06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Küpt dili için bir tarih" A. ÖMER TÜRKEŞ "Her hakikal dılde, kendi meskeninde, kendi atalarının sarayında barınır" Walter Ben/amin Ç ok yakın zamanlara kadar bir Kürt Edebiyatı olduğu bilinmiyor, üzerine konuşulmuyor ve o dile, o kültüre ait kitaplar basılmıyordu Türkiye'de. Kendilerini Türkçe ile ifade edcn Kürt kökenli yazarların şür, hikâye ve romanları da "bize", "bizim" edebiyatımıza aitti sanki. Siyasi bir meseleyui Kürt sorunıı; onlar vardılar, oradaydılar, yoksııl ve dilsizdiler... Osmanlı'dan beri Türkçe romanlarda "kaba, cahil ve kötü" Kürt imajı üzerinden üretildi "medeni, aydınlanmış ve iyi" Türk kimliği. Bir yandan Türk kültürünün derin köklerinden ve zenginliğinden söz edildi, diğer yandan Anadolu'daki öteki kültürferde ciddiye ahnacak yan bulunmadığı vurgulandı ve kültür siyasal tahakkümün meşruiyet aracı oldu; doğrudan dile getirilmese de, "kültürel zenginlik vurgusunun ardında ırksal üstünlük düşünceleri yatıyordu". Bugün hiç değılse belli kesimlerde terk edildiğini görüyoruz bu milliyetçi düşünce rendekslerinin. Ulusların yerini kültürel farklılıkların dolduracağı bir dünyaya doğru ilerlerken, Anadolu'nun "kültürel mozaiği"nin barındırdığı zenginlikler Türk aydınlarının söylemine de iyice yerleşiyor. Ancak ne anlama geldiğini biliyor muyuz bu zenginliğin? Büdiğimizi sandığımız, üzerlerinde tasavvurlaroluşturduğumuz, ama bir kaç sözcük, bir kaç türkü, bir kaç rilm dışında aslında hiç tanımadığıtnız bir halkın kültürel zenginliğinin aslında o halkın dilinde yaşadığını ve o dille birlikte o zenginliğin de yıllardan beri bastırılmış olduğunıı hatırhyor muyuz; yoksa mahçup bir hakkaniyet duy gıısu mıı var çok kültürlülüğü savunan cümlelerimizin arkasında? Doğrusunu söylemek gerekirse, Mehmed Uzun'un romanlarını okuyana kadar, yazılı ya da sözlü Kürt Edebiyatı'nın çok silik bir resmi vardı benim zihnimde. Kürtler üzerindeki baskılar ve dil yasakları daha can alıcı, daha acil, daha "siyasi"ydi. Aynı coğrafyayı paylaşan toplulıiKİardan egemen olan kendi dilinin tarihini "bir ıılusun dirilişi, var oluşunun başlangıcı" olarak selamlarken, kültürel mozaiği oluşturduğu varsayılan diğer toplulukları dilsizliğe mahkum ederse, elbette dil kavgası da ağırlıklı olarak siyasi hedeflerle tnedya üzerinden yapılacaktı. Buradaki elbette sözcülüğü ile ortaya çıkan doğallık, bir doğruluk anlamına gelmiyor ve bir dilin, o dili konuşan topluluk açısından ifade ettiği anlamı da bulanıldaştırıyor aslında. Görünen o ki, Türkiye'de bütün taraflar için Kürtçe ve Kürtçe yayın konusundaki yasaklar asıl merkezinden kaymış, mesele bir iletişim sorununa indirgenmiştir. Oysa, başta Istanbul olmak üzere, Türkiye'nin nemen her yerinde gündelik hayat içerisinde konusulan bir dil olarak Kürtçe değildir yasaklı olan! Sınır, insanların basit iletişim ihtiyaçlarını karşılayacak bir işaret sistemine; yani 35 Kürtçe sözcüğe değil, Kürtlerin kendilerini felsefi, edebi, kültürel olarak ifade edebilecekleri bir zenginleşmeye çizilmiştir. Sınırı çizenlerin mantığındaki tutarlılığı ise teslim etmek gerekir, çünkü bir dilin bütünüyle yasaklanması değil, yalnızca gündelik konuşma düzlemine napsedilmesi bile, o kültürün yok oluş sürecinin başlangıcıdır. Sözlü/yazılı kültür ve edebiyat ürünlerine rastlamadığımız pek çok dünya dili artık yaşamıyor. Çünkü, B.Croce'un ifadesiyle; "dil felsefesi ve sanat felsefesi bir ve aynı şeydir. Dillerin var olan milletler ve belirli tarihsel dönemlerde konuşulan veya yazılan cümlelerin veya cümle bağlılıklarının dışında hiçbir realitesi yoktur, yani somut edebiyat ürünleri tarihinden daha baska hiçbir şey yoktur". Kürtçe de dahil olmak üzere, bir dilin varlığını ilan edip meşruiyetini kanıtlayabileceği en önemli alandır edebiyat. Ancak, sloganlardan broşürlere ve gazetelere, halk masallanndan ve kahramanlarından destanlara, romanlara ve sahne oyunlarına kadar, bir ulusal kültür pratiği olmadığı sürece dil hareketsizdır. Çünkü kültürle dü, doğrudan bir ve aynı şey değilseler bile, birbirleriyle iç içe geçmiş olgulardır. Bir topluluğun kültüründen bahsediyorsak eğer, ortak bir dilin varlığını da onaylamışız demektir. Bu ortaklık o toplumun fertlerinin basitçe aynı sözcükleri kullanmasından kaynaklanmaz; bu dil o toplumun düşünce ortaklığının, dünyayı başka toplumlardan farklı kavramasının, üuygularının ve o duyguların ifade edilişindeki farklılıkların merkezidir. Toplumun edebiyatı, felsefesi, sanatı, tekniği ile birlikte bütün kültürü, düşünceleri, kavrayış biçimi, giderek töre ve gelenekleri dilden ayrılamaz. Dilden kopmuş bir kültür ya da dillendirilemeyen bir düşünce bir soyutlamadan başka bir şey değildir. yazımı açısından ortaya çıkan yüzvıllık fark, kendilerini Türk diliyle ifade etmek durumunda kalmış yüzlerce Kürt kökenli yazarın varlığı apaçık ortadayken Kürtlerin edebiyatın bu dalına olan "meraksızlığı" ile açıklanamaz herhalde. Meseleyi yalnızca Kürt diline getirilen yasaklarla çözümlemek da mümkün görülmüyor. Romanın edebiyat tarihinde yerini almasının, burjuva sınıfının kendisinin farkına varması ve ifade etmesivle aynı ana denk gelişi bir tesadüf değilse eğer, Kürt romanının doğuşunu da DU elnikgurubun kendi kültürel kimliğini ; .ncak bu yıllardan başlayarak sahiplermesiyle ilişkilendirmek yanlış olmaz; Anadolu'nun dışındaki coğrafyalarda Kürt dili ile yazıfmış pek çok edebi metin varken, I'ürkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtlerin kendi dillerine sahip çıkmayışlarının ve roman alanında sessiz kalışlarının arkasında, bir kimlik ve kültür tasavvuru oluşturamamaları yatmaktadır. Işte bütun bu eksiklikler, gecikmişlikler, bastırılmışlıklardan söz ediyor "Bir Dil Yaratmak" adlı kitabında Mehmed Uzun ve yalnızca romanları ile değil, halkının yitirilmeye yüz tutmuş sözlü edebiyat geleneklerinden yaptığı derlemeleri, dil ve edebiyat incelemeleri ile de yakıcı bir kavgayı sürdürüyor. "NarÇiçekleri", "Kürt Edebivatına Giriş" ve "Bir Dil Yaratmak" adlı çalışmalannda, bir yandan Kürtçe yazılmış romanların ve Kürt dilini canlandırma çabalarının tarihini aktarıyor, diğer yandan kültürel karşılaşmalar ve Kürt Ldebiyatının bugünkü meselelerini tartışiyor Uzun. Böylelikle bir boşluğu doldurma ve bir kültür hareketi başlatma çabası içerisine girerken, "ters yüz edilmiş, unutulmuş bir tarih söz konusudur. Tarihini bilmeyen, tarihini kendisine göre yorumlamayan bir entellektüel hareketin, bir siyasi hareketin başarı şansı yoktur" sözleriyle Kürtlerin tarihlerini bilmeleri gerektiğini de vurguluyor. ü n u n romanlarında tarihi kişiliklere ve bu kişiliklerin dramatize edilmiş yaşantılarına ağırlık vermesi, tarihsel fantazilerin tarihın pırıltılı yüzeyine sarılmalarından çok uaha farklı bir renge bürünüyor. "Yitik Bir Aşkın Gölgesinde" ile Memduh Selim Bey'in bireysel dramından yola çıkarak bir halkın bütün bir Cumhuriyet tarihi içerisindeki trajedisini anlatan Uzun, sadece kendi tarihi ve toplumu ile sınırlı kalmamış, özgürlük düşleri ardında yaşamını tüketen aydınların evrensel hüznünü katmıştı metnine. Ustelik o "mahur beste" çalınıyordu sanki kulaklarımızda. "Kader Kuyusu"nda Bedirhan kardeşlerle bir kere daha tanık olduk o kırık hayatlara. Hem bir tarih, hem bir hesaplaşma, ama hepsinden önce edebiyatın tadı vardı bu romanlarda. Son romanı "Aşk Gibi Karanlık Ölüm Gibi Aydınlık", "olmayan" birülkede, kanla yıkanan dağlarda geçen, şiddetin çoraklaştırdığı topraklarda filizlenen masalsı bir aşk hikâyesiydi. Ve "Dengbejlerim", artık Mehmed Uzun kadar bizim de olan dengbejler, dengbeilerin dudaklarının arasından fısıldanan büyülü sözcükler, o sözcüklerin modern anlatüarda Yltlrilen sözlü edeUyat Küptçeylkullanmak Dil yasakları Kürtçe'yi ve Kürt kültürünü savunmak, basitçe siyasi bir taraftarhktan daha derin anlamlar ifade etmelidir. Kürt dilini/kültürünü hareketlendirmek ve zenginleştirmek, Kürtçe'yi kullanmakla, Kürtçe edebi metinler üretmekle ya da dünva kültür mirasını Kürtçe'ye çevirmeklegerçekleşebilir. Sözcükler, kavramlar, ifadeler, ancak ve ancak, her bir yazarın kendi bireyselliğini metnine sözcüklerle taşırken, kendi niyetinden bağımsız olarak o sözcüklere bir şeyler katmasıyla çoğalır. Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında ihmal edilmiş bir alandır Kürt dilini kullanmak; düşünce ve duygularını Kürtçe dile getirmek... OsmanlıTürk romanının geçmişi 1870'lere uzanır. Aynı topraklarda Kürt diliyle yazılan romanların miladı ise 1970'lere denk düşer. Birbirleriyle iç içe yaşamış, avnı kültürel mirası paylaşmış vebenzerbir "millieğitim" müfredatından geçmiş iki toplum arasında roman yeniden dile gelmesi, yeni bir edebiyatın yükselişini müjdeliyor, memleketinden sürülmenin ana dilinden de sürgün edilmek anlamına gelmediğini kanıtlıyordu bizlere. Evet, Kürt dilinde hikâye ve romanlara imza atan yazarların büyük bir çoğunluğu sürgünde yaşıyor bugün. Ancak anlıyoruz lci sürgünlük, bir bilinç ve duygu durumu olan dili de birlikte taşımış uzak diyarlara. Dil, sökülüp atddığı o kadim ülkenin, Urfa'nın, Mardin'in, Diyarbekir'in kendisi olmuş; sahip çıkılacak, savunulacak, kavganın sürdürüldüğü biricik alana dönüijmüş. Sürgün, diliyle gelip yerleşmiş memleketinin kalbine... Milletin hikâyesini anlatan metinlerden oluşan bir toplam yaratarak, insanların kendilerini birleşmiş bir miıletin yurttaşları olarak görmelerini sağlamak, kimliklerin çözüldüğü ve toplumsal ilişkilerin farkldaştığı bir dönemde, eski zamanların bereketine bakıp bir halkın kültürel olarak yeniden canlanmasına ışık yakmak anlamına gelen bir edebiyat kanonu yolunda atılan bu ilk adımlar, yolculuğun kolay olduğunu düşündürtmemeli. Çünkü Uzun'un da belirttiği gibi, "dünyadaki öteki yazarların yaptığı şey, bir edebi geleneği sürdürmektir". Onların amaca uygun hazır çözümleri, okuyucular tarafından kabul ve saygı gören şık vitrinleri, devralacakları geniş ve güvenilir bir edebiyat külliyatı varken, Kürt yazarının yapmak zorunda olduğu, bütün bunları kendi elleriyle inşa etmek ve modern bir edebiyat geleneği yaratmaktır. Üstelik henüz kendilerinin bile yetkinleşmediği bir konuda okuyucudan da çok fazlabirbeklentileri olamaz. Ancak bu eşitsiz durıım, bu gecikmişlik hali, yeni bir edebiyatın yaratımına okuyucuyu davet ederek tersine de çevrilebilir. Yazarlar kadar Kürtçe okuyup yazan herkes bu sürecin bir parçası olmak durumundadır. Açık blr çağn "Mehmed, Kürt dili için bir tarih oluyor böylece" demişti Yaşar Kemal "Yitik Bir Aşkın Gölgesinde" romanına yazdığı önsözde. Mehmed Uzun, kendisi bir tarih olmasının ötesinde, romanlarında Kürt halkının/aydınlarının tarihini işlemeye öncelik vererek, bir başka misyonu da üstleniyor. Önce kendi halkına, ardından aynı coğrafyayı paylaştı;ı bizlere açık bir çağrıdır onun romanarı, deneme ve inceîeme yazılan. Unutulan bir geçmişi, o geçmiş içerisinde Kürt halkı ve kültürü adına bütün bir ömürlerini feda etmiş insanları yeniden hatırlatması, ya dakanın, şiddetin ve göçün yarattığı acıları eksiksiz yansıtması bir yana, ele aldığı dönemlerdeki duygu ve düşüncelerin, trajedi ve felaketlerin, çatışma ve çelişkilerin şiirsel bir uslupla dile getirilişiyle de, Mehmed Uzun un romanları dünya kültüründe yerini almış görünüyorlar. Yöreyi dayanak almanın yöresel bir edebiyat içerisinde tıkılıp kalmak demek olmadığını, tersine yazarın ruhu ile bağlandığı o yöreyi bir insanlık bilinci ile yeniden değerlendirmek, nereye ait olduğunu bilmek, ama o yerden evrensele doğru bir seyre de çıkmak anlamına geldiğini sergiliyor onun bu hüzün dolu metinleri. Cengiz Aytmatov'un bir yazısında, iyi yazmanın en üst düzeyde gerçeğe bağlı kalmak, ikna edici olmak ve baskı altındaki kitlelerin özgürlüğü için sözcükleri birer silah gibi kullanarak savaşım vermek anlamına geldiğinden kuşku duymuyorum ifadesi çok anlamlı gelmişti bana. Yazmakta değil, iyi yazmaktaydı mesele. 1985'den bu yana, romanlarını Kürt dilinde yazarak bu dili hareketlendirme yönünde büyük bir çaba içerisinde olan Mehmed Uzun, ardı ardına ürettiği romanlarının estetik düzeyiyle de, hem Kürt edebiyatının hem de Kürt dilinin meşruiyetini kanıtlamıştı dosta düşmana... • SAYFA 7 f CUMHURİYET KİTAP SAYI 651
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle