04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

törlük zamanlarımın dakik olma zorunluluğu dışında, çalışma saatlerim hep değişik olmuştur. İçimden geldıği zaman çalışmaktan hoşlanırım. Böylesi daha verimfi olur. Saati yalnızca iki yerde kullanınm. Birisi uçak, vapur, otobüse yetişmek gibi zorunlu yerlerde, diğeri de Dulmaca çözerken. Bulmaca çözerken saniyeler bile önemlidir benim için. Her gazetenin bulmacasına bir limit koyarım. Çalışırken, bitirdiğim her sayfanın altına saati ve dakikasını notlarım. Nedenı de o gün sayfaları kaç dakikada doldurduğumu denetlemek içındır: Tempom ağır mı, hızlı mı? Ağırsa neden vb. Bunları kollamanın yararını çok gördüm. Benim için yazarlığın atletlikten farkı yoktur çünkü. Ozetlersek, saatleri saydığım bir iki ayrıcalık dışındabir karafaki veya tablo koleksiyonu yapmak ya da pul biriktirmek gibilerden severim, ama zaman ölçüsü olarak asla hoşranmam... D açıyorduk okulu. Dolayısıyla ne saate ne de takvime gereksinim oldu Pirkanis'te. Ve ilk saatim LİP, bu dağ köyünde hiç kurulmadı. Daha sonraları, sıradan saatlerim oldu. Ucuz, markasız. Bozuldukça attığım. (Hiçbir zaman saatimi tamire vermedim. Kanımca geçen saatler geri gelmediği gibi, bozulan saatler de tamir edilemez.) Evimde de iş yerimde de masa saati, duvar saati yoktur. Bilek saatimi de her zaman bileğimde taşımam. Şu sıralarda, zaman zaman sol bileğimde taşıdığım saatin markası (sorulduğu için baktım): FORTIS (?). 150200 bin liralık sıradan bir saat. Buraya değin söyledıklerimden anlaşılacağı gibi saati bir takı, bir süs eşyası, bir zenginlik ya da zevk belirtisi olarak görenlerden değilim. Üstelik ona gereksinmem de yok. Çünkü ben de rahmetli Haldun Taner gibi içinde bir saat taşıyanlardanım. Saatin kaç olduğunu bilmem için saate bakmam gerekmiyor. Yalnızca birkaç saniye gözümü kapayıp konsantre olmam yetiyor. Üstelik bu içimdeki saatin kurulması, bozulması, tamiri gibi dertleri de yok. Markası ise tanrı vergisi. Yazmaya gelince, kendimi bildiın bileli, yazmaya oturmak için günün batması gerek. En verimli saatler, çoğunluğun uykuya daldığı, geceyarısından sonraki saatler. Özetlersem, gündüz okuyup gece yazanlardanım. Ve saate bakmak gibi bir alışkanlığı olmayanlardan. D 'İçimdeki saaf \ FerttEdgu Çocukluğumda kimse saat armaean etmedi bana. Delikanlılığımda da bileğimde saat taşımadım. İlk saatimi, yirmi sekizimde, Paris'ten Türkiye'ye askerliğimi yapmak için dönerken aldım. (Markası LİP'ti.) Ama yedeksubay olarak atandığım Hakkâri'nin Pirkanis köyünde bu saate hiç gerek duymadım. Çünkü orada zaman yoktu. Okulu istediğim zaman açıyor, çocuklar istediği zaman da kapıyordum. Kimi zaman çarşamba günü tatil yapıyor, ama pazar günleri 'En güzel saatim, 1 en eskimiş saatimdir Oriıan Pamuk Omega. Çok eski değil; 83'ün sonunda, Sessiz Ev çıkttktan birkaç ay sonra karım aldı. İlk saatimi 64'te, on iki yaşında takmaya başladım. Sonra onu 70'te bıraktım, çok eskimişti. Bildık bir marka değildi, sıradan bir markaydı. 70'te bir tane Omega aldım, onu da 83'e kadar kullandım. Bu, üçüncü saatim. Vücudumun bir parçası gibidir saat. Yazmaya başlamadan önce kolumdan çıkarıp masamın üzerine, önüme koyarken, sanki kendimi futbol oynamadan önce gömleğini çıkaran biri gibi hissederim. Boks maçına çıkan birinin hazırlanması gibidir saatimi özellikle sokaktan gelip masamın üzerine koymak. Mücadeleye hazırlanma jestidir benim için. Aynı şekilde evden çıkarken, beşaltı saatlik bir çalışmadan sonra işlerim yolunda gitmişse, iyi yazabilmişsem saatimi takmak çok hoşuma gider. Oyle ki o jest, saat takma jesti bana bir şeyi başarmış olma, çahşmayı bitirmiş olma zevki verir. Şu gördüğünüz masadan hemen kalkarım, anahtarımı, paralarımı cebime koyup hemen yürüyerek çıkarım, saatimi takmam, saatim elimde olur; sokakta, kaldırımlarda yürürken saatimi takarım. Bu benim için büyük bir keyiftir. Bütün bunlar da bana bir mücadeleyi bitirmiş olma duygusuyla birlikte gelir. Dakik bir insanım. Sabah on buçukta telefon edip "Kaçta kalkarsınız?" diye sormazlarsa, genellikle sabah on bir buçukta kalkarım. Her zaman iyi oldu saatle aram. Hiçbir zaman "vakit ne çabuk geçti" diye bir duvguya kapılmadım. Neredeyse oyuncakımsı, görsel bir şeydır saat. Saa Fotoflraf YıMız Uçok tin kadranına bakarım ve sanki akreple yelkovanın gelmeleri gereken bir yer vardır, oraya gelmişlerdir, ama ben bunu zihinsel olarak, zaman parçacığı olarak düşünmem. Bu yüzden hiçbir zaman dijital saat almak istemedim, istemem de. Çünkü dijital saatler bana o zaman parçacığını birimler halinde gösteriyor. Halbuki burada bir resim görüyorum. Zamanın kendisi; neyse o metafızik şey, ona ilişkin bir resim canlanıyor kafamda. Hiçbir zaman saat bir statü sembolü olmadı benim için. En güzel saatim alıştığım en eskimiş saatimdir. Dakikaları ölçmek hoşuma gider. Saat deyince, metafiziğin ölçülebileceği duygusunu, o büyüleyici hissi saatimi ilk taktığım ortaokul yıllarımda yaşadım. Ders zilinin çalmasıyla ilgili bir şey oldu saat yıllarca benim için. Hep iyimserimdir saat konusunda. Genellikle on iki dakikada yaptığım bir işi dokuz dakikada yapabileceğimi düşünürüm. Ya da yirmi üç dakikada yapacağım Bir ışi on yedı dakikada yapacağımı. Ama yapamazsam da karamsarlığa kapılmam. Yatarken saatimi kolumdan çıkarırım ve yakınımda bir yere korum. Uyandığımda ilk yaptığım iş, uzanıp ona bakmak olur. Çok yakın bir arkadaş gibidir saatim. Eskimiş kayışlarını bile değiştirmek istemem; tenimin kokusu kayışlanna siner. On iki civarı yazmaya başlarım ve akşama kadar yazarım. Ama asıl yazdığım dönem gece saat 23'le 04 arasıdır. Sabah dörtte yatarım. D S A Y F A 17 Fotoflral Yıldız Uçok CUMHURİYET KİTAP SAYI 96
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle