24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? yok pahasına yabancılara satıldığına tanık oluyoruz, ama yargının özelleştirilmesinden söz eden yok şimdilik, yargıçlarımız da sağlam duruyor, bağımsızlıklarını özenle koruyorlar. Dilerim, 2070’lerde de böyle bir özelleştirmeden söz eden olmaz. ÖZELLEŞTİRME GİRİŞİMLERİ Evet, romanda yargı tümden özelleştirilercek gibi görünüyor, bu da handiyse bir ‘devrim’ gibi algılanıyor! Böyle bir hareketin olabileceği ihtimalini göz önüne getirip yargı mensuplarının dikkatini çekmeye, onları uyarmaya çalıştığınızdan söz edebilir miyiz? Evet, romanın ana oluntularından biri de bu, yargının özelleştirilmesi. Her şeyin özelleştirilmiş, kapitalizmin buyruğuna verilmiş olduğu bir ortamda yargı bağımsızlığının sürmesinin bir aykırılık olarak belirmesi ve bu aykırılığa son verilmesine ilişkin girişimler. Ama ben alçakgönüllü bir anlatı yazarıyım, yargıçlarımızı uyarmak gibi bir düşüncem olmadı hiçbir zaman. Onların da böyle bir uyarıya gereksinimleri olduğunu sanmıyorum. Ancak ülkemizde yargının bağımsızlığını sınırlama, özel mahkemeler oluşturarak birtakım edimleri bağımsız yargıdan kaçırma girişimleriyle oldukça sık karşılaştık. Günümüzde de zaman zaman benzer girişimlere tanık oluyoruz. Gökdelen’deki özelleştirme girişimiyse bu tür edimlerin son noktası. Peki herhangi bir tepki alabileceğinizi düşündünüz mü? "Olmaz, olamaz, efendim, böyle bir şey, şimdi de, ileride de" türünden bir sözle karşınıza çıksalar? Ne mi yaparım? Görüştür, saygı duyarım. Ancak gülümsemekten de kendimi alamam herhalde, "Bu bir roman", derim. Ayrıca, şu yaşamakta olduğumuz dönemde Gökdelen’de anlatılanları usa yatkın oluntular gibi görmemizi sağlayacak belirtiler hiç de az değil. Öte yandan, gün geliyor, hiç olmaz sandığımız şeyler de olabiliyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1926’sında Recep Tayyip Erdoğan’ın 2006’sı kimin usuna gelirdi? Can Tezcan’ın devrimci bir kimliği var ya da var imiş diyelim! Bununla da gelecek zamanda, devrimcilerin paraya yenik düşeceğini, düşebileceğini mi ima etmek istediniz? Bunu benim anıştırmama hiç mi hiç gerek yok bence. Önümüzde kapitalizme hizmet etmeyi seçmiş ya da senin deyiminle, paraya yenik düşmüş birçok eski devrimci örneği var. Aralarında bayağı ünlenmişlere de rastlanmakta. Can Tezcan da onlardan biri. Temel Diker gibi birinin avukatlığını yapıyor. Gene de onlardan azıcık farklı. Tümden kopamıyor geçmişinden. Devrimci gençliğini alaya almıyor, tam tersine, durmamacasına devrimci geçmişiyle bugünü arasında gidip geliyor, kimi zaman devrimci yanı ağır basıyor, kimi zaman büyük kapitalistlerin gözde avukatı yanı. Ne olursa olsun, yeni kişiliği eski kişiliCUMHURİYET KİTAP SAYI ğini bir türlü silemiyor, onu eski düşüncelerinden ve eski dostlarından koparamıyor. Sonuçta da biliyoruz, devrimci kişiliği ağır basıyor. Her koşulda bir yeni kuram üretmesi de ayağını yere sağlam bir biçimde basmadığının bir göstergesi sayılabilir. Belki de o, yani Can Tezcan, yargıyı özelleştirme çabalarını hapisteki yakın dostunu kurtarmak amacıyla başlatıyor? Evet, açıkça söylememekle, hatta bilinçle düşünmemekle birlikte. Görünüşte Temel Diker’in sorunlarını çözebilmek, müşterisine direnen emekli öğretmenin evini yıktırtabilmek için girişiyor bu işe, ama bu evin yıkılması en son istediği şeydir, gerçekte çok değer verdiği bir arkadaşını kurtarmak ister. Kuramcı yanının da bir etkisi yok değildir bunda: Ona göre, yargının özelleştirilmesi anamalcılığa tutarlılığını verecek, insanlar korkunç da olsa kendi kendisiyle tutarlı bir dünyada yaşayacaktır. En azından, sık sık yineler bunu. İstanbul’u gökdelenlerle bezemek, ABD’nin bile örnek alacağı bir kent yapmak! Temel Diker, bir hayli iddialı, olur mu dersiniz böyle bir şey? İzin verir mi ABD bize? Temel Diker de Can Tezcan gibi en azından çift yönlü bir kişilik. Bir yandan önüne çıkan her engeli ne pahasına olursa olsun çiğneyip geçmek ister, bir yandan da kendisi gibi Karadenizli emekli öğretmenle karşılaşınca bambaşka bir kişi oluverir. İstanbul’u bir baştan bir başa tek bir örnekçeye göre yapılmış gökdelenlerle donatma, bunların dışında eski, yeni her türlü yapıyı yıkma tutkusuysa, kendisine çağının yaşamının ve NewYork kentinin esinlediği bir şey. Romana bakarsak, büyük ölçüde gerçekleştiriyor düşünü, arkasını da getireceğe benziyor. Amacına tam olarak ulaşıp ulaşamamasına gelince, "Neden olmasın? Temel çok becerikli bir adam, yıl da 2073!" diyebiliriz. ABD de, bir Karadeniz uşağının kendisini aşmasına katlanamazsa, 650 metrelik gökdelenler diker, olur biter. TEK BİÇİMLİLİK Dikkat çekici unsurlardan biri de romanda mekânın İstanbul’la sınırlanması. Neden? Anadolu’yu o zaman diliminde nasıl betimlersiniz? Konu İstanbul’un Temel Diker’in gökdelenleriyle doldurulması olduğundan romanda bu kentin dışına pek çıkmadım. Ama böyle bir ortamda Anadolu kentlerinin nasıl bir durumda olacağını kestirmek pek de zor olmaz sanırım. Biliyoruz, tüm illerimiz, tüm ilçelerimiz tarihsel özelliklerini yavaş yavaş yitirerek çirkin mi çirkin bir tek biçimliliğe doğru gidiyor, benim doğduğum Elbistan Güneydoğu Anadolu’da, Erol Günaydın’ın doğduğu Akçaabat’sa Karadeniz kıyısında, ama iki kasaba arasındaki farklılıklar her geçen gün biraz daha silinmekte. Gerçi Anadolu’dan çok İstanbul ön mekân olarak kullanılmış dedik, ? 875 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle