05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? tarak, yok sayarak, merak etmeyerek geldiğimiz yeri anlatıyor romanım. Romandaki insanların yaşları ne olursa olsun, gelir düzeyi ne olursa olsun, eğitimleri ne olursa olsun hiçbirinin dünya hakkında bir düşünceleri yok. Hepsi dünyanın seyircisi ve her şeyi sadece duygularıyla yorumluyorlar. Bu duygusal yorumlar nedeniyle hepimiz kapana kısılıp kaldık, düşünsel metin üretemez duruma geldik ve düşünemez olduk. Dünya ayaklarımız altından kayıyor, dehşet içinde seyrediyoruz ama söyleyecek sözümüz yok. Duygularımızı salıp kurtulmaya çabalıyoruz, duygusallık da nereye kadar. Durum vahim. Bu trajedi sanırım milenyum çağının tek gerçeği olacak. Hiçbir yere ait olamamak gibi bir lanetle girdik milenyum çağına. Bir gün sonrasında olacaklar hakkında bile düşüncemiz yok. Gelelim Taksim’e, bence Taksim İstanbul gerçeğini, daha da önemlisi Türkiye gerçeğini kafamıza vuran bir özel kent. Semt demiyorum, başlıbaşına bir kent. Bu nedenle romanda Taksim, dediğin gibi romanımın baş kahramanlarından biri. Yıl bin dokuz yüz yetmiş yedi, televizyon izliyorum siyahbeyaz, birden ekranda bir tank görüyorum ve tankın paletinde dönen sarı saçlı bir kadın başı. Çıldırıyorum. Onlanları herkes biliyor, Taksim o gün Kanlı Pazar’ı yaşıyor. Taksim’de böyle olaylar toplumsal tarihimizi oluşturdu. Hâlâ kafamız attığı zaman Taksim’de birkaç kişiyi sallandııyoruz. Taksim kent yaşamının simgesi olduğu kadar tüm insanlığımızın da simgesi. Orada çok acılar yaşandı. Sindirilmemiş acılar hâlâ beyinlerimizi paralayıp duruyor. Ama Songül bunları bilmiyor. Onun beyni sadece evlenmeye kurgulanmış. Hiçbir şeyi merak etmiyor. O Taksim’deki sindirilmemiş acıları hiç bilmiyor, Taksim’e çıktıktan sonra da AKM’de gördüğü avizelere hayran oluyor. Evlenince bir avizesi olsun diye dua ediyor, avizesi olmadan ölmeyecek. Evet, Kanlı Pazar’ı anlattığın bölüm için sana teşekkür ederim. Bu katı gerçeği anlatarak unutma denen bir hastalığın gün gün arttığını gösteriyor. Romanın varsıl ailesine gelecek olursak, bu ailenin tek sorunu var, aşk nasıl ya şanır, nasıl mükemmel hale getirilir. Baba bir Fransız, adı René. Karısı Funda’ya yıllar geçmesine karşın tutkulu âşık. Ülkesini terk edip İstanbul’a yerleşecek kadar. Kızları Meryem bu tutku ortamında büyümüş bir genç kız. Annesi babası çok mutlu ama o sevgilisi Uygarı sürekli sınava sokuyor, onun motosiklet tutkusuna katlanamıyor. Meryem’i açar mısın? Meryem tutkulu bir anne ve babanın kızı. O yaşamında tek şey istiyor, sadece iki kişinin birbirini tamamladığı bir aşk. Bu aşka dışarıdan hiçbir müdahele olmamalı. Ne insanlar ne de hobiler. O ailesinden böyle görmüş. Gördüğü içinde Uygar’ın motosiklet tutukusuna deli oluyor. Bu yüzden acı çekiyor ama asıl acı çekmesinin nedeni hemen yanı başında yaşanan aşkın kendine yük olduğunun farkında olmaması. Bu yük altında o kadar eziliyor ki, romanın sonuna kadar da çilesi bitmiyor. Farkına vardığı zaman dünyaya yeniden gelmiş gibi oluyor ama bu duygusunu hemen es geçip, aşk üstüne başka takıntılar üretiyor. Bu ailenin aşktan başka sorunu yok. SEVMEKTEN VAZGEÇMEK René ilginç, sıradışı bir tip. Karısı Funda’yı çok sevmesine karşın, bir rastlantı sonucu Songül’ün çetleştiği Kuzey’le karşılaşıyor. Bu karşılaşmadan sonra Funda’yı sevmekten vazgeçip ülkesine dönmesini nasıl açıklıyorsun? İnsan bir gün, bir anda sevmekten nasıl vazgeçer? René dediğin gibi karısına tapıyor. Yirmi dört saat bu kadını düşlüyor. Onsuz geçirdiği bir an bile yok. Paris’e tıka basa Funda’yla gidiyor, Funda’yla dönüyor. Ama Taksim’de Kuzey’le karşılaşıp çok kısa süren bir konuşmadan sonra, Paris’ten yeni döndüğü, karısına özlemle gittiği an Funda diye birini yaşamından söküp atıyor. Sevmekten vazgeçmek, bir anda, neden olmasın ki. İlişkiler başladığı hızla bitiyor. Çok seviyorsanız, bu sevgi sizi rehin alıp,dünyadan soyutlayacak kadar yalnız bırakmışsa sevme duygusu kötülüğe dönüşebilir. René böyle bir duyguyu bir anda yaşayıp, tabii bunda Kuzey’in görüntüsü ve René’ye söylediklerinin de payı var, Funda düşüncesi kendisine alerji yapmış gibi hapşırarak Funda’yı görmek bile istenmiyor. René’nin kaçışı sevmekten vazgeçmek değil, sevmenin bir insanı ne hale getirdiğini görmesi. İnsanın kendini görmesi hiç güzel değil. Bu cümle biliyorsun romanda sıkça geçiyor. Şimdi romandan öyküye geçmek istiyorum. Senin öykülerin de var ama son dönemlerde sürekli roman yazdın. Bunun belli bir nedeni var mı, yoksa seni öyküden daha çok çeken romanın o büyüleyen uzun soluğu mu? Haklısın uzun zamandır öykü yazmıyorum. İstiyorum ama nedense öyküye bir türlü dönemez oldum. Altı yıl önce devamlı öykü yazar ve yayınlatırdım. Öykü yazmadan olmaz bir ruh hali. Sanırım artık yaşam üstümde öyle bir yük ki, yaz yaz bitmeyecek gibi. Nedeni bu olsa gerek roman yazıp duruyorum. Öykü yazmak çok eğlenceli. Işık hızında yaşama girip çıkmak ama ben artık yaşama ışık hızında girip çıkamaz oldum. Söyleşi için teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim Nevra. ? Dünya Çıplak/ Tülay Ferah/ Epsilon/ 192 s. Tülay Ferah, ‘Dünya Çıplak’ta da ironik anlatımını devam ettiriyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 878 SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle