22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tomris Uyar ileğimdeki saat Seiko Quartz. Beni saat takmaya alıştırmak isteyen bir dostumun Japonya'dan getirdiği zarif bir armağan. Çabasında öyle basarılı oldu ki saatimden bir an ayrılamıyorum. Evde bunun dışında dedemin armağanı sayılabilecek Viyana kökenli kocaman ayaklı bir çalar saat, başucumda yine bir dostun armağanı, Almanya çıkışlı bir "sessiz" saat, bir de Casio hesap makınesinin pili bittiği zaman yerli yersiz alarm ezgileri şakıyan saati var. Atmaya kıyamadığım bozuk, kumbaralı saatleri saymıyorum. Daha ne olsun? Saatle aram pek iyi sayılmaz: Bana göre ya hep ileri gidiyor ya da gerı kalıyor. Yaz günlerinde 3 ile 6 arasında geçmek bilmiyor sanki. Bazan bu anlamsız üç saat hiç olmasaydı da öğleden doğrudan karanlığa geçebilseydik, diye düşünüyorum. Ama beni mesleğimle ilgili ana temalardan biri olan "zaman" ve "süre" kavramları üstünde düşünmeye ittiğinden yakınmaya hakkım yok. Yeter ki elektronik olmasın, yeter ki biri saati sordu mu, 15.50 diye rakam okumak zorunda kalmayayım, adam gibi "dörde on var" diyebileyim. Çoğu kişi gibi ben de eşref saatim geldiğinde çalışıyorum. ÖzeÛıkle öykü ya da günlük yazdığım zaman. Çeviri ya da yazı söz konusuysa tıkır tıkır çalışıyorum. Genellikle öğlenlerimi bu resmi çalışmalara, akşamüstlerimi kendime ayırıyorum denebilir. D 'Yeter ki elektronik olmasııf B 'Saat gündelik hayatıma bir merasim havası verir* lbette saatlere bayılırım. Saat dendiğinde akla gelebilecek ilk tuzağa düşmeye de hem seve seve hazırım; Tanpınar... Mahur Beste'nin başında Behçet Bey'in uyandığı ve ilk iş "akşam... Taşlıktaki büyük saatin ayarını düzelteyim derken zembereğini İurdığını" hatifladığı sahneyi çok severim: "lçini çekti ve gözlerini açmadan: 'Bugün Cavide gelecek... diye mınldandı. Ncden ve niçin onu davet etmek ihtiyacını duymuştu?" Gerçekten, neden acaba? Benim için saat tam böyle bir şeydir. Son derece mantıksız da görünse bir mantığı, kendine özgü bir akışı, bir düzeni olan gündelik hayatıma, bir planprogram kılıfı, bir merasim havası vermemi sağlar saat. Saatlerimi hep kendim ayarlarım, ama saatimin işgüzar koşuşturmasını dinlemek bambaşka bir zevktir. Sanki onun sözü geçermiş gibi. İlk saatim, sünnetlerde a da sınıf geçmelerde çocuklara ahnanlardan, acele acele, 'tıktıktıktık' diye giden bir Hislon'du, arada çok ağırbaşlı, sesini ancak iyice kulak verdiğimde duyabildiğim bir Omega'm oldu, şu anda 'jırtjırtjırt' gibi tuhaf, geniş aralıklı bir böcek sesi çıkararak giden beyaz plastik, pilli bir Swatch'a alışığım. Kadranı beyaz, akrebi kırmızı, yelkovanı mavi, saniye ibresi sarı. Benim olmayan eşyaları nedense daha rahat kullanırım. (Omega da annemindi), bu da öyle, bu saatin sahibi bana çok daha güzel (dört köşe, Romen rakamlı filan) başka bir saat hediye etmişti, ama ben onun kullanmadığı bu saate daha çok bağlandım. (Gene de, bilmiyorum, ötekine de dönebilirim) Fotoğraf Yıldız Üçok E Fatlh ftzgDven Fotojjraf Yıldız Uçok l Fotoflraf Yıldız Üçok Eşya hele ufak tefek biriktirme tutkum çoktan sona erdi ama o küçük, Japon malı, kırmızı, beyaz, siyah vb. bakalitten çalar saatler de hâlâ bana avcumda tutma isteği verebilen küçük nesneler arasında; onlardan hele kadranı da fosforluysa ve ses çıkarıyorsa her odada bir tane bulunsa hiç fena olmaz. Salvador Dali'nin eriyen saatlerini, Ingmar Bergman'ın 'Yaban Çilekleri'ndeki akrepsiz yelkovansız saatini, göl saatlerini, kısacası sembol saatleri sevmem, öte yandan saatle ilgili atipik şeyleri, örneğin güzel bir kadın ya da erkek kolunun kendine özgü bir jestle saate bakmak üzere çevrilmesini çok çekici bulurum. Saat kendi zamanımda bana eşlik eden oyun arkadaşımdır; bunun karşılığında ben de onu ciddiye alırım. Dijital saat hiç kullanmadım, saatimi yanımdan ayırmam, su geçirmez de olsa hiçbir saatle suya girmem. Saat ve su; ne alâkası var? D S A Y F A 1 • İlk saatim feleğin çemberinden geçmişbirSerkisoftu Mleırt Oran Şu anda kolumda Charles ViancinParis marka bir saat var. Tahtakale'de, işportadan aldım: Uyduruk bir şey, ama Romen rakamlı. Bana eski istasyon saatlerini anımsatıyor. Ayrıca, gözlüksüz de rahat görebileceğim kadar kocaman olduğu için seviyorum. Kolumdakinden başka sayısız saatim var. Saat biriktirmek, hastalıklarımdan biri; Allahtan doktorluk olav değil. Saatlerle ilişkim biraz karışıktır. Saati zaman kollamak için değil, ovuncak olarak severim. Küçüklüğümden beri yakınlık duyarım: Tiktakları, akrebi, yelkovanı, çarkları çocuk dünyamın 'büyük' meraklarındandı. Bu konuda ilk serüvenim, dedemin saatini açıp içindekileri görmek olmuştu. Kızılca kıyamete neden olan bir merak. Çok laf işitmiştim bu yüzden. Daha da beteri, dedeciğimin, cennete taşınacağı güne kadar bunu ba^ıma kakıp durmasıydı. İlk saatimi, akıl almaz çenesi sayesinde hiçbir işe yaramayan süprüntüleri satarak harçlıklarımı sömürmeyi huy edinen eskici Osman efendiden almıştım: Feleğin çemberinden geçmiş bir Serkisoftu. Bozuktu tabii ve onarılması da imkânsızdı. Serkisof dedim de trenler her geçişlerinde el sallamak için tepeye koştuğumuz bir oyundu. Kara dumanları vardı. Lokomotifin tekerlekleri, pistonları falan çok çekici gelirdi. İşte ilk saatimi de bu sevdam yüzünden almıştım: Saatin kaç olduğunu öğrenmek için değil, üstünde kabartma bir şimendifer resmi olduğu için. Kapağını açıp kapadığımda çıkan "tık" sesi çok hoşuma gittiğinden o kapak on binlerce kez açılıp kapanmış, ama kırılmamıştı. Bu bir mucizeydi. Evde boyumun iki katı, zincirli topları yukarı çekilerek onların ağırlığıyla çalışan dev bir saat vardı. Kalın tok sesli ve Romen rakamlıydı. Tıpkı kolumdaki gibi. Yemek odasında da çalışı görkemli bir duvar saatimiz vardı. Londra'nın Big Ben kilisesinin çanı gibi çaldığı söylenirdi. Onun sesiyle pek onurlanırdım. Evde kimse olmadığı zamanlar yelkovanını elimle çevirir, arka arkaya çaldırırdım. Yakalanıp saatin kapağına kilit vurulunca, bu oyun da bitti. Ama sanırım, dünyadaki ilk kilitli saate sahip olduk. Biraz daha büyüyünce eskicilerde ne kadar işe yaramaz, bozuk saat varsa, hepsini almaya başladım. Saat, zamanı öğrenmek içindir. Zamanın hızla geçip giden ve asla geri gelmeyen çok aeğerli bir şey olduğu söylenir. Doğrudur. Ama benim için değil. Ben zamanı saatlerin gösterdiğine göre değil keyfimin isteğine göre ayarlamayı severim. Saat, oyuncaklığı dışında bir 'nefret'tir benim için. Özgürlüğümü kısıtlıyor(muş) duygusuna kapılırım. Bu nedenle, 1950'lerdeki puanCUMHURİYET K İ T A P SAYI M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle