19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BEYİN ARAŞTIRMALARI yimlerle oluştuğuna inanıyor ve bu ölçütlerin tümüne “aşk haritası” adını veriyor. Öyle ki, birey kendi aşk haritasına uygun biriyle yüz yüze geldiğinde ona aşık olmaya programlanıyor. Fisher'e göre asıl aldatmaca bu noktada devreye giriyor. Beyinde romantik duygularla devinime geçen dopamin kanalları yoğun odaklanma ile de ilintili olduğundan, sevilen kişinin hoşa gitmeyen özellikleri bir yana atılıyor ve beyin yalnızca hayran olunan özellliklere odaklanıyor. Fisher âşık olanlarda beynin korku ve öfke ile ilintili olan amigdala bölgesindeki etkinliğin azaldığına da dikkat çekiyor. ROMANTİZM KÜLTÜRÜ Romantik aşkın doğuşu ve yükselişi R TASARIM HATASI DEĞİL Beyinde meydana gelen bu tür değişimler Wellesley College uzmanlarından Faby Gagné'nin araştırmasında deneklerin %95'inin neden eşlerini dış görünüm, zekâ, seveBeyinde romantik cenlik ve espri anlayışı duygularla devinime açısından ortalamanın üzerinde gördüklerine de geçen dopamin kaışık tutabilir. nalları yoğun odakBu arada halihazırdaki eşlerle eski eşler konulanma ile de ilintili sunda bir anket uygulaolduğundan, sevilen yan Geher de insanların kişinin hoşa gitmegenelde halihazırdaki eşi göklere çıkarttıklarına, yen özellikleri bir eskilerini de yerin dibine yana atılıyor ve bebatırdıklarına tanık oldu. Elde edilen bulgulayin yalnızca hayran rın, gerçeklerden çok, olunan özellliklere çarpıtılmış algıları temsil etmesi gerektiğine dikodaklanıyor. kat çeken araştırmacı,“Çalışma kapsamındaki 300 deneğin tümünün de halihazırdaki eşlerinin kusursuz, eskilerinin ise beş para etmez insanlar olması düşünülemez,” diyor. Aşık olan kişi kendini aldatıyor olsa da, aşk körlüğünün bir tasarım hatası olduğu söylenemez. Geher'in araştırması eski eşlerine olumsuz gözle bakmaya daha yatkın olan kişilerin halihazırda yaşadıkları ilişkilerde daha mutlu olduklarını ortaya koyuyor. Gagné ise sevgiliye övgüler yağdırma eğiliminin ilişkinin güç olduğu dönemlerde, sözgelimi ne zaman çocuk sahibi olunacağına karar verirken, daha da arttığına dikkat çekiyor. Aşk inişli çıkışlı bir süreç olduğundan, çiftleri birarada tutacak herhangi bir akıl oyunu son derece yararlı olabilir. Geher çocuklar kervana katıldığında çiftler üzerinde “çocuklar için” birlikteliği sürdürme yönünde bir baskı oluştuğuna, bu süreçte muhtemelen uyarlayıcı bir kendini aldatma sürecinin devreye girdiğine dikkat çekiyor ve,“Aşk aldatmacası evrimin duygusal yapıştırıcısı işlevini görüyor olsa gerek,” diyor. Bilinçaltı dünyamızın üzerindeki giz perdesini kaldırmanın, aşkın büyüsünü ve gizemini yok ettiği omantik aşkın kökleri evrim sürecine uzanmakla birlikte, ideal aşk ilişkisini belirleyen unsurlar yaşadığımız topluma göre farklılıklar gösterebiliyor. San Francisco Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Maureen O'Sullivan insanoğlunun üremedeki başarısını en üst düzeye çıkartmak amacıyla çiftler arasındaki bağı oldu olası güçlendirmeye çalıştığına ve bu bağın giderek daha da önem kazandığına dikkat çekiyor. Sonuçta, romantizmin rolü giderek artıyor. Yaşam süresinin uzaması çiftleri bir arada tutmaya yarayan yeni yolların bulunması gereğini de beraberinde getirdi. Tarih boyunca ve günümüzde dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan toplumlarda evliliği ayakta tutma yönünde bir baskı uygulandı. Aile ve cemaat bağlarının güçlü olduğu toplumlar boşanma karşıtı kültürel yasaklar ve daha çok aileleri bağlayan bir sözleşme niteliğinde olan görücü usulü evlenme gibi birtakım uygulamalarla yaşam boyu evliliğe destek verebilirler. Gelgelelim, bireyin ve kişisel özerkliğin ağır bastığı çağdaş batı toplumlarında insanlar aile ve kültürün dayattığı kurallara uymak zorunluluğunu duymazlar. O'Sullivan toplumsal baskıdan yoksun bir ortamda eşlerin birlikteliğini sağlayan en önemli unsurun romantik aşk olduğuna ve bu duygunun giderek daha da ağırlık kazandığına inanıyor. Ne var ki, kültür yalnızca romantik aşkın tırmanmasına neden olmakla kalmıyor. O'Sullivan'a göre, romantik bir aşk ilişkisinde ne tür duygular yaşanması gerektiğini de kültür belirliyor. Yitirme korkusu, hüsran ve kıskançlık gibi aşkla ilintili olumsuz duygular tüm kültürler de aynı etkiyi yaratmakla birlikte, olumlu duygular kültürden kültüre değişebiliyor. Japonlar duygusal ilişki içinde oldukları kişide bağlılık, kendini adama ve düşkünlük gibi özellikler ararken, Amerikalı kadınlar birlikte oldukları erkeğin eğlenceye düşkün, komik, sevecen, arkadaş canlısı ve daha nice özelliklere sahip olmasını istiyorlar. O'Sullivan bu durumun ze kâ eşleşmesinde kendini aldatmanın neden can alıcı bir unsur olduğuna ışık tutabileceğine inanıyor. Olası eş adayını yaşadığımız kültürün belirlediği ölçütlere göre değerlendirdiğimize dikkat çeken O'Sullivan kültürel değerler değiştikçe kendini aldatma düzeneği sayesinde seçtiğimiz eşin ideal ölçütlere uyduğuna kendimizi inandırmaya çalıştığımızı belirtiyor. düşünülebilir. Oysa, durum çok daha farklı. Geher çiftleşmenin temelinde yatan ruhsal süreçlerin ilişkileri etkileyemeyecek denli derinlikli olduğuna dikkat çekiyor ve,“Bu konuda kendimi kandırıyor olabilirim, ama duygularım öyle söylüyor,” diye ekliyor. O'Sullivan da,”İnsanların içinde bulundukları durumla ilgili duygularının ne kadarının kendi uydurmaları olduğunu bilmeleri gerekir. Ancak bu kendimizi aldatmaya son vermemizi gerektirmiyor. Çünkü, kendimizi aldatmak son derece keyifli. Oysa, perdenin arkasında olup bitenleri kurcalamaktan kaçınıyoruz,” diyor. Fisher bu konuda daha da olumlu bir tavır sergileyerek,“ Eşleri konusunda kendilerini aldatma eğilimini sürdürenler evlilik yaşamlarında çok daha mutlu olduklarını belirttiklerine göre, kendini aldatma doğanın bizlere sunduğu değerli bir armağan olsa gerek,” diyor. Kaynak: New Scientist, 31 Mart 07, Rita Urgan CBT 1059/14 6 Temmuz 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle