29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nedim Gürsel'in "İlk Kadın" ı Fransa'da cep kitabı olarak yayımlandı Şiipsel düzyazının ustası... Jr ransa'da yaşayan Nedim Gürsel'in "LaPremiere Femme" (Ilk Kadın) adını taşıyan kitabı Editions du Seuil tarafından cep kitabı olarak yayımlandı. Claude Prevost'nun, kitap üzerine "Humanite" gazetesinde çıkan yazısını sunuyoruz. da damarlarından hızla akan yoğun kalabalığın gövdesine yayıldığını duyumsuyor." Bu roman Istanbul'a yazılmış bir aşk mektubu. Nasıl Jamesjoyce'un Ulysse'i Dublin'e yazılmış bir aşk mektubuysa Nedim Gürsel'in Kadınlar Kitabı da tstanbul'un anıtlannı, trafik keşmekeşini, genelev mahallesinin bir karınca yuvasını andıran kalabalığını, Haliç'in kirli sularını, pazar yerlerinin insan selini, diyeceğim "üç denizin birleştiği yerde kurulduğundan bu yana yayılan, yayüdıkça da yozkeşfeden delikanhnın peşini bırakmıyor; sesi günlük yaşamın gürültüsüne kanşıyor, kentin labirentinde yolunu yitirirken ölü annenin bakışlan izliyor delikanlıyı. Ve arzuladığı kadınlara yönelen sesinde annesinin de sesi yankılanıyor: "Uzanıp dokunmak bu sese. Sesin sıcaklığını duyumsayabilmek. Önce yumuşaklığını ayrımsamak, sonra güzel beyazlığını. Giderek elinden tutabilmek bu sesin; yüzünü, saçlarını okşamak. Koklayabilmek doyasıya. Ses konuşuyor, doğru. Ama varlığı, derinden gelen boğuk fısıltısı önemli, söyledikleri değil." Bu seskatledilen Îstanbul'un da sesidir, spekülatörlerle diktatörlerin yağmaladıklan, yıkıp yerle bir ettikleri kentin sesi: "Istanbul 1453'te değil, bugün düştü. Bizans'ın Osmanlının güzel aynası Haliç, o saydam su, bir leş, bir balçık yığınına dönüştü. Galata'nın, Pera'nın Yahudi, Rum, Franko Levanten mahalleleri yıkıldı birer birer. Yerlerine gökdelenler, pahalı oteller dikildi. Boğaziçi yalılarına da tankerler girdi, kıyılara beton döküldü. Öfkeli, gergin birerkek kalabalığı doldurdu sokakları. Yabancüar göç etti, kozmopolit Istanbul kalmadı artık. Kırmızı tuğlalı küçük kiliselere, genelev sokağına sırtını dayamış sinagoga gidenler azaldı. Markiz pastahanesi'yse oto yedek parçacısı oldu çoktan. tşte böyle, tstanbul düştü. O kıyı, o sokaklar, o evler... Üç denizin birleştiği yerde kurulmuş o güzelim kent." Herbölümün başında anlatı üçüncü tekil kişinin ağzından sürüyor. Sonra, belirsizce "ben"e, birinci tekil kişiye kalıyor söz:" Ve bir kirpi yavrusu gibi tortop büzülecek soğuk çarşafların içinde / Soğuk çarşafların içinde bir kirpi yavrusu gibi tortop büzülürdüm." Anlatıcı, on altı yaşında bir yatılı okul öğrencisi olan anlatı kahramanıyla özdeşleştiriyor kendisini. Onda bir zamanlar yaşadığı "On altı yaşının Müslüman yalnızlığını" buluyor. Ve Paris'teyaşayan anlatıcı, kahramanına Istanbul'a baktığı gibi uzaktan, çok uzaktan bakıyor. Paris'te geceyarısı sokaklarda dolaşırken ContreEscarpe alanındaki bir kahveye düşüyor yolu, oradan çıkıp yan sokağa girdiğinde kendini Istanbul'da buluveriyor; ansızın, sanrılarla, değişmelerle dolu bir dünyaya ayak basıyor: "Kahveden çıkıp yan sokaklardan birine dalıyorum. Yokuş aşağı Karaköy'e iniyorum sonra. Yeraltı geçidinden köprüye çıkıyorum. Boğaz'a son vapur kalkmak üze Nedlm Cürsei son kltabında Istanbul'u onaltı yaSinda bir yatıli okul öOrendsl' nin aözından anlatıvor. re." Annesinden dinlediği masalların etkisiyle hala korsanlar padişahının kızı Nilüfer'i düşleyen delikanhnın içindeki büyü kitaba da yansımış. Onun yoksul bir fahişenin kollarında aradığı fanteziler kitapta da var. Buna, kısaca anüarın büyüsü diyebiliriz. Anlatıcı bir zamanki delikanlıyı yaşatırken ölmüş annesini ve uzakta can çekişen kenti de yaşatmak istiyor. Çevirmenin Fransızcada ustaca yansıtmayı başardığı, az rastlanır esneklikte bir yazının uyumlu şiirselliğinde bir araya geliyor bu motinerin tümü. Yazarın şairlerle beraberliöinin onu daha da zenginleştirdiğini ilk bakışta anlıyoruz. Bu şairlerdcn bazüarını kendisi de anıyor zaten. Doksan dokuzuncu sayfadaki metaforlan divan şairlerinden yaptığı alıntılarla somutlaştırıyor. Ustaca düzenlenmiş bu anılar kasırgasında tekrarlanan bir motif var ki okur kendini üslubun büyüsüne kaptırırsa farkında olmayabilir. Oysa anlatıyı temellendiren motif bu: Öğleden sonra kitaplıkta gerçekleşen bir okuma: "Bütün bir dünya sığabilirdi bir kitaba. Bakış beyaz sayfadaki kara biçimlerin üzerinden kaydıkça mekan genişler, evlerin, kentlerin, yaşamların kapıları açılmaya, insanlar kendilerini ele vermeye başlarlardı. Yollar, gece yanan lambanın beyaz ısığı, deniz, denizdeki yosunlar, balıklar, gemiler, bir çiçeğin açarken bir kuşun uçarken çıkardığı ses, anılar, eşyafar, giz dolu sandıklar, her şey her şey girebilirdi bir kitaba. Ölen ihtiyarının yüzü, ağlayan, gülen, çalışan insanların soluğu, caddeler, ağaçlar, mevsimler doldurabilirdi bir kitabı. (...) Elini uzatıp bir kitap almak yeterliydi unutmak için. Unutmak ve anımsamakiçin." Anlatının sonunda tlk Kadın adlı bir kitabın doğuşunatanıkoluyoruz. Ama ressamın atölyesine bir göz atmamız için biz okurlara tanınan bu hoşgörü demagojik bir tavırdan kaynaklanmıyor. Böylece acı ama etkileyici bir insanlık öyküsünü daha yakından tanımak fırsatı geçiyor elimıze, bu öykünün yazılışına bir bakıma bizler de katılıyoruz: "İlk Kadın işte bu gerçeği, anadilimin içine girişimi,sonra ondan kopuşurnu anlatmalı. Ondan. Kopuşumu." Öznellik, sözcükJer sayesinde bir kez daha evrensele ulaşıyor. Kendimizi öksüz hissediyoruz birden. Kendi lstanbulumuzu yitirmişiz gibi biz de öksüzüz artık. Hepimiz îstanbul'un öksüzleriyiz. • Nedim Gürsel'in yabancı dillere çevrilmiş kitapları • Uzun Sürmüş Bir Yaz: Fransızca, Almanca, Hollandaca, Yunanca, Bulgarca, Arapça • Kadınlar Kitabı: Fransızca, Almanca, Hollandaca, îtalyanca, îspanyolca, Danimarkaca, Yunanca • Sorguda: Fransızca, Hollandaca, Yunanca • Son Tramvay: Fransızca, îtalyanca C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 214 CLAUDE PREVOST | naltıyaşındabirliseöğrencisi îstanburda dolaşıyor. Anadolu'nuri' küçük bir kasabasından yeni gelmiş, koca kent ' hem korkutuyor onu hem de büyülüyor. Hafta boyunca içinde yaşadığı yatılı okulun binalannı saran hava oldukça boğucu: "Ön bahçenin yeşil boyalı demir parmaklıklarının ötesinden başlayan kentin gerçekte bir bataklık ölduğunu, bir kez adım atınca insanı yavaş yavaş dibe doğru çektiğini düşünüyor." Ama aynı zamanda kendini kentle özdeşleştirmekten de geri kalmıyor: "Kurşuni kubbeleri, tenine batan sivri minareleriyle kentin şakaklarında attığını, kalbinin her vuruşunSAYFA 6 laşıp çürüyen" îstanbul'un türküsünü söyleyen bir kitap. Yalnızca hafta sonları dışanya çıkabilen delikanlı daracık sokaklarda dolaşıyor. Kenti sevmediği gibi kendini de sevmiyor. Hep endişe içinde, oldukça dahuzursuz: "Kendini, budünyadaki varlığını Haliç'in çamurlu suyu kadar bulanık, kirli hissediyor." Acılar içinde sürdürüyor gezintisini: "tstekler bilardo toplan gıbi, yeşil çuhalı masanın üzerinde dönüp duruyorlar. " Bir kadın arıyor, daha doğrusu kadını arıyor. Aradığınıpisbirgenelevdebulduğunu sanıyor bir an. Sonra anneye yöneliyor bu arayış, annesinin uzak bir Anadolu kasabasında can çekiştiğinden haberi bile yok. Anlatıda önemli bir yeri var annenin. Onun özlemi, anısı, aşk yaparken çıkardığı iniltiler kenti
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle