiren edebimasın). yat tarihçisi, kendi beğenisini de kullanPAZAR POSTASI ile SON HAVADİS’in dığı için, edebiyata bakışı ne kadar gerbir görünmez kahramanı daha vardır: çekçi olacaktır? Hiç olmazsa edebiyat Cemalettin Ünlü. O, paşa pantolonlu tarihçisine inanmamız gerekmez mi? asker sigarasıyla duman altı olurken bir Bu sorular hep belirsizlik içinde silinip başına gazeteyi bağlayan, sabaha karşı, gidecek. Gene de anımsamanın içimizi kendini Ankara’nın serinliğine bırakan bir sızlatan bir tadı var. gizli ozandı. Ahmet Haşim boşuna söylememiş: SEÇİLMİŞ HİKÂYELER DERGİSİ’nin “Bize bir zevki tahattür kaldı Samim Amca’sı (Salim Şengil), en Bu sönen, gölgelenen dünyada.” olumsuz koşullarda bile umudunu yitirGene de anımsamak iyidir. Belki de meyen, güzellikler yaratmasını bilen bir adı bilinmeyen bir ozanın aklımıza takılan öykücüydü. Türkçenin gizlerini sezen, bir dizesi kurtaracaktır bizi. ? Türkçeyi doğal akışı içinde kullanan usta öykücü Nezihe Meriç o dergiden edebiNot: Ahmet Muhip Dıranas, Ceyhun Atuf Kansu yatımıza doğdu. ve Cahit Külebi fotoğrafları Ara Güler’e aittir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 878
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle