29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Hund) ise, ilk okuyuşta hayvan davranışları üzerine yazılmış, popüler birer metin gibi görünüyorlar. Davranışbilimin genel tespitlerinden özele inmek yerine, özel, tek tek gözlemleri bizimle paylaşan Hz. Süleyman’ın Yüzüğü, bir anlamda "belli etmeden" davranışbilimin temellerini atıyor. Metin içinde adlarıyla, davranış ve tepkileriyle özelleşip "kişileştikçe" bizdenleşen, dünyamıza katılan yaban kazları, kargalar, ördekler, balıklar, kuşlar bu aldatıcı yakınlaşmanın bir türlü gizleyemediği "uzaklığı" bizlere duyuruyorlar. Belki de tam bu "yakınlaşmauzaklaşma" ilişkisinin temsil ettiği çelişki, kitap boyunca yakamızı bırakmayan "hüznün" nedenlerinden biri. Gri gerdanlı yaban kazını evcilleştirmek, "terbiye edip" evin bir "bireyi" gibi aileye katmak demek (Lorenz’lerin evi oldumolası özel bir hayvan çiftliğine benziyor), bizzat Lorenz’in de temsilcisi olduğu davranışbilimin temel bilgilerinden biriyle kaçınılmaz bir uyuşmazlığı da körüklemek demek: Türsel bir varlık olan ve davranışlarını yönlendiren sinyal sistemleri sayesinde, sadece türün içinde geçerli bir alıcıverici ilişkisi kurabilen hayvanı, insanın "iletişim" sistemi içine sokmak, sadece gözlem yapan bilim insanlarının değil, hayvanseverlerin, hayvan bakıcılarının, besleyicilerinin ve terbiyecilerinin de üzerinde durup düşünmeleri gereken sorunların temelini oluşturuyor. Lorenz, hangi amaçla olursa olsun, bu "iletişimi" kurmaya ve incelemeye kalktığımızda, Hz. Süleyman’ın cinlerden aldığı söylenen efsanevi yüzüğünden çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Onun iletişim kurma ve anlama deneyleri, Tuna kıyılarında, çayırlarda, ama asıl bir hayvan yuvası ve de laboratuvarı olan evinde sürüp gidiyor. Yuva merkezli algılarda duygularımız öne çıkıyor; laboratuvar merkezli incelemede bilimsel merakımızın heyecanı hâkim oluyor. Tek tek bireyleri gözlemleyerek türü yönlendiren davranış mekanizmalarını harekete geçiren sinyal sistemlerini yorumlama girişimi, okurun adım adım hissettiği gibi, sosyal sistemlerin içinde biricik, ötekiyle karşılaştırılmaz bir "birey" olduğumuz iddiasının (ya da hatta olma gururunun) karşısına, bir yandan da aynen hayvan gibi "bir tür" öğesi olduğumuz bilgisini çıkartıyor. Evrimimizin o çok uzak geçmişinde "türe özgü" sinyal sistemleriyle anlaşıp durduk. Bu sistem önce sesli sonra yazılı dile doğru evrildi. Türsel yaşantımıza özgü davranış programları, orta beyinde depolanıp bastırıldı; ama ortadan kalkmadı. Ne var ki, türsel varoluşumuzun belirtilerine çarptıkça, insansı gururumuz kırılır gibi oldukça, antroposentrik (insanmerkezci) saplantımızı da terk etmeme ısrarımız artıyor. (Evrime tepkinin de bir ucunda olan bir saplantı bu; evrenin, en üstün temsilcisi insan CUMHURİYET KİTAP SAYI Lorenz, 1973’te Nobel Tıp ve Psikoloji Ödülü’ne layık görüldü. için bir araç olarak yaratıldığı saplantısının). Öyleyse Lorenz’in fabl tadında yazılmış, okumaya doyulmayacak kitabı, pek belli etmese de, davranışbilimin temel metinlerinden birini (de) sunmakla kalmıyor, hayvanı incelemek için gerekli bilimsel mesafenin gerisine çekildiğimiz ölçüde, ters yönde "türsel varlık olarak" ona ne kadar yakın olduğumuz gerçeğini de öne çıkartıyor. İnsanmerkezci saplantının yeniden gözden geçirilmesine çarpıcı bir çağrı bu. Çok uzak bir evrimsel dönemde paylaştığımız birlikteliği daha doğrusu varolan tekliği bozmuş olmanın getirip götürdükleriyle bir hesaplaşmaya bile gidebiliriz buradan. DAVRANIŞ DÜRTÜSÜ Hiç kuşku yok ki, kuluçkadan çıkar çıkmaz gördüğü ilk hareketli nesnenin peşine takılma davranışını düzenleyen programlar, civcivin hayatta kalma güvencesini sunuyorlar. Çünkü muhtemelen civcivin görüntü alanına ilk birkaç saat boyunca girebilecek hareketli nesne "anne tavuk" olacaktır. Evrimin bir güvence olarak türe armağan ettiği bu davranış dürtüsü (programı), aynı zamanda çelişkisini de içinde taşıyor: Her hareketli nesneyi anne yerine koyma mecburiyetine bağlı tehlikeyi. Evrimin çözümü, çaresizliğin sınırını henüz aşamıyor burada. Peki insanoğlu, bireysel öğrenmeyi başarmış oluşunun ve "önünde ilk adımını atan her şeyi anne yerine koyma saflığından sosyal ve akılsal evrimin içinde kurtulmuş olmanın" gururuna kolayca sahip çıkabilir mi? Hz. Süleyman’ın Yüzüğü kitabıyla ilişkili olarak söylemek gerekirse, görünüşte birkaç saate sığabilecek bu tadına doyulmaz popüler okuma, sordurabileceği sorularla ister istemez "popüler felsefeciliğe" sürükleyecek bizleri: Gerçekten de aç balık, gene de ağzında taşıdığı yavrusunu "tercih edip" yemi yutmaktan kaçınabiliyor ve bunu bir dürtüsel programla gerçekleştirebiliyorsa, evrim tarihine göre devede kulak kısacık sosyal tarihine binlerce savaş sıkıştırmış, edinilmiş /öğrenilmiş davranış "dürtüleriyle" sahip olmayı varolmanın hep önüne koymuş, ve türünü adım adım çevresiyle birlikte yok olmaya doğru taşıyan insan, yoksa hâlâ türünün ilkel bir evresini mi temsil ediyor? ? Hazreti Süleyman’ın Yüzüğü/ Konrad Lorenz/Çev: Evrim Tevfik Güey Cumhuriyet Kitapları/274 s. 875 SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle