07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MURAT SAGLAM £{ "T"~l elsefenin bahçesine kadınlar W\ çok az uğrar," der Nietzsche, JL kadındanyananasibininkıt olduğu su berbat ve karanlık dünyada. Oysa "Felsefenin bahçesi tenha olur," demeliydi. Bununlabirlikte, bazı yerlerde "Ben çok azlar için yazıyorum" dediği işitilmiştir Nietzche'nin, ona haksızlık etmeyelim gider ayak. Felsefe bilen değil ama, ielsefeyi tanıyan, onunla bir romans yaşamış, düşüp kalkmış, birlikte oturup şarap içmiş, uykusunu kapı dışarı edip felsefeyi yatağına, yastığına davet etmiş her insan bilir İd felsefe yalnızlaştırır. Bu insanın düşünürken aynı zamnda sakız çiğneyememe beceriksizliğinden kaynaklanmaz, felsefe biraz anlaşılmaz ve karmaşık konuşur. Ne tuhaf, oysa onun amacı dunyayı çözmektir, daha da karmaşık hale getirmek değil. Felsefe bu sözünü tutma da, yani önce dünyayı daha anlasılır hale getirme, ardından bunu bize anlatma sözünü tutma da, kim ne derse desin, başarısız olmuştur. Onlara verilen iki bin yılltk süre dolmuştur. Biz bizi nereye götürdüğü belli olmayan uzun ve karmaşık açıklamalann çağında yaşamıyoruz artık. Sabrımız ve zamanımız kısa, hiç hesapta yokken geliveren bol sıfırlı bir doğalgaz faturasının köşeye sıkıştırabileceği kadar nazik bir ekonomik denge ipinin üzerinde düşmemeye çalışarak, arzulanmızı doyurma telaşıyla, her ödeme gününün ardından, yeniden planlar yaparak yarışırız. Bu yüzden bırakın felsefeyi, duyduğumuz her şeyin, kısa, bir reklam sloganı kadar özlü, hedefine 'güdümlü' olmasını isteriz; en çok da para getirmesini. Füze gibi yaşarız alimallah, kaç bin dolarlık olursa olsun, bilgisayarlar hep yavaş kalır çıtkırıldım sabrımızın önünde, mhz, mhz, mhz! Bu hızlı tempo içinde kendimizi geliştirmek de isteriz. Ne var ki, kitap dünyasında en hâkim olan şey 'eski karalılık'tır. Kitap okuma insanı eski kafalılaştınr. Kitap okurunun kitap okuma sayesinde eaindiği ufkun değerleri, ona, sürekli bir yıkım altındaymış gibi görünür. Yerine gelen şeyin de kitap okurunun kendisi ve dünya için istediği şeyle bir alakası yoktur. Yaşantıların en az yer kaplayacak şekide sıkıştırılıp üst üste istiflendiği bir dünyada, ister 'eski kafalı' ister 'large' olalım, sağımızda, solumuzda sürüp giden bu birbirini sıkıştırma, sıkış sıkış yaşamadan biz de nasibimizi alırız. Zamanımız az, öğrenmemiz gereken çoktur. Felsefe, yalnızca karmasık konuşmakla yetinseydi, hızlı okur olarak bu yükü hafifletmenin bir çaresini bulurduk. Bir cümle okur, sonra bütün gün düşünürdük. Oysa felsefe karmasık konuşması yetmiyormuş gibi, uzun konuşur. Anlatmadığı bir şey, atlamadığı aynntı, cevaplandırmadığı bir soru kalmasın ister. Onun kendıni bir türlü anlatamama sorunu vardır. Benim gibi, kültürel anlamda baldırı çıplak bir aileden geliyorsanız çok iyi bilebileceğiniz üzere, annenizin vitrininde Kütahya porselenleriyle birlikte aynı büfenin içinde saklanan ve hiç okumayan kalın kahn kitaplara benzer ciltlerle gelir karşımıza felsefe. Çok az okuyucusu olduğu için giderek kitapçılarda en ücra raflara yerleştirilen felsefenin bu kalın kitapları, naklı olarak gözümüzü korkutur. Biz felsefe okumak istiyoruzdur ama, felsefe okunmak istemiyor gibidir. Bir punduna getirip felsefe okumaya başlayanların da pek büyük bir farkı yoktur. Onlar da çetrefil ve insandan uzun uzun geviş getirir gibi okumalar talep eden kitaplarla karşılaşırlar. Söyleyin lütfen, aramızdan kaçlcişi tuğla gibi sert bir kitaba çarpmamıştır da, en iyisi ben biraz daha okuyayım sonra gelip bunu okumayı bir daha deneyeyim dememiştir. (Demeyenler varsa helal olSAYFA 1 4 Ayna, yazar Markus Tiedemann'ın fantezi öyküleri geleneğinden alıp alabileceği, gerçek dünyadan masala giriş kapısı olan gardırop, çatı araları, merdiven altları, eski sandıîdar gibi karanlık yerlere göre en iyi semboldür. Çünkü Felsefika'ya yani, felsefe diyarına, insan en kolay kendine bakarak geçer, kendi üzerine düşünerek. Ama aynaya her bakan Felsefika'ya giremez. Bunun için dünyevi dertlerinizi geride bırakmanız, sorularınızı cevaplandırmak dışında hiçbir kaygı gütmemeniz gerekiyor. sun onlara!). Eğri oturalım, doğru konuşalım: Anadolu'nun gül gül gülümseyen güzelim topraklan, ne yazık ki felsefe bitkisi açısından biraz verimsizdir. Türk filozofların olmaması bunun kanıtıdır (aksini iddia edenler beri gelsin). Her düşünme kara kara düşünme, her içine kapanma gizli bir derttir bizim kültürümüzde. Ne zaman derin düşünceye dalsak, sağımızdan veya solumuzdan dürtükleniriz, "Ne o, Karadeniz'de gemilerin mi battı?" diye. Oysa kitap okuma, içine kapatır insanı, yalnızlaştırır, tenhalaştırır. Anneniz gece yarısı kalkıp kitabı elinizden çeker, ''Çok okuma, beynin sulanacak!". Okuyan okudukça yalnızlaşır. Giderek daha zor olur, aynı dıli konuşan bir dost bulmak. Annelerimizin bu sıkıstırması yetmiyormuş gibi, bir de kendi nayatımız sıkıştırır bizi. Düşünmenin değil, yapmanın ve eylemin geçer akçe olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Şu ömrün uzadığını söyleyen reddedilemez istatistiklere rağmen, giderek kısalan günler yaşarız. Ödevimiz öyle ağır ki, her sinekten yağ çıkarır gibi, her el sıkışmasından bir ihale, bir Kariyer fırsatı, daha iyi bir iş imkânı kapatmaya çalışınz. Istanbul'da yabancı birine sorulan ilk soru "Ne iş yapıyorsunuz dur. "Bugünlerde ne düşünüyorsunuz?" diye sorulmaz. Uzun uzun düşünme, handikaplı iştir. Ya sonunda bir şey çıkmazsa? Ya düşünüp düşünüp düşünaüğümüzlekalırsanız? "Eeee," diyekeseriz Karşmıızdaki geveze hayalperestin konuşmasını iş bitirici edasıyla, "Bunun bize maliyet yükü ne olacak? Satışlarımıza etkisi neolur?" Neyse ki başka bir okur tipi daha vardır. Bu okur, her şeye rağmen, cumhuriyetimizin büyük jakoben mitini, öğrenmek insanı mutlu eder en yüksek iyisini üzerinde büyük bir ağırlık gibi hisseder. Zaman zaman yaratır ve o kitabı okur. Laf aramızda, okuma keyfi yoğurdun kaymağı gibidir. Gerçek okuyucu için; çünkü o, okuma bir işkence olsa da okumasına devam eder. Doğrusunu söylemek gerekirse, kimi sapık okuyucular için, bir okuma ne kadar zorsa, o kadar kıymetlidir. Hadi şimdi bunu itiraf edelim. Acelemiz var! "Koşmamız, yetişmemiz gerek yazgunıza." Ama kendimizi de yetiştirmemiz gerek. Bilgi yönünden daha zengin oknalıyız. Daha zengin, daha zengin, daha zengin. Neyse ki bazı kitaplar, zaman darboğazımız ile kitap, yükümüzün arasını bulmaya çalışır. Bu kitaplar kimi konuları anlama isteğimizi karmasık ve uzun konuşmalarlakarşılamaz. Bizisıkmadan anlatacağını anlatır, bu kitaplardan hem keyif alır, hem de öğrenmek istediğimizi, üstelik daha fazlasını öğrenmişiz duygusuyla ayrılır, başkaları da okusun isteriz onları. Onlar da öğrensinler, keyif alsınlar. Altın çağını yasayan günümüz kitap dünyasında kimi lcitaplar bu özelliğiyle ön plana çıkar ve kendıni okuyucuya sevdirir. Burılar genellikle "ara kitaplar" dır. Daha sonra okunacak olan esas kitaplara bir giriş niteliği taşırlar. Bize bir dünya gösterir, bir dünyayı anlatır ve o dünyanın bizim için istenilir olup olmadığnı söyler. Kabul etmek zorundayım ki, "ara kitaplar" kendi başlarına bir dünya yaratacak güçten yoksundurlar. Kendi değerlerini, giriş niteliği oldukları Daşka Dİr dünyadan alırlar. Ama istisnasız hepimiz ara sıra bu "ara kitaplar"a üıtiyaç duyanz; belki bilgisiz olduğumuz bir konuya giriş yapmak için, belki bir konuda meraklı bir dostumuzun merakını tatmin etmek için, belki çocuğumuza okuma sevgisini aşılamak için. Ara kitaplar en çok okunan kitaplardır. "Giriş" kitapları dünyanın her yerinde çok satar. Elbette hepimiz zaman zaman dahil olduğu "ara kitap" okuyucusu, bu kitap vasıtasıyla başka kitaplara gitmek istiyordur. En iyi "ara kitapları" DU istediğimizi en iyi karşılayanlardır. Işte Güncel Yayınlan'ndan yayımlanan Felsefika, bu türün en iyi örneklerinden biri. Ama hiçbir şekilde, her yaştan ve bilgiden okuyucu için yazılmayı başarmış olmakla, okuyucuyu sanveren macera heyecanıyla, üslubunun sadeliği ve güzelliğiyle iyi bir "ara kitap" veya felsefeye giriş kitabı olmakla yetinmez, okuyucuyla doğrudan iletişime geçer. Okuyucunun Bilmeye zaman bulmak Markus Tiedemann'dan "Felsefika" bilgi ateşini yakmak ister, önce. Kitapta sözü edilen Bilgi Ateşi'nin koruyucusu Poltin şöyle der, "ateşin büyüklüğü o kadar önemli değil dir, aslolan insanın onunla ne yaptığıdır. Bazıları taşıdığı ateşi o kadar iyi değerlendirir ki onunla bütün insanlığı aydınlatabilir. Ama kimileri elindeki ateşi, küçük bir ateşböceğiymiş gibi kullanır." Felsefika insanı bilmeye davet eden bir kitap. Masalın karakterleri durmadan soru sorar. Hem de en zor olanları: İnsan nedir? Neyi bilebilirim? Ne yapmalı? Yalnızca bilmek yeter mi? Masalın esas karakteri olan ve felsefe tarihinde iki bin yıl sürmüş PlatoncuKantçı düşünme biçimini temsil eden PlatonicusKanticus, uaha başından itibaren sorularla gelir karşımıza. Bilginin büyük denizinde kürek çekerken, DU sis hiç kalkmayacak mı?" diye sorar. Kitabın ilk cümlesidir bu. Son cümlesi de yanıttır." Bir gün denizi bütün açıklığıyla görmenin bize nasip olacağını zannetmiyorum," diye güldü PlatonicusKanticus. "Ama buna çabalamak bile başb başına heyecan veriyor." Kitap, şahsen o kadar taraftan olmadığım bir aydınlanma manifestosu gibi. Bizi aydınlanmaya devam eder. Sapare aude! diye haykırır. Bu yüzden örneğin Nitezsche, Güç isteminden kör olmuş kötü bir hükümdar olarak çıkar karşımıza. Öte yandan başka bir kahraman, Diyojen okuyucudan önünden çekilmesini ister, çünkü onun güneşini kapatmaktayızdır (kitabı alanlar lütfen Diyojen'in fıçısının olduğu sayfayı biraz güneşe tutsunlar). Aydınlanmacı değilim, ama Türkiye'aeki herkesin bu kitabı okuması dileğimin içimde gelişmesini de engel olamıyorum. Bu yazı bu dileğin ürünüdür zaten. Felsefika düşüncenin serpilip gelişmesi için özgürlüğün, hoşgörünün, demokrasinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Kitapla demokrasinin olmadığı, düşüncenin özgürce gelişip serpilemeyeceği bir ülkede felsefenin olamayacağını birlcez daha anlıyoruz. PlatonicusKanticus, ona ön ayak olan Kalle Maks'la birlikte (Karl Marks), Aldox Huxley'nin Cesur Yeni Dünyası'nda söz ettiği uyuşturulmuş topluma lcarşı savaş açar. Kral Huxley bir Mutluluk Iksiri rjulmuştur. Ama düşünce dostu kahramanlarımız mutluluk napını kolayca yutmaya yanaşmaz. Kralın kızı Prenses Metafizika (yani maddeci olmayan düşünce) ile birlikte bir aynanın içinden Felsefika ülkesine geçerler. Ayna, yazar Markus Tiedemann'ın fantezi öyküleri geleneğinden alıp alabileceği, gerçek dünyadan masala giriş kapısı olan gardırop, çatı araları, merdiven altlan, eski sandıklar gibi karanlık yerlere göre en iyi semboldür. Çünkü Felsefika'ya yani, felsefe diyarına, insan en kolay kendine bakarak geçer, kendi üzerine düşünerek. Ama aynaya her bakan Felsefika'ya giremez. Bunun için dünyevi dertlerinizi geride bırakmanız, sorularınızı cevaplandırmak dışında hiçbir kaygı gütmemeniz gerekiyor. Bu ayna öyle nerkesi içine almaz. Kuzeyin Bilge Keşiş'i ile savaş çığırtkanı şövalye aynanın içinden geçemez. Çünkü Felsefika için gerekli feragati yapamazlar. Bilge Keşiş, som altından asasına sıkı sıkı sarıldığı için kapalıdır Felsefika ona! Fakat okuyucu, olur da aynanın içinden geçmeyi, ikinci bölümü bitirmeyi başarırsa, onu Felsefika beklemektedır. Aslına bakarsanız, kitap hakkında söylenmesi gereken çok şey var. Ama bence şimdi bunun sırası değil, hele önce bir okuyalım, tartışmasını sonra yaparız. Fakat Felsefika'yı şöyle özetleyebüirim: Bir oğlum olsaydı, adını 'Temmuz' koymakla kalmaz, gidip ona bu kitabı alır, ama önce kendim okurdum. • Felsefika/ Markus Tiedemann/ Çeviren: Mesut Lizor/ Güncel Yaytncıhk/ 296 s. K İ T A P Aydıntanma manltestosu Eski kafalıl* C U M H U R İ Y E T S A Y I 65 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle