Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
çeveye özellikle uygundur. Agnes Heller, biçimsel demokrasinin derinleştirilmesini savunuyor. Herşeyden önce, biçimsel demokrasinin kapita list toplumda ortaya ko nuş şekli, biçimsel demokratik ilkelerin, yani insan ve yurttaş hakları, çoğulculuk, sözleşme sistemi ve temsil ilkesini zorunlu olarak güvencesiz bırakmak jöhn Kcane tadır. Bu tanımsızlık, sözgelimi devletle bireyler arasındaki sözleşmenin ilkelerinin taraflanndan birince nasıl değiştirileceğinin tanımlanmaması biçimsel demokrasinin başka bir ilkesini daha güvencesiz kümaktadır. Biçimsel demokrasi, toplumsal yaşamın şiddetten arındırıldığı bir sürece denk düşer. Oysa, sözleşmenin ilkelerine yönelik mücadele kanallarının çoğunlukla sivil toplumun zayıf kesimlerine açık olmaması, şiddetin (kapitalist) demokratik devletin yapısal bir öğesi olması sonucunu doğurur. Bir bütün olarak bakddığında, biçimsel demokrasiyi evrensel kılan kapitalizm değil, kapitalizme karşı farklı sosyalist projeler etrafında verilen mücadeledir. Başka bir deyişle, anayasal bir tasarım olarak biçimsel demokrasinin gerçekleşme ölçüsü sosyalistlerin tarihsel deneyimine borçlu olunan bir süreçtir. Fakat sosyalizmin Leninist yorumu, örneğin bir Rosa Luxemburg'un tersine, demokrasiyi derinleştirme projesine içkin olan öğrenme sürecini yadsımaktadır. Demokrasiyi biçimsellikten çıkarma adına demokrasiden vazgeçmektedir. Demokrasinin derinleştiriîmesi, demokrasinin bugün içinde bulunduğu bu tanımsızlıklardan, tanımsızlığın altında yatan "kuşatılmışlığından" kurtulmasına dayanır. Biçimsel demokrasiyi kuşatan kapitalist kurumlar, ordu, gizli polis, çokuluslu şirketler, askeri ittiraklar ve "olağanüstü haF'dir. Bunların demokrasi açısından kaçınılmaz olarak tehdit oluşturmaları, seçümişlerin denetiminden kaçmaları nedeniyledir. Aslında ekonomik gücün eşitsiz dağılımı ölçüsünde, ekonomik gücü elinde tutanların hepsinin de demokrasiyi kısıtlama yönünde demokrasinin öteki düşmanlanyla ittifaklara giriştikleri, tecrübeyle sabittir. Örneğin ABD ve Türkiye deneyiminde, kitle iletişim araçlannın da demokrasi karşıtı cephede ne denli önemli roller üstlenebildikleri anımsanmalıdır. Sözgelimi Hürriyet Gazetesi, Türkiye'de yaşanan ve yaşanabilecek olan darbelerden ayrı düşünülemez. Ama demokrasiyi tehdit eden kurumların, yani kapitalist devletin "has" kurumlarının demokrasiyi asıl kuşatma pratiği, "mesleki" nedenlerden kaynaklanmaktadır. "Örtülü ödenek" sorunu, tüm ülkelerde seçilerek "iktidara" geC U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 2 1 4 lenlerin yüzleşmek zorunda oldukları iki sorundur. ö t e yandan, Heller, biçimsel demokrasinin diğer bir paradoksunun "mülkiyet sorununda ortaya çıktığı kamsındadır. Özel mülkiyet hakkının "kapitalist mülkiyet hakkı" anlamtna gelmesi, biçimsel eşitliğin eşitsizlik, biçimsel özgürlüğünse "bir şeye rağmen özgürlük" anlamına eelmesine neden olur. Bu yüzden, Heller'e göre biçimsel demokrasinin derinleştirilmesinin temel koşullarından biri, mülkiyetin "pozitif" olarak kaldırılması, yani "mülk sahipliğinin genelleştirümesi"dir. Bu, Sovyet sosyalizmi deneyiminde olduğu gibi sivil toplumun devlette aşılmasını değil, ikisi arasındaki aynmın derinleştirilmesini sağlar. Bu noktada, Kürşat Bumin'in Sivil Toplum ve Devlet adlı kitabını (Yazko, 1979) yeniden okumak gerekir. Bumin gibi Heller de "devletin olduğu yerde, kamusal ve özel alanlar sadece tiranlık pahasına birleştirilebilirler" demektedir. Demokrasiyi Tehdit Edenler Demokrasiden Ne Anlamamız Gerektiğine de Karar Veriyorlar Demokrasinin son derece kaygan bir zeminde oluşma mücadelesi verdiği bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye'de demokrasi düşmanları, başka ülkelerde olduğundan çok daha güçlü. En tehlikelisi de demokrasiyi tehdit edenlerin demokrasiden ne anlayacağımızı da kendi tekellerine almış olmaları. Bizim ülkemizde varolan biçimsel demokrasi çok daha dar tanımlanmıştır. Sözgelimi direnme hakkı tanınmadığı gibi demokrasinin beşiği sayılan parlamentoda yer alan siyasal partilerce bu hakkı kullanan ya da kullanmak isteyecek olanların "başının ezilmesi" gerektiği söylenir. Sözgelimi Keane tarafından "Yeni toplumsal hareketler" arasında sayılan ÎHD, "demokratik" devletçe "terör" örgütü olarak değerlendirilmektedir. Türkiye'de demokrasi nasıl derinleştirilebilir? Hep güdük kalmış olan sivil toplum nasıl inşa edilebilir? Totalitarizmin demokrasinin güvenoesi sayılan kitle iletişim araçlarınca yukarıdan değil, aşağıdan gelir hale getirildiği bir ülkede, sivil toplum ve devlet üzerine düşünmek kaçmılmazdır. Keane'nin Doğu Avrupa için yaptığı şu saptama, bugün en çok Türkiye için geçerlidir: "Sivil toplum, karışıklığa ve felç durumuna düşen devletten ne koparabilirseonunlabeslenmektedir."" Sivil Toplum ve Devlet: Avrupa'da Yeni Yaklaşımlar I ]ohn Keane (der.)/ Çev. Erkatt Aktn, Aksu Bora, Ahmet Çiğjdem, Levent Köker, Mehmet Küçük, Ayşe Nur / tstanbul: Ayrtntı, 1993. A. Şefik Güngör'den "Sinemada Görüntü Yönetmeni" öü Görüntünün anlamı A . Şefik Güngör'ün "Sinemada Görüntü Yönetmeni" adlı yapıtı, görüntülere yıllar boyu estetik boyut katan, görüntünün anlamını oluşturan görüntü yönetmeninin başlangıçtan bu yana yaşadığı r.triiveni sunuyor. SEÇİL BÜKER nce görüntü yönetmeni vardı. Bıınu çoğu kez anımsamıyoruz. (»yleyse anımsayan ve araştıra, nı kutlamak gerekiyor. A. Şefik ' Güngör'ün Sinemada Görüntü Yönetmeni (Kitle Yayınları, 1994) adlı yapıtı, görüntülere yıllar boyu estetik boyut katan, görür.tünün anlamını oluşturan görüntü yönetmeninin başlarıgıçtan bu yana yaşadığı serüveni sunuyor. Araştırmacı giriş bölümünde görüntü yönetmeninin işlevini ve önemini vurguluyor. Birinci bölümde görüntü dilini betimliyor. Ikinci bölümde ise görüntü dilini yaratan görüntü yönetmenini araştırıyor. "Yaratan" sözcüğünü kullandık, çünkü başlangıçta görüntü yönetmeni Fllm yıldızı göruntu yönetmenlyle dost yalnızdı. Âma yalnızhk onu ürkütmü oltnak zorundaydı.Creta Carbo ve dlfier yordu. Çünkü olduk~a güçliiydü. Ağır yıldızlann bu buyücülere ve onlann yekemaraları önce çekim yerine taşıyor, teneklerlne Ihttyaçlan vardı. kuruyor ve filmi takıyordu. Işık düzenlemesinden, kamera açısından o soruml jydu. Işi bu kadarla kalmıyordu. Çevirim sonrası negatifleri banyo etmek de onun işiydi. Tüm bu işleri yaparken, rastlantıyla film dılinin pek çok öğesini de buluyordu. Griffith ue birlikte çalışan Billy Bitzer "iris"i, objektifi için bir güneşlik yapmaya çalışırken buluverdi. Teknik güçlüklerin üstesinden gelebilen, çerçeveyi yapan, kurguya giren görüntü yönetmeninin yetkesi tartışılmazdı. O mucizeler yaratıyordu, tıpkı büyücü gibi. Çoğu kez de mucizelerin gizleri açığa çıksın istemiyordu. Yenilerin işleri güçtü. Âma giderek banyodan, fılm takıp çıkartmadan, netliği ayarlamadan sorumlu insanlar fılm setlerinde görülmeye başlandı. Film yıldızı da görüntü yönetmeni ile dost olmak zorundaydı. Yıldızın saçının çevresindeki, onu "biricik" kılan hale'yi görüntü yönetmeni oluşturuyodu. Mavi gözlü yıldızın gözleri, ortokromatik film maviye aşırı duyarlı olduğu için, soluk görünüyordu. James WongHowe bulduğu yöntemle yıldızın gözlerini koyulaştırdı. Mary Miles Minter artık büyücüden ayrılamazdı. Tıpkı Greta Garbo'nun Daniels'den, Marlene Dietrich'in Lee Garmes'dan ayrılamaması gibi. Yıldızlar yaşlandıkça bu buyücülere daha çok gereksinim duyuyorlardı. Onları genç gösterecek hile ve düzenlemeleri bilen kişi görüntü yönetmeniydi. 1948 yılında Alexandre Astruc ünlü alıcıkalem bildirisinde yönetmenin kamerayı kalem gibi kullanarak filmi yazabileceğini söylüyordu. Tıpkı roman yazarı gibi. Yönetmen, artık oyuncuları tebeşirle sınırları çizilmiş, "ışık tuzaklan"na sokmak istemiyordu. Kural koyucu büyücüyü stüdyoyu terk etmeye zorluyordu. Coutard tavana "endirekt" ışıldar yerleştirerek oyuncuyu özgürleştirdi. Oyuncular üzerinedüşen yaygın ışık, gölgeleri yok etti. Gölgelerle birlikte görüntü yönetmeninin büyü ve yetkesi de yitip gitti. Bu durumda araştırmacı yeni koşullarda görüntü yönetmeninin işlev ve sorumluluklarını irdeliyor, yönetmen görüntü yönetmeni ilişkisini örneklerle açıklıyor. Üçüncü bölümde Türk sinemasının işleyiş koşullarına, ekonomik yapısına ve diğer sorunlarına değinen yazar, sinemamızdaki görüntü yönetmeninin profilini çıkarıyor. Meraklısı için çok ilginç bilgiler sunuyor. Araştırmacının vardığı sonuç umut veriyor. Görüntü zanaatçılığından görüntü sanatçılığına doğru yol alıyoruz. Yazma ve okuma geleneği bir kez yerleşirse sorunların pek çoğu belki de kendiliğinden çözülecek. Araştırmacı elinden geleni yapıyor, yazıyor, okuyucudan bu tür araştırmalan okumasını beklememiz doğal değil mi? • SAYFA 19