05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Aziz, asıl adıyla İsfendiyar Erzik ile "Triumvira"yı konuştuk Tarihe cürmü meşhut Hikâyenüvis Ahmet Aziz’in kaleminden cıva gibi bir roman elimizdeki; Triumvira… Yalçın Yayınları tarafından yayımlanan roman yakın tarihimizin dosdoğru yorumlandığı yapıtlardan biri. Enver, Talat ve Cemal paşaların perde arkası zihniyetlerine, çarpık zihinlerde tezahür eden algılanışlarına, vatan matan bahane savından hareketle kendini sağlama almacıların yanar döner ikinci, üçüncü adamlıklarına da ışık tutan yetkin bir roman Triumvira. Ahmet Aziz ile "Triumvira"yı konuştuk". yıllarda yaşanan serüvenin, siyasal ve uluslararası eğrilerin ortaya çıkması için, o zamanların önemli olay ve ilişkilerinin de kitapta yer alması gerekiyordu. 31 Mart, Babı Âli Baskını, Ermeni Sorunu/Tehcir, Sarıkamış katliamı, Çanakkale Savaşı, İstanbul’un işgali v.b. gibi olaylarla; Deutsche Bank, Düyunu Umumiye, suikastlar, entrikalar, Bağdat Demiryolu, Teşkilatı Mahsusa, Alman emperyalizmi ile ilişkiler; Enver, Cemal, Talat üçlüsünün oluşturduğu triumvira’nın, hepsinin birden, hamasetten uzak bir sahicilik içinde bütünleşmesi gerekiyordu. Ben Triumvira’da bunu gerçekleştirmeye çalıştım. EĞİLİMLER, TARAFLAR O zaman belli başlı karakterleri temsil ettikleri düşünce, eğilimler, "taraflar" temelinde niteleyelim mi? – Sosyal yaşamına, Edirne Posta Telgraf idaresinde katiplik, seyyar posta memurluğuyla Talat Efendi olarak başlayıp, 1917’de paşa rütbesiyle sadrazamlığa getirilen Talat Bey, bilindiği gibi tarihten gelen gerçek bir kimlik. Enver ve Cemal paşalar da öyle. Aralarındaki fark, onların İttihat Terakkinin ordu kanadından geliyor olması. Bahaeddin Şakir, Yakup Cemil hep ordudan geliyorlar. Daha sonraki yıllarda Cumhuriyet yönetimi için de tehdit unsuru olan ve 1926’da Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e düzenlemeye çalıştıkları suikast girişimi nedeniyle ölüm cezasına çarptırılan ve cezaları infaz edilen Maliye Nazırı Cavit, eski Ankara Valisi Abdülkadir, yakalanacağını anlayınca intihar eden İaşe Nazırı Kara Kemal romanın gerçek kahramanları. Cemal Hikmet bir kurgu kahraman. Sanal bir kimlik. İttihat ve Terakki kadroları içinde böyle birisi yok. Roman gerçekliği içinde, kurguda hayat bulan biri Cemal Hikmet. Diğer birçok kurgu ve gerçek kahramanla birlikte; çalıştığım birçok inceleme kitabı, birçok biyografi, anı ve hatıratın yardımı doğrultusunda, gerçeğe en yakın diye düşündüğüm bir plan dahilinde, İkinci Meşrutiyet içinde yol almaya başlıyorlar. İkinci Meşrutiyeti hazırlayan yıllarda cemiyet içinde birtakım çekişmeler olsa da, hepsinin yönü/dikkati Abdülhamid üzerinde toplanmış. İktidar için talepleri var. Aralarında Ermeniler, Kürtler de var, hepsi birlikteler. İttihat ve Terakki ilerici, devrimci... İktidarlarının ilk yılında da öyleler. İktidarın sarhoşluğunu taşıyorlar, yönetmek için henüz hazırlıklı değiller, öyle bir kadroları da yok, adeta iktidar bir piyango olarak avuçlarının içine bırakılmış, iktidarı ucundan ucundan tutmaya yöneliyorlar. Deneyim ve bilgi açısından epey bir eksikleri var, hâlâ şaşkınlıklarını atamamışlar. Çevreleri devrimle, ilericilikle alakası olmayanlar tarafından yoğun bir biçimde kuşatılıyor. Bu ilk yılla birlikte romanın karakterlerinde ve tiplerinde kırılmalar, değişimler başlıyor. Yönetime yanaşmaktan her ne kadar korksalar da iktidarın çekici gücü, onlarda itici bir güç oluyor, iktidar erki bünyelerini kuşatıyor. Zaman içinde yaptıkları yolculukta her bir gerçek kurgu karakterin ve tipin kimi kez hızla kimi kez yavaş, kendi özgün insani yapılarından kaynaklanan değişimine şahit oluyoruz. Özellikle, Babı Âli Baskını’ndan sonra inisiyatif tamamen Enver, Talat, Cemal üçlüsünün eline geçiyor. Triumvira oluyorlar, diktatörleşiyorlar. Şiddet, baskı, entrika, ihanet hız kazanıyor. Devrimi birlikte gerçekleştiren, birbirine kardeş diyen insanlar önce birbirlerine ihanet ediyorlar. İyi niyetle başlayan, 23 Temmuz 1908 devrimiyle doruğa ulaşan İttihat ve Terakki, giderek bataklık içinde kendisine yaşam aramaya başlıyor. Abdülhamid döneminde sergiledikleri Alman aleyhtarı rüzgâr yön değiştiriyor, Triumvira’nın Enver’i, Talat’ı, Cemal’i ülkeyi Alman emperyalizminin pençelerine terk edip, 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ihanetlerini ülke boyutlarına taşıyorlar. Cemal Hikmet ve diğer kurgu kahramanları bir yana bırakırsak, kitaba roman kahramanı olarak dahil olmuş Triumvira, bugün hâlâ tartışma konusu olmaya devam ediyor. MEŞRUTİYET ÖNCESİ İSTANBUL Meşrutiyetin yayılan sihrinin düşürdüğü çenesiyle İstanbul en çok neyi tartışıyordu? Bu hali anlatır mısınız? – Meşrutiyet öncesi İstanbul’una büyük bir korku hâkim. İnsanlar yollarda yürürken bile seslerini yükseltemiyorlar. Dış mekânlarda genellikle çene mafsalları kilitli. Muhbirlik, jurnalcilik en iyi meslek. Kimi para kazanıyor, kimi bir kalemde iş buluyor, kimi memuriyetinde derece alıyor, kimisinin rütbesi yükseliyor. Fukara gazeteler sansürcülerin denetiminde. Sansürcüler, kırmızı kalem ellerinde, o bu satırı karalıyorlar, şu bu sözcüğün üstüne çizgi çekiyorlar. Gazete sütunları boş kalmasın diye, zaman zaman o boşluklara yazı yazdıkları da oluyor. En küçük bir şüphede insanlar; hafiyeler ve zaptiyeler ile karşı karşıya kalıyorlar. Ya Bâbı Seraskerî’nin avlusundaki Bekirağa Bölüğü’nde (bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Binası) soluk bile almadan işkenceye yatırılıp, canhıraş sesleri tüm Beyazıt’a yayılıyor ya da İstanbul dışına sürgüne gönderiliyorlar. Tırnakçı Salim’in işkence hikâyeleri korkunçlaşarak, tüm İstanbul’da ev ev, kahvehane kahvehane kısık ses, dehşet dolu bakışlarla dolaşıyor. İstanbul Abdülhamid’in mekânı, muhalif hiçbir canlıya tahammülü yok, ortalıkta menfi efendi olmasa bile, satın alınmış sadık kullar onun için; sanal muhalif, yapay menfi efendi yaratıyorlar. Mazlum omuzlar paspas ve merdiven olarak kullanılıyor. Jurnalciliğin parasal boyutu bazen astronomikleşiyor, reklam olup dilden dile köprü kuruyor. Bazen de Abdülhamid’in ve sadık kullarının aklından bile geçmeyen birtakım şeyler muhbirlik konusu olabiliyor. Selanik, Manastır, Üsküp sürgün yeri. Abdülhamid’in görüş ve kulak mesafesinden oldukça uzak. 23 Temmuz 1908’de devrim, üç ayrı koldan buralarda gerçekleşiyor. Kulüplerde, meydanlarda, tiyatrolarda hep bir ağızdan bağırılarak Marseillaise söyleniyor. Türk, Bulgar, Sırp, Ermeni, Rum özgürlük sarhoşluğu içinde sokaklarda kucaklaşarak dolaşıyor. Hürriyet henüz İstanbul’a ulaşamamış. Üsküp’ün, Selanik’in, Manastır’ın devrim sevincine İstanbul ancak 2 gün sonra katılabiliyor. Devrim olmuş, ama İstanbul hâlâ bu durumu kavrayamamış. Abdülhamid korkusunun aşılabilmesi için, devrimin üzerinden 2 günün geçmesi gerekiyor. Devrim, 25 temmuzda İstanbul sokaklarına inebiliyor. 26, 27, 28 ve daha sonraki günlerde de İstanbul sokaklarda... Birbirlerine devrimi anlatıyorlar. Şöylesine duydukları Fransız İhtilalini; yüksek, orta, küçük boy, hangisini bulurlarsa bir kürsü kapıp anlatıyorlar, kendi çaplarında nutuk irad ediyorlar. Tırnak içindeki bir dolu "gizli kahraman" ortaya dökülüyor. Yeni dönemden pay kapma, parça kopartma hevesine kapılıyorlar. Çalışmalar duruyor, okullar fiili tatile giriyor, af çıkıp hapishaneler boşalıyor. Siyasilerin yanında katillere, tecavüzcülere, hırsızlara ve benzeri suçlulara da devrim piyangosu vuruyor. 23 Temmuz 1908 devriminin sırrı, suskun ahalinin çenesini düşürüyor ve aslında İsKİTAP SAYI ? Gamze AKDEMİR önemin İstanbul’u.. Semtler… İnsan portreleri… Toplumun devrimsel gelişmeler öncesi bir zamanlarki çekirdek halini de yansıtıyor Triumvira. Salt toplumsal değil siyasal ve uluslararası alandaki eğrilere de sahici bir serüven. Yanılıyor muyum? – Triumvira’yı romanlaştırmak için, içinde geçtiği dünyayı/zamanı birçok alanda, bildiğim bütün roman tekniğini kullanarak anlatmaya çalıştım. Sizin de belirttiğiniz gibi dönemin İstanbul’u, semtler, insan portreleri, aile hayatı, çok küçük ayrıntıdaki bir kahve fincanı bile bu işe alet olup, daha başka birçok şeyle birlikte, hepsi ama hepsi gerekli bir bütün olarak Triumvira’nın bu şekliyle ortaya çıkmasına neden oldu. Bizlerin yaşamında nasıl binlerce şey var ve bizi canlı, yaşayan bir varlık olarak var ediyor, yaşadığımıza şüpheyle bakılmıyorsa ve hatta bu durum akıldan dahi geçirilmiyorsa, romanı canlı kılabilmek, ona bu dinamikliği yükleyebilmek için, yaşamın bu diyalektik bütünlüğünü oraya, sayfalara, satırlara, kelimelere taşımak gerekir diye düşünüyorum. Henüz dünyanın en güzel romanı yazılmadı, bu roman yazıldığında, romanın yazarı karakter ve tiplerinin kılcal damarlarına, hücrelerine, genlerine kadar anlatımında hâkim olacak ve belki de yarattığı karakter ve tipler o denli sahicilik kazanacaklar ki, kitap sayfalarından çıkıp ortalığa dökülecekler. Kitapta anlatılan dönem, olağanüstü bir dönem. Büyük altüst oluşların, köklü dönüşümlerin, kıyımların, katliam ve cinayetlerin, halk hareketlerinin, ihanetlerin, kısaca düşleri dahi zorlayan olayların dönemi. Tam da romanı yazılacak bir dönem. Hızla akıp geçen zamanın tahrip edemeyeceği bir dönem. Bu fırsatı iyi değerlendiren yazarına, klasikleşme imkânı tanıyan bir dönem. İçinde bulunduğumuz günü doğru kavrayabilmek, doğru yaşayabilmek ve hatta birtakım tuzaklara düşmemek, ülkemizi olmadık maceralara sürüklememek için o günün doğru okunması gerekiyor. Ve o SAYFA 16 D Ahmet Aziz (İsfendiyar Erzik) ? CUMHURİYET 878
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle