Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM DÜNYASINDAN İnönü’den, kendisine, bilime, Türkiye’ye ve araştırıcıya bakış İstanbul Kültür Üniversitesi, 21 Şubat 2007 tarihinde Prof. Dr. Erdal İnönü’ye “Onursal Doktor” unvanı vermişti. İnönü törende, eğitim ve bilim hayatına nasıl başladığını, buluşunu nasıl yaptığını ve iyi bir araştırmacının niteliklerini içeren güzel bir konuşma yapmıştı. Anısına saygıyla son konuşmasını tümüyle yayımlıyoruz. ayın Mütevelli Heyet Başkanı, sayın Mütevelli Heyet Üyeleri, sayın Rektör, sayın Rektörler, değerli öğretim üyeleri, değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bana bu unutulmaz günü yaşatan, bu eşsiz ödülü veren Kültür Üniversitesi Senatosu'na, tüm üyelerine candan teşekkür ediyorum. Buraya gelmek lutfunda bulunan değerli bilim insanlarına, her kademeden öğretim üyelerine ayrıca minnettarlığımı ifade ediyorum. Gerçekten bana unutulmaz bir gün yaşatıyorsunuz. Çok da mahcup Bir an durduktan ediyorsunuz. Çok değerli insanları sonra, bana bekkarşımda gördüğüm zaman ne konulemediğim bir şey şacağımı bilmiyorum. Ama önce İssöyledi: “Macatanbul Kültür Üniversitesi'nin 10. yılını kutlayayım. O da unutulmaristan ve Türkiye ması gereken bir ödev. Biraz evvel gibi ülkelerde bir okunan kararda sayın rektörün sözinsan bir alanda lerinde fizik bilimine yaptığım katkılardan bahsediliyordu. O bakımsivrildi mi, artık dan belki fizik biliminden bahsether alanda ondan mem gerek ama işin doğrusu şu ki, görev beklerler. ben siyasete girdiğim günden itibaBuna dikkat et.” ren fizik bilimi ile ilgim kesildi. 12 sene siyasette kaldım. Sonradan Ben de kendi üniversiteye dönme imkânı buldum kendime: “Nereama fizik bıraktığım yerde olmadıden çıktı bu?” de ğından, bugünkü durumunu anlamam için yıllarca uğraşmam gerekedim. Fakat sonradan baktım ki çok cekti. Ondan vazgeçtim ve bilim tarihiyle daha evvel de ilgilendiğim haklıymış. bilim tarihiyle ilgimi devam ettirdim. O bakımdan fiziğin bugünkü durumu hakkında bir şey söyleyecek halim yok şimdi. Ama geçmişten bahsedebilirim. Geçmişteki anılardan ve biraz evvel de adı geçen “Wigner Madalyası” öyküsünden bahsedebilirim. Sizi sıkmadan böyle bazı anıları söylemek istiyorum. Önce belki nasıl fizikçi olduğumu anlatmalıyım. S Mekaniği” diye atomların hareketlerini açıklayan yepyeni bir kuram ortaya çıkmıştı ve bu kuramda “zaman” gibi, “uzay” gibi, “nedensellik” gibi, felsefecilerin yıllardır tartıştıkları kavramlara yeni anlamlar getiriyorlardı. Ben bunları seziyordum. O zaman “Bilim ve Teknik” diye bir dergi vardı Teknik Üniversite'deki arkadaşların yayımladığı. Oradan okuduğum bilgilerle düşünmeye başlıyordum ve merak ediyordum. “Bunların, işin esası nedir?” Felsefeye hep merakım vardı. “Acaba felsefi kavramlara bu yeni fizik konularını öğrenirsem iyice, daha bir açıklık getirebilir miyim?” diye, dolambaçlı bir yoldan fizikçi olmaya karar verdim. Babam da bunu destekledi ve bir gün sordu: “Ne olmayı düşünüyorsun?” diye. “Fizikçi veya felsefeci olmayı düşünüyorum” dedim. “Felsefeye ömür verilmez” dedi. “Ama fizikçi olmak iyi olur.”. “Ben de” dedi, “Küçüklüğümde, gençliğimde bilimle uğraşmak istemiştim.” Bu bana çok dikkati çeken bir itiraf gibi geldi. Ama kuşkusuz o zaman böyle bir olanak yoktu Türkiye'de. Dolayısıyla babam destekledi. Fizikçi olmak için Fen Fakültesi'ne gitmek gerekti. Ankara'da o yıl 1943 yılında Fen Fakültesi açıldı. Ben de ilk öğrencilerinden biri olarak oraya girdim. Numaram da “1”di. AÇILIŞ TÖRENİ Fen Fakültesi'nin açılış töreni çok görkemli oldu. Size o törenden aklımda kalanları anlatmak istiyorum kısaca. Çünkü ilk defa o törende ben, bir tören konuşması gibi formel bir konuşma yaparken, insanın kendi ruhsal durumunu açığa vurduğunu fark ettim. O zaman liseyi yeni bitirmiş bir öğrenciydim ama dikkatle dinliyordum. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nde açılıyordu Fen Fakültesi. Onun bir iki odasında. Törene zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Milli Eğitim Bakanı, İstanbul Üniversitesi'nden temsilciler gelmişlerdi. Üç kişi konuştular törende. İlk önce sanırım Kerim Erim, İstanbul Üniversitesi'nin temsilcisi ola rak bir konuşma yaptı. Kutluyordu Ankara'da göreve başlayanları. Ayrıca Ankara Fen Fakültesi'ndeki öğretim üyelerinin, İstanbul Üniversitesi'nden gelen insanlar olduğu için bundan onur duyduğunu söylüyordu. İstanbul Üniversitesi'nde yıllardır bilim yapmakla uğraştıklarını anlattı. Ben bunlardan şu sonucu çıkardım: “Bilim kolay bir şey değildir. Biz yıllardır uğraşıyoruz hâlâ bir yere varamadık, siz Ankara'da daha yeni yeni bu işe giriyorsunuz, hadi bakalım ne yapacağınızı görelim.” Yani küçümseyen bir tavır vardı. Sonra fakültenin yeni dekanı fizikçi Hayri Dener konuşma yaptı. Hayri Bey Türkiye'de “Fizikçi Hayri” diye bilinirdi. Ama orta öğretimde çalışmıştı. Lise fizik kitapları yazmıştı ve Gazi Eğitim Enstititüsü'nde ders verirdi. Çok değerli bir öğretici ve bilim insanıydı; ama Fransa'da yalnız lisans öğrenimi yapmıştı ve doktora yapmamıştı. Dolayısıyla hiç araştırma yapmamıştı. Ama iyi niyetli bir insandı ve araştırma yapılmasını istiyordu. Onun konuşmasında söylediği, daha ziyade felsefi bir girişti. “Bilim,” dedi “çok güzeldir. Çünkü siz bulunduğunuz yerde bilimin esaslarını öğrenirseniz, bütün evrende, her yerde geçerli olan kurallar öğrenirsiniz. Bu çok güzel bir şeydir. Ama bilim aynı zamanda çok korkunçtur. Çünkü eğer siz bilimin kurallarını öğrenip onlara uymazsanız o sizi ezer geçer. Çok gücü vardır. Ama biz burada elimizden geleni yapacağız. Bilgilerimizi gençlerimize öğreteceğiz.”. Bundan çıkan sonuç, benim aldığım sonuç şuydu: “Biz elimizden geleni yapacağız. Artık ne çıkar bilmiyorum; ama işimiz zordur ve bilim de kolay bir şey değildir. Biz görevimizi yapmaya çalışacağız.”. Böyle mütevazı bir yaklaşım... DÜNYA ÇAPINDA OLACAKSINIZ Ondan sonra Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel konuştu. O bambaşka gayet coşkulu bir konuşma yaptı: “Burada yeni bir fakülte açıyoruz, gençler burada her şeyi öğrenecekler ve ben bekliyorum ki aranızdan dünyaya ün salacak bilim insanları çıkacak. Farabîler, İbni Sina'lar... NASIL FİZİKÇİ OLDUM Bizim ailemizde benim büyük ağabeyim vardı. Benden 2 yaş büyük ama 3 sene ilerideydi lisede. Kız kardeşim karşımda oturuyor. Ağabeyimi kaybettik maalesef ama kız kardeşim bilir. Küçükken ailemizde “ağabeyim bir mühendis olacak” diye hep söylenirdi. Aletlerle oynardı, tamir ederdi, bozardı, yapardı. Ben de hep kitap okurdum; onun için benim böyle “mühendislik” gibi bir dala gireceğimi kimse düşünmezdi. Belki dış işlerine girebilirim, iç işlerine girebilirim; yani bir bürokrasi görevi yaparım diye düşünülüyordu. Yalnız sonradan lisenin son sınıfında bu durumu değiştiren bilgiler edindim. 1943 yıllarında dünyada fizik, bugün biyolojinin olduğu gibi hızla gelişen bir bilim dalıydı. Einstein'ın “rölativite”si çıkmıştı. Anlaşılmaya çalışılıyordu hâlâ. “Kuantum CBT 1077 / 8 9 Kasım 2007