24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Cem Yayınları'nın sahibi sevgili Ali Uğur'un gözü kara. Bir Rilke külliyatına da girişti. Çok saydığım Kâmuran Şipal usta, onun mektuplarını, düzyazılarını çevirirken, ben de Türkçede ilk kez, Rilke'nin bütün şiirlerine cüretlendim. Bu cüret ama şu âna dek, sınırı aşmadı. Çünkü, şimdiye dek çıkan beş kitap (İyi Ruhlara Adak, Düşten Taç, Advent, Bana Tören, Beyaz Prenses / Sancaktar), Rilke'nin ilk gençlik kitapları, kendisinin yayımlama sırasını izledi. Sıra orta dönem Rilke'ye geldi, ondan sonra asıl daha önce de çeşitli çevirilerle Türk okurunun tanıdığı başyapıtlarına, Duino Ağıtları ve soneler gibi yapıtlarına gelecek. Çok uğraştırıyor, ama çok da gönendiriyor. Ben, çeviri işini, bir metni gerçek okuma edimi olarak da algılıyorum. Rilke'yi çok daha iyi tanıyorum. Örneğin, henüz ilk kitabında, insancıl yaklaşımının yanı sıra yoğun bir toplumsal yaklaşımı da görüyoruz. Savaş karşıtı şiirleri var, bu bağlamda hiçbir bayrağa selâm durmam anlamına gelen satırlar yazmış, çevre bilinci 1890'larda onun şiirlerinde dilleniyor. Rilke, çağdaş dünya şiirinin doruklarından. Onun bütün şiirleri Rilke'severleri de daha şimdiden sevindiriyor. Aldığım tepkiler böyle. Kendisi, son dönemlerinde, ilk gençlik şiirleriyle arasına sanki mesafe koymuştur, ama Rilke üzerine bilimsel araştırmaların da ortaya koyduğu gibi, Rilke'yi, ilk ve orta dönemlerini bilmeden bütün boyutlarıyla kavramak ve değerlendirmek kolay değil. Dileğim, bu işi yüz akıyla sonuçlandırabilmek. AYDINLANMA YAZINI Uzun Almanya yıllarınızın yazınınıza en çok nasıl bir etkisi olduğu söylenebilir? Anadolu'nun insan harmanını orada yakından tanıdım. Bundan kırk yıl önce baktım ki Almanya Türk yazınını bilmiyor. Onlara biraz da acıma duygusuyla, çevirme ve çevirtme eylemiyle, Türk yazınında bir ölçüde derinleşmem de dediğim gibi, çeviri yapmak en yoğun ve derin okumak benim için orada oldu. Ayrıca doğallıkla, bir şiirimde de dile geldiği gibi, Lessing'ten Brecht'e benim bir gelenek çizgimi oluşturan aydınlanma yazınıyla içli dışlı olabildim. Yunus'tan Nâzım'a, Necati'den Necatigil'e kendi geleneğimizle de galiba içten içe harmanlandı bu aydınlanma geleneği. Beni galiba çeşitli yönden zenginleştirdi. Ve kaleminizin toplumsal ve siyasal yönünü de daha bir perçinledi. Öyle olduğunu sanıyorum. Emekten yana örgütlenme çalışmaları, emekten ve haktan hukuktan yana gazetecilik, radyoculuk, yazdıklarımı da etkiledi elbette. Zaten bu bir kişilik konusu. Kol ve kafa emeğinden yana tavır koymak. “Tanınmış bir Alman şairi ve eleştirmeni, bundan yirmi otuz yıl önce, büyük bir Alman gazetesinde yer alan yazısında, Alman şiirinin dışardan taze kana gereksinimi olduğunu, bunu da Latin Amerika şiiriyle, yine onun ifadesiyle, son derece zengin Türk şiirinden alabileceğini yazmıştır.’ Peki Alman aydınların, yazarların gerek sanata gerek dünyaya bakışlarında Türklere kıyasla farklılıkları neler? Ve belki avantajları, dezavantajları.. En büyük avantajları bizde olduğundan çok daha köklü ve yaygın, çok güçlü bir altyapıyı kurmuş olmaları. Bu elbette ülkenin ekonomik ve siyasi kalkınmışlığıyla da bağlantılı. Bu kalkınmışlık ama dünyaya kaça mal olmuş ve oluyor, ayrı bir konu. Ama hiç göz ardı etmemek gerekir. Orta halli bir yazarı radyo ve televizyona, gazete ve dergiye, tiyatrolara yazarak ve aydınlanma dönemine dayanan geleneksel okuma ve söyleşi toplantıları, bunlara telif hakkı ödeme uygulaması, belki bin, belki daha fazla bir paralı ödüller ormanı, ikinci bir iş yapmadan yaşatabiliyor. Bursları, burslu konutlu belli bir süre bir yerde konaklama ve yalnızca yazmayla uğraşma olanakları, Alman yazarını bize göre bu açıdan çok daha avantajlı kılıyor. Sanata ve dünyaya bakışları, bu maddi konumlarından, toplumlarının dünya üzerindeki konumlarından ayrı düşünülemez. İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde belki bakış açıları bizimle daha fazla kesişiyordu. Savaşın yıkımından sonra, insancıl ve demokratik bir bakış, daha bir dayanışmacı bakış egemendi. Ama onlara aynı zamanda sanatın her dalında, bu arada edebiyatta da daha fazla deneye kalkışmaya, oyun oynamaya olanak tanıyordu. Bir de çok önemli bir nokta var. Alman okullarında ve üniversitelerinde yaşayan yazarlar varlar, bilimde, hem ders kitaplarında, hem araştırmalarda, hem de telif karşılığı çağrılı olarak her zaman varlar. Almanya dışında da, örneğin Goethe Enstitüsü'nün örgütlemesiyle Alman edebiyatını, Alman kültürünü ve günümüz Almanya’sını yoğun biçimde temsil ediyorlar. Bundan da resmi Almanya'yı temsil ediyoruz gibisinden saçma yargılarla hiç mi hiç gocunmuyorlar. Tersine, kendilerine övünç payı buluyorlar. Bir gerçek, özellikle şimdi Soğuk Savaş'ın ardından daha bir belirginleşti: Almanya'nın liberaliyle yoksul bir ülkenin liberali, Almanya'nın sosyal demokratıyla yoksul bir ülkenin sosyal demokratı, yeşiliyle yeşili, giderek komunistiyle komünisti aynı değil. Yoksulun liberali zenginin liberalinin kuyruğuna takılır. Zenginin sosyaldemokratı, yoksulun sosyaldemokratına kulak asmaz. Dayanışma her halde lafta kalır. Bir de son yıllarda İkinci Dünya Savaşı'nın "Alman kurbanları", Grass'tan Walser'e vb. edebiyatın yoğun konuları arasına girdi. Hani Nazilerin Alman kurbanları değil söz konusu. Savaşın sonunda, Sovyetler'in ve müttefiklerin Almanya'yı dize getirmeleri, bombardımanları ve işgal etmeleri üzerine, bundan mağdur olanlar söz konusu. Elbette milyonlarca mağdur var. Ancak, sanki, savaşı Sovyetler ya da komşular, ya da müttefikler çıkarmış gibisinden bir tavır da sezilmiyor değil. Yer yer tartışma konusu da yapılıyor, ama çok az. YAKIN TARİHİN ETKİSİ Bu noktada aşırılıklara değmiş bir ülkenin, Almanya'nın edebiyatı özellikle yakın tarihinde yaşananlardan nasıl etkilenmiş, bunu nasıl yansıtmış? Yakın tarihi doksan öncesi ve sonrası diye ayırmak gerekir. Öncesinde İkinci Dünya Savaşı bir barış antlaşması ile sonuçlanmamıştı. Sonrasında bu antlaşma (dört artı iki = Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler “Doksan öncesi Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Veli ilgi gören yazarlardı. Doksan sonrası bir ara yalnızca Orhan Pamuk ilgi odağı oldu. Bu ilgi Nobel ile sürecek elbette, ama son yıllarda çeşitli girişimlerle (Bosch Vakfı'nın destek verdiği 20 kitaplık Türk Kitaplığı projesiyle) yazarların sayısı yeniden artmaya başladı.” artı Batı ve Doğu Almanya) imzalanmış, Almanya birleşmiş ve tam bağımsızlığına kavuşmuştur. Öncesinde, Nazi dönemi ve Yahudi soykırımıyla, savaş suçları ve baskı ve korku rejimleriyle bir hesaplaşma, bunları sorgulama, demokrasi ve özgürlük istenci, eleştirel bir bakış açıkça görülüyordu. Doksan sonrasında durum değişti, yukarda belirttiğim "Alman kurbanlara" geldi sıra. Bir de kırk yıllık Doğu Almanya rejimiyle, bunun toplum düzenine yansımasıyla hesaplaşma edebiyatın konularından biri oldu. Bu bağlamda, kimlik ve bellek konuları öne çıktı yer yer. Türk yazarlar Almanya'da nasıl ilgi görüyor? Doksan öncesi Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Veli epey ilgi gören yazarlardı. Doksan sonrası bir ara yalnızca Orhan Pamuk ilgi odağı oldu. Bu ilgi Nobel ile sürecek elbette, ama son birkaç yıl içinde çeşitli girişimlerle (örneğin Bosch Vakfı'nın destek verdiği 20 kitaplık Türk Kitaplığı projesiyle) ilgi alanına giren yazarların sayısı yeniden artmaya başladı. Ancak, hâlâ karşılıklı alışverişte bir denge sağlanmış değil. Almanya'da yaşayan Türk yazarları da doksan öncesinde daha fazla ilgi görüyordu. Doksanlı yıllarda bu neredeyse sıfırlandıktan sonra, şimdilerde Feridun Zaimoğlu gibi bazı yazarlar (doğrudan Almanca yazdıklarıyla) okunuyorlar. Bu konuyla doğrudan ilişkili olduğu için kısaca değinmek istiyorum. Türkiye, 2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı'nın özel konuk ülkesi olacak. Bunun şöyle bir anlamı var. Daha önceki yıllarda konuk ülkelerden fuar süresince ve fuar arifesiyle ertesinde elli yüz yazar çağrılı olarak Almanya'ya gelir, radyo ve televizyonlarda kendi ve ülkelerinin edebiyatı üzerine konuşurlar, toplantılarda metinlerini okurlar. Bunun için, ülkenin fuara özel konuk olduğu yıl o edebiyattan yüz iki yüz yeni kitap çevrilir ve yayımlanır. Bütün dergiler, gazeteler, radyo ve televizyonlar konuk ülke edebiyatı, yazarları, çevrilen kitaplar üzerine yoğun yayın yaparlar. Beş günlük fuar süresince de özel konuk ülkeye ayrılan büyük bir pavyonda o ülke kendini, edebiyatını, sanatını, kültürünü sergilerle, etkinliklerle yoğun olarak tanıtmak fırsatını bulur. 2006 yılında fuarda Türkiye'nin resmi olarak nasıl bir görünüm sergilediğinden yola çıkarsak, 2008 fırsatının heba olacağı kuşkusunu taşıyorum. Kültür Bakanlığı, bu işi şimdiden erbabı kurum ve kuruluşlara bırakıp, onların çalışmasını yalnızca taşımakla yetinmezse, bu işe parti siyaseti açısından bakmayı sürdürürse, hiç konuk ülke olmamak belki daha hayırlı olur. Ama bu büyük bir fırsattır. Burada TÜYAP ve Yayıncılar Birliği gibi ciddi, tarafsız, deneyimli kuruluşlardan azami yararlanmak olmazsa olmaz koşuldur. Gerisi boş. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Yol Dolayları/ Yüksel Pazarkaya, Şiirler/ Cem Yayınevi/ 80 s. KİTAP SAYI 875 SAYFA 20 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle