08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bilmiyorum diyor aslında... yüzümüz bir ayna gibi parlayacak toprağın altında sizi bilmem ama ben gözlüklerimi çtkarmayacağım daha iyi görmek için solucanlart ve yağmurları..." Evet, onun şiiri, kendini terk ettiği yerde başlıyor; başka bir boyuta, başka bir dünyaya geçiyor. 'Bu terk ediştir ki şiiri büyüsüne ulaştıran' diyor zaten. "kim topladı biziDünyaya? Bir sorudur bu Bir menekşeyle çarpışmaya benzer." Bu sorunun yanıtı var mı sizde? Bende yok... "Şürin birimi sözcüktür ama: şiir, sözcüklerle yazılmaz: sözcüklerin içindeki spermalarla yazılır." ...Bu yüzden mi: 'bazı şiirlerimi okurken ben de bilmiyorum ne söylemek istediğimi,' demişti bana; öyle ya, şiir 'sözcüklerin içindeki spermalarla yazılır'sa, görüntü yıllar sonra gelebilir. Şiir yazmak 'acı' çektirir ona. Şiirden, kaçabıldiği kadar kaçar. 'Şiir yazmak bir işkencedir benim için' der, ama, şiiri ondan hızlı koşar ve her defasında yaka paça alaşağı eder onu. Her şeye rağmen: " Neden mi şiir yazıyorum? Çünkü sonsuz ve korkunç derecede özgür olmak istiyorum," diye yanıtlıyor bu soruyu ve kendisi olmasa da sözcüklerin birbirini özgürleştirmesi olduğunu iyi biliyor şürin... Özkan Mert, 40. sanat ydında, okurlarına bir nehir dolusu şiir armağan ediyor. Nehir'in yayımlanışı nedeniyle Istanbul'a gelen ünlü şairle, Kız Kulesi'nin karşışındaki bir çay bahçesinde buluştuk. Özkan Mert e şiir görüşünü, yazdığı şiiri nasıl tanımladığını sordum. Tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak, bu sorumu şöyle yanıtladı: "Bir gün Istiklal Caddesi'nin girişindeki, sandviç satan bir lokantadaydım. Beş yaşlarında, üstü başı kirli, yoksul bir küçük kız, vitrindeki karidesli, somonlu, cevizli sandviçlere açlıkla bakıyordu. Lokantada çalışan biri küçük kızı oradan kovmaya çalıştı. Kız uzaklaştı ama biraz sonra yine geldi. Açlıkla ve hayranlıkla o güzel sandviçlere bakmaya devam etti. Bir film seyreder gibi seyrediyordu vitrindeki sandviçleri. Kızı vine kovmaya çalıştılar. Kız bu kez kaçarken, sandviçlerin sergilendiği vitrindeki cama kocaman bir tükürük attı. îşte ben de, bu tükürük gibi bir şiir yazmaya çalışıyorum. Daha doğrusu, yazdığım şiir bu tükürük olsun istiyorum." Kelimeler tezgâhımdır benim. Sesim insanların sesiyle büyümektedir." "Ben sattım kendimi, şiire sattım! Bazen, niye uğraşıyorum ben diye düşünüyorum, elime ne geçti. Çok büyük tehlikeler atlattım. Gözü kara bir adamım, öylebirgençlikyaşadım.57yaşındayım, belki de hayatımın en yoğun aşkını yaşıyorum şu anda. Gençliğimin o ilk aşkını şimdı bir parantez olarak görüyorum. Ve, hiçbir şeyi yönetemiyorum şu anda, ne şiirde ne de aşkta. Rüzgârlara yön verebilir misiniz, işte öylesine imkânsız bir aşk yaşıyorum şu an..." Asi bir 'Nehir'in ıslığını nasıl sevdiysem, seni de öyle Özkan Mert... • NehmŞiirler/ Özkan Mert/ Boyut Kılaplan/ 416 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 642 Ama meyveyi gözetleyeni kim gözetler? (!) Julian Barnes, Seni Sevmiyorum'da kullandığı "her karakteri anlatıcıya dönüştürme" tekniğini Aşk Vesaire'de de sürdürüyor. NURDAN BEŞERGİL A şk hayatı hakkında içini döken bir yabancı çoğu zaman istediğinden fazla ilgi çeıcer. Anlatıcının bir yabancı olması sayesinde ona akıl vermek gibi güç bir sorumluluktan kurtuluruz ve aşktan söz etmek bir bakıma her şeyden söz etmek anlamına ister istemez geldiğinden anlatılanlarla birlikte kendi itiraflarıyla karşımızda kendini baştan yaratan anlatıcının kişiliği hakkında ne düşünürsek düşünelim, bir tavır takınmamız gerekmez; yabancı kalkıp gittiğinde anlatılanların tadı ve uzak tehlikesinin çekiciliği yanımıza kâr kalır. Stuart, Oliver ve Gillian'la Seni Sevmiyorum(2) sayesinde tanışmıştık. Her kahramanın kendi ağzıyla anlattıklarını dinlemiş, olup bitenlere her birinin algıladığı farklı şelulleriyle tanıklık etmiştık. Aradan on yıl geçti. Romanın zamanı bu kez yaşamın zamanıyla örtüştü; Stuart, Oliver ve Gillian on yıl yaşlanmış olarak bir kere daha karşımızdalar: Aşk Vesaire'yle (3). Julian Barnes, Seni Sevmiyorum'da kullandığı "her karakteri anlatıcıya dönüştürme" tekniğini Aşk Vesaire'de de sürdürüyor. Ancak eklemek gerek ki Aşk Vesaire'de bunu yapmak çok daha büyuk bir maharet, aslında maharetten farklı olarak bir deha gerektiriyor. On yıl önce kahramanlanmız 30'lu yaşlannın başındaydılar. Onlara genç aiyemezdik belki ama dillerini ve bakış açdarını az da olsa yakınlaştıran ve esasen olup bitenleri de birbirlerini de anlamalarına yardımcı olan ortak bir özellikleri vardı: Yeniyetmelik denen sının henüz geçmemiş olmak. "Genç" olabilecek yasta değildiler ama yaşamları tarafından olgun insanlara da dönüştürülmemişlerdi henüz. Barnes'ın ilk romanı Metroland (4), bir ilk roman olarak, yazmaya soyunmuş herkesi kıskandıracak çarpıcı bir yetkinliğe sahiptir. Roman, herkesin yaşamında geniş bir adım olan "olgunlaşma" durumu üzerine çok ince saptamalarla örülmüş kaçınılmaz ve hüzünlü bir gerçeklikten söz eder. Yazarın Metroland'de acımasızca ele aldığı bu "olgunluk" ve "olgunlasma" durumu, Aşk Vesaire'de gizlenmiş bir canavar olarak karşımıza çıkıyor. Oncelikle onlan yeniden görmenin çok güzel olduğunu söylemek gerek; bir kere daha sadece kitap sayfalarındaki harfler olmadıklarına kanmak çok güzel. On yıl önce olanları bu tanıdık yabancıların ağzından hatırlıyoruz, geçen on yıl boyunca olup bitenleri dinıerken onların değiştiklerini ama aynı da kaldıklarını fark ediyoruz ve sıra on yıl sonra karşılaşan üçlünün başından geçenlerin anlatılmasına geldiğinde soluğumuzu tutuyoruz. Çünkü "olgunlasma" durumu, dıpten dıbe, fark ettirmeden canımızı SIKmaya ve oturduğumuz (bilemiyorum, belki de yattığımız) yerden huzurumuzu kaçırmaya başlıyor. Öliver'ın cazibeli gevezeliği, yorucıı ve Gtztenmlş Mr canavar bıktırıcı laf kalabalığına dönüşmüş. Eskiden onu gözde biri yapan entelektüelliği, artık ne zayıflığını ne de korkaklığını gizlemeye yeter olmuş. Tabii ki iki kızını ve Gillian'ı çok seviyor ama hayatta Oliver olarak, bir eş ve baba olmak dışında hiçbir "alternatif yaşama katlanma biçimi"nin altından kalkamayacağını görebiliyor. Bu yüzden dili gün geçükçe sivriliyor. Yaptığı laf oyunları da espriler de, okuyanda bakışlarını başka bir yere çevirme isteği uyandıran kabullenilrniş bir yenilginin hüznünü taşıyor. Madam Wyatt, Oliver için, zeki bir insanın zekâsı yüzünden depresif bir ruh haline yakalanabileceğini, ama ne yazık ki gene aynı zekânın onu oradan çıkarma konusunda aciz kaldığını söylerken çok isabetli bir yorum yapıyor aslında. Madam Wyatt'la kızı Gillian arasında güçlü ve derin bir itis, bir katlanamazlık olduğunu biliyoruz. ö t e yandan Madam Wyatt'ın kendisinin de bir keresinde söylediği gibi yaşam karşısındaki bilgece tavrı da ortada. Ve bize Stuart'la ilgili anlattıklarının hep belirsiz tanımlar ve yuvarlak açıklamalardan oluşması, onun hem bilge, hem de temkinli biri olduğunu düşündürüyor. Zira Stuart hakkında konuşmak hem kolay değil, hem de oldukça riskli. "Olgunlasma" süreci Stuart'ı Oliver kadar nırpalamamış, burası kesin. On yılın ardından sosyal rollerini birbirleriyle değiş etmiş görünüyorlar; topluma açık yerlerde artık kabul gören Oliver değil Stuart ve başkalannın da olduğu bir akşam yemeğinde masaya yama yapılmış gibi duran artık Stuart değil Oliver. Barnes, kurnazca, mağdur Stuart için içimize akıttığımız gözyaşlarının merhametinden yararlanıyor. Stuart 'ın Amerika'da zengin ve "başarılı" biri olduğunu öğrendiğimizde fok balıkları gibi el çırpıyoruz. Öliver'ın sayıklama ya da tekerlemeye dönüşen konuşması karşısında onun oturaklı laflannı, iddialı benzetmelerini ve ondan duymaya alışık olmadığımız kararb yorumlarını dinleyince ilahi adaletin varlığına inanıyoruz. Bu aşk üçgeninin Gillian ayağı, Seni Sevmiyorum da da olduğu gibi bütün hikâyenin, biraz genişletirsek yaşamın seyrinin belirleyici öğesi. Barnes'ın, Stuart'ın Amerikalı eski eşi Terri'nin ağzından anlattığı pembe ve mavi kıskaçlı yengeçlerle ilgili örnek, Seni Sevmiyorum un da Aşk Vesaire'nin de merkezini belirliyor. Bir ilişki, özellikle aşk Uişkisi, kadının seçimiyle belirlenir; akıllı olan, yaşamı idare etme yeteneği bahşedilen, o'dur. Bu yüzden yalnız mavi kıskaçlı erkek yengeçler yakalanır ve ters çevrilerek kannlarındaki halka, tırnak marifetiyle çekildiğinde içlerindeki bembeyaz eti sergileyerek ikiye ayrdırlar. Gillian, Stuart'ın yaşamlarına girmesi ne izin veriyor. Eski kocasının maddi yardımlarını kabul ederek ona ailesine katılma ve karışına izni veriyor. Yaşamları böylece iyice gerginleşiyor ve Gillian, Kendi seçimi olan bu gerginliğe katlanmak dışında yapacak bir ^eyi olmadığını bilivor. Barnes, Benimle Tanışmadan Önce (5) adlı romanında gergin bir atmosfer yaratma konusundaki maharetini göstermişti. Stuart ıafları çakarken, Stuart yemek yaparken, üçü yemek yerken, aynı tedirgin ve gergin atmosferi hissediyoruz. Stuart'ta "olgunlasma" ve "başan" dediğimiz özelliklerinse kabalık, saplantı ve bir tür ruh hastahğı olduğunu anlıyoruz. Julian Barnes, kendiyle yapılan bir röportajda, Seni Sevmiyorum'un devamını yazacağını bilmediğini söylemiş. Aşk Vesaire, bu yüzden, yani planlanmadığı ama yazılmak zorunda olduğu için, bir devam kitabı olmaktan öte yazarın önemli romanlanndan biri olarak var olmayı başarmış. Anlatım geçmiş olaylar, aradan geçen yıllar ve şimdilerde olup bitenler olarak farklı zamanlara yayîldığından ve kahramanları hem duygusaf anlamda hem de statü olarak yakınlaştıran yeniyetmelik durumundan, herkesin kendi sesinin uzlaşmaz şekilde ayrıldığı "olgunlasma" durumuna geçildiğinden, karakterlerin olaylardan vekendilerinden, kendi dilleriyle konuşmalan üzerine kurulu teknik, yazar tarafından en yetkin haliyle kullanılmış. Madam Wyatt'ın yaşam karşısındaki bilgeliği rahatlıkla Julian Barnes'ın üstüne yıkılabilir (!) zira Stuart, Oliver ve Gillian'ı bunca yıl sonra bir araya getirmek, yeniden başlannı belaya sokmalarını sağlamak, bunlan yaparken de eski tanıdıklann aynı ama çok değişmiş olduklannı hissettirmek ve kimsenin suçu olmayan bir kargaşa yaratmak, yalnız edebi bir deha değil, yaşamla ilgili bir bilgelik de gerektiriyor. Oliver, kendini çürüyen bir meyveye, kendindeki bu çöküntüyü izleyen tanıdıklarını da bu meyveyi gözetleyenlere benzetirken, "Ama meyveyi gözetleyeni kim gözetler?" diyerek bu üç kahramanın karşısında okuyucu olarak bizim adımızı da koymuş oluyor. Oliver, girdiği depresif ruh halinden kurtulmasının yolunu bir gazete haberinden esinlenerek ironik bir şekilde saptamıştı: "İki yaşında, hiç yanş koşmamış bir beygire sahip olmak..." Oliver, yaşamı için bir amaç oluşturacağını düşünaüğü böyle bir beygire kavuşamıyor ve Stuart'la Gillian'ın nali de Oliver'dan daha iyi görünmüyor. Başka bir deyişle Julian Barnes'ın yetkin anlatımı ve ışıltılı dehası sayfaların arasından göz lurparken, üçüncü kitap için hazır Dİr başlangıçla Aşk Vesaire sona eriyor. • (l)Afk Vesaire, s. 196, Öliver'ın ağzından. (2) Seni Sevmiyorum, julian Barnes, Türkçesi: Serdar Rifat Kırkog'lu, Ayrıntı, 2000 (3) Aşk Vesaire, Julian Barnes, Türkçesi: Serdar Rı/at Kırkoğlu, Ayrıntı, 2002 (4) Melroland, julian Barnes, Türkçesi: Serdar Kı/at Kırkoğlu, Mitos,J')% (5) Benimle Tanışmadan Önce, julian Barnes, Türkçesi: Serdar Kı/at Kırkoğlu, Mitos, 1997 SAYFA 9 "Olgunlasma" durumu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle