Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? tanbul neyi tartıştığını da tam olarak bilemiyor. İşte böylesi bir durum. Çok meçhullü bir denklemden bahsetmekte 96. sayfada Cemal Hikmet’e Mustafa Necip tepkiyle… Bu çok meçhullü denklemin elemanlarını bugünle örtüştürerek anlatır mısınız? Mustafa Necip’in bu ifadesi, 23 Temmuz’u takip eden günlerde harbiye, muhakemat, nizamiye, sıhhiye ve levazımda görevli; erkân, ümera, zabit, şifre ve tercüme kalemi kâtip kalabalığına, "mülakat talebi"yle eklenmiş birçok "seyyar gazetecinin", "muharririn" de bulunduğu topluluk önünde, Bekirağa merdivenlerinde, mevkiinin sarsılacağı korkusuyla tedirgin, ürkek, korkak gözlerle karşılayıcı olarak çıkmış zaptiye nazırı paşadan, "tutukluların mukadderatı hakkında bilgi" almaya gelen meşrutiyetçilerin denetim ziyaretinde söylenmiş tepkili bir söz. Birtakım İttihatçılar, örneğin Abdülkadir "üstü örtük resmî takdim"ini daha burada yapmaya başlıyor. Örneğin Yakup Cemil, ileride yapabileceklerinin, yapacaklarının sinyalini daha burada vermeye başlıyor. "Bizi buraya şamdancıbaşı olalım diye göndermediler. Ûlâlık, bâlâlık, şu veya bu memuriyette bulunulması gibi faydasız malumatlar burada konu değildir" diye daha ilk dakikadan itibaren, bireysel çıkışlarla, zaptiye paşa üzerinden, adeta kendi yoldaşları üzerinde baskı, otorite kurmaya, örgütsel bütünlüğü zedelemeye, kendisini ön saflara çekmeye başlıyor. Gerçi İttihatçılar devrim yaptılar, devrimin ilk günlerinde, gene Yakup Cemil’in gürültülü bir konuşma ile: "O deyyus paşa tutuldu mu?" söylemi pek de öyle önem arz etmeyebilir. Ama günümüzde bir başbakanın, halkın büyük çoğunluğunu temsil etmese de, "demokrasi" sandığından çıkan bir başbakanın, külhani bir ağız kullanarak, bir yurttaşımız üzerinden adeta hepimizi tehdit eder, hepimize söver gibi, "Al ananı..." ifadesi hiç de af edilmeyecek bir sözcüktür. Düşünülebiliyor mu, bu başbakan seçimle değil de, İttihat Terakki örneğinde olduğu gibi iktidara gelse idi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurum ve kuruluşlarını inisiyatifi altına alsa idi, ne gibi ayarı tartılmamış sözleriyle, ne gibi yaptırımlarıyla karşı karşıya kalırdık, tahmini pek de güç olmayan bir olgu. Harbiye Nezareti avlusuna dönecek olursak; burada yer alan Bekirağa Bölüğü, siyasilerle sınırlı kalmayan "umumi af"la boşaltılmış, bu defa Abdülhamid yandaşı mahkumlarla, başka şüphelilerle doldurulmuş. Mahkumların sorumlusu hâlâ Abdülhamid’in zaptiye nazırı paşası. Devrim olmuş, fakat Abdülhamid hâlâ işinin başında, hâlâ padişah. İşte aslında, ta devrimin bu ilk günlerinden itibaren İttihat ve Terakki’nin bir programının olmadığı ortaya çıkıyor. Ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilmiyorlar. Bu bölümde de anlatıldığı gibi, elini sallayan buraya mahkum getiriyor, kafasına estiği gibi denetimlere çıkıyor. Kaotik bir durum. Ve henüz fırka (parti) olamamış, İttihat ve Terakki’nin cemiyet olduğu dönem. Yönetim şaşkınlığı içindeler. Bekirağa görüntüleri, biraz farklılık arz ediyor, ama bugün herhangi bir ayaklanmayla, darbeyle değil; hepimizin bildiği yöntemlerle, birtakım fırsatları değerlendirerek, dış ve iç manüplasyonlarla iktidara seçim görüntüsünü kullanarak gelmiş ve hâlâ yaygın kitlenin desteğinden yoksun olan bugünkü hükümet de yönetim şaşkınlığı içerisinde. Bugünkü hükümetin de oradan oraya savrulmasında, ülkeyi bir bilinmeze doğru sürüklemesinde, programsızlığında hiçbir fark yok. Dışişlerinde, içişlerinde, ekonomide sıfırın altındalar. Hâlâ ülkemiz insanlarına dinci ve dindarı tartıştırıyorlar. CUMHURİYET KİTAP SAYI Yasamayı, yargıyı, yürütmeyi tartışıyoruz. Devletin en tepe noktası, cumhurbaşkanlığı önümüzdeki yıllarda sürekli tartışılır bir pozisyona girme tehlikesi içinde. Bugünkü iktidarın, hâlâ bizlerden birtakım şeyleri gizledikleri kaygısını taşıyoruz, net olmadıklarını sürekli olarak sergiliyorlar. 2. Meşrutiyet’in yaydığı özgürlük dalgasına uyamayarak padişaha tam bağlılığa alışmış bir sürü üyesinin olanca bir huzursuzlukla yeni dönemi eleştirmesi… Ve aynı sıralarda gerçekleşen gericilerin 31 Mart olayı… Ve hedef gösteren, tehditnameler yayımlayan bir gazete… Volkan… Şeriat isteyenler, "padişahım çok yaşa"cılar… Günümüzle ne çok benzerlikleri var yaşananların… Bu benzerlikleri anlatır mısınız? Gerek siyasi gerekse toplumsal alandaki karmaşa, taraflar ve hortlayan gericilik anlamlarında… Triumvira geçmişi geleceğine ne kadar kefil bir vatan, bir coğrafya sunuyor? MODERNİST MASKE... Volkan gazetesi 31 Mart Olayı’ndan sonra bitti, bitirildi. Fakat ondan sonra piyasaya birçok Volkan çıktı. Tabii ki adları bu kez Volkan değildi, başka başka isimlerle çıktılar. Günümüzde ise birçok Volkan gazetesi var. Hem de artık eskisi gibi değiller, yeni Volkanlar modernist maske taktılar. 21. yüzyılın ilk yıllarında şeytanı, şeytan çarpmışa döndürdüler, podyumlardan profesyonel manken, daha da yüksek ücretler karşılığı eski soldan, profesyonel solcu kiraladılar. Yeni 31 Mart denemelerini; ibrikçi, dülger, kuyu tulumbacısı, şerbetçi, semerci, varakçı, tarakçı v.b. gibi tarihsel gelişimini tamamlayıp tarih olmuş, ölmüş meslek gruplarıyla gerçekleştirmeyi düşünmüyorlar. Kuyu tulumbacıları yerini çoktan belediye başkanlarına terk ettiler, ibrikçiler milletvekili oldu, semerciler holding sahibi, tarakçı çoktandır bürokrat kimliğine büründü, varakçı tez üstüne tez verip üniversitede derse girmeye başladı. 20. yüzyılın başındaki 31 Mart irticai sokak ayaklanması, klasikler içindeki yerini aldı. iş artık modernleşti, podyumlara taşındı, belediye binalarında para olup, oluk oluk akmaya başladı, kâr paylı banka kurup finans dünyasında söz söyler pozisyon kazandı, Türkiye Cumhuriyeti parlamentosunda yasa yapar hale geldi, TV ekranlarında kravat takıp; anılarını ve entelektüel birikimlerini en yüksek meblağdan açık artırmaya çıkarmış, geçmişin silahlı/külahlı, kiralık eskimiş sol aydınlarıyla açık oturumlar düzenlemeye başladı. Moderni görüntü olarak kullanarak hortlayan gericilik, çağdışılık, şeriatçılık artık böylesi bir birikimin inisiyatifinde. 31 Mart girişimcileriyle öz itibariyle bir farkları yok, yeni girişimcilerde değişen şey, yol yordam, şekil şemail... 31 Mart’ta (13 Nisan 1909) Hareket Ordusu’nun işi bir anlamda kolaydı, karşılarında İngiliz emperyalizminin cahil bir maşası, deneyimsiz Derviş Vahdeti ve belinde hançer taşıyan Bediüzzaman Saidi Kürdî vardı. Şimdi, Bediüzzaman Saidi Nursi’nin şakirtleri, öğrencilik boyutlarını geçmişler ve arkalarında uluslararası şakilerin de desteği var. Bol paraları var, bol ilişkileri var, değişik boy, kılık ve evsafta adamları var, satın aldıkları hainleri var. Dönemin basınının yanı sıra sansürcülerine de bir bakış atıyoruz Triumvira’da… "Triumvira" ayrıca siyasi birçok alanda da tarihe kimi kilit anlarda cürmü meşhut diyebilir miyiz? – Tespitiniz doğru ve bu anlamda yeni bir açıklama yapmak istemiyorum, tam da sözcüğü bulmuşsunuz: Cürmü meşhut. ? Triumvira/ Ahmet Aziz/ Yalçın Yayınları/ 382 s. 878 SAYFA 17