20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ODTÜ öğretim üyelerinden Naif Türetken'nin (Bolu İzzet Baysal Üniversitesi öğretim üyesi) hazırladığı tez, kaynak teşkil edecek kadar değerlidir. Bu konu üzerine verdiği birçok seminerde araştırma kavramı üzerinde durmuştur. Bilimsel bilginin değeri ölçülebilen bir büyüklük olduğunu Türkiye'deki bilimsel kuruluşlar Erdal Hoca’nın bu çalışmalarından sonra fark ettiler. Özellikle Derick Sola Price'ın ODTÜ'de iki dönem kalarak bu konunun metodolojisini anlatması bizleri çok bilinçlendirmiştir. YÖK kanunu çıktığında rektörlüğe atanan 27 profesörden 22 tanesinin Science Citation İndeks'çe taranan dergilerde hiçbir yayınlarının bulunmadığı, yani 2547 sayılı yasaya göre profesör dahi olmamaları gerektiğini, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir makalemde ortaya koyunca kızılca kıyamet kopmuştu. Ancak artık bilginin değerinin nasıl ölçülmesi gerektiği, (parametreler zamanla değişmesine rağmen) Türk bilim hayatında kabul gördü. Bu olguda Erdal İnönü'nün katkısı önemli bir yer tutar. Erdal İnönü'nün diğer bir sosyal etkinliği Fizik Derneği ile olan ilişkisidir. İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin oldukça eski bir tarihte kurduğu dernek, Türkiye geneline yayılmamış üye sayısı ve etkinlikleri çok sınırlı mütevazı bir meslek kuruluşu idi. Erdal İnönü dernek başkanlığına seçilince ODTÜ Hacettepe ve Ankara Üniversitesi’ndeki üyelerin de katılımı ile bir sinerji yaratıldı. Daha sonra dernek Türkiye geneline yayılmayı sürdürdü. Bilim, akıl ve Türkiye Cumhuriyeti Şefik Sanal Alkan ([email protected]) T BİLİMSEL BAŞARILARI Siyasetin ve sosyal ilişkilerin beyefendisi Erdal İnönü, acaba bilim alanında neler yapmış, hangi başarılara imza atmıştı? Öncelikle belirtmek isterimki Erdal Hoca’nın bilimsel çalışmalarını değerlendirecek bir profesyonel değilim. Ancak yaptıklarını herkesin anlayabileceği basitlik içinde aktarmaya çalışacağım. Erdal İnönü'nün araştırma alanı genelde nötron transport teorisidir. Nötron, atom çekirdeğinde bağımlı halde bulunan elektrik yükü taşımayan, kütlesi atoma kimyasal özelliklerini veren ve çekirdek içinde bağımlı halde bulunan elektrik yüklü protona eşit olan bir atom altı parçacıktır. Nötron transport teorisi ise, nötronların uygun ortamlarda hareketleri ile ilgilidir. Böyle bir ortamda tek başına bir nötron diğer bir noktadan diğerine hareket ederken, ortamda bulunan serbest nötronlar ve atomlarla çarpışır. Transport teori, tek bir nötronun çarpışma sonuçlarından hareket ederek çok sayıda nötronun, yani bir nötron akısının, ortamdaki davranışlarını belirleyen statiksel bir teoridir. Nötronların nötronlar ile veya atomlarla çarpışmaları, yani nötronların neden olduğu tepkimeler, nükleer fiziğin ilgi alanı içindedir. Transport teori, günümüzde enerji bağlamında çok tartışmalara neden olan nükleer güç reaktörleri tasarımlarının dayandığı difransointegral denklemdir. Erdal İnönü çok karmaşık bu denklemin belli sınır şartları altında özgün çözümlerini bulmuştur. Erdal İnönü bir teorik fizikçinin ötesinde matamatik bilgisine sahip bir bilim adamıdır. Gruplar teorisi, fiziksel olayların uyduğu uzay zaman simetrileri göz önüne alınarak geliştirilen bir matematiktir. Transport teorinin temel denklemi olan lineer öklidien uzayda öteleme ve dönme hareketlerine karşı invariant bir ifadedir. Denklemlerin çözümlerinde gruplar teorisi dönüşümlerini kullanarak saçılma olasılıklarının karşı gelen çözümler arasında genel geçerliliği olan bağıntılar elde etmiştir. Kanımca Sayın İnönü'yü anlamak her bilim ve siyaset insanına bir birikimi aktarmak demektir. Kaybından duyduğum üzüntü büyüktür. Türkiye gerçek bir yol göstericisini kaybetmiştir. Yazının devamı arka sayfada CBT1077/21 9 Kasım 2007 ürkiye Cumhuriyeti’nin 84. yıl dönümünü kutluyoruz. Önce, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, tartışılmaz lideri, Mustafa Kemal Atatürk’e, O’nun arkadaşlarına ve onlara destek olan Türk Milletine bu olağanüstü başarılarından ötürü şükranlarımızı sunmak gerekir. Böyle bir günde, kutlamanın yanı sıra güncel birkaç soruya göz atmakta yarar var kanısındayım; Türk devrimi neden ve ne zaman başladı?, Karşı devrim hareketleri neden güçlendi?, Türkiye Cumhuriyeti tehlike altında mıdır? Ve biz bu konuda neler yapabiliriz? Hemen hatırlayalım; bundan 84 yıl önce ülkemizde yapılan DEĞİŞİKLİKLER o denli büyüktü ki bunlar genellikle “BİR MİLLETİN YENİDEN DOĞUŞU” ya da “TÜRK AYDINLANMASI” diye anılır. Özellikle 19191923 yılları arasında yapılan değişikliklerin kapsamını, büyüklüğünü ve önemini anlamak için, ülkemizin ve diğer ülkelerin o yıllardaki durumunu göz önüne getirmek yeterlidir. Hepimiz biliyoruz ki 600 yıl süren Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’da oluşan DEĞİŞİKLİKLERE uyum gösteremedi. Bu durum aklımıza bir soru getiriyor. Bir zamanlar diğer ülkelere HOŞGÖRÜ öğreten böylesine muhteşem bir imparatorluk, nasıl oldu da bilimi dışlayan ve değişiklikleri kabul etmeyen bir ülke haline geldi? Buna kısa cevap sudur: çünkü Osmanlılar BİLİMSEL BİLGİ üretmediler ve dünya sorunlarını çözmek için MANTIKLI düşünceden uzaklaştılar. Sorunsuz toplum düşünülemez. Bu normaldir ve beklenen bir şeydir. Önemli olan sorunların toplumca nasıl algılandığı, tartışma yöntemlerinin varlığıyokluğu, ve çözüm olanaklarının nasıl araştırıldığıdır. Sadece AÇIK TOPLUMLAR (ve bireyler) kendi sorunlarına çözüm bulabilirler. Düşünüme alışkanlığı olan, ayrıksı görünse bile, düşünen bireylerini öldürmeyen, dinsel ya da dindışı hiçbir otoriteye boyun eğmeyen, bilgi kaynağı olarak bilimi kullanan toplumlar açık toplumlardır. Osmanlılar zamanla KAPALI BİR TOPLUM haline dönüştüler ve bu da imparatorluğun sonunu getirdi. TÜRK DEVRİMİ, Müslüman ülkeler arasında, açık bir toplum yaratmaya yönelen ilk olaydır (BİR UYGARLIK PROJESİ, GİRİŞİMİ ATILIMIDIR). Bu devrimin liderleri başarılı oldu; çünkü onlar MANTIKSAL (RASYONEL) DÜŞÜNEN insanlardı. Onlar, toplumsal devrimin gerektirdiği her şeyi yapmışlardır. Burada sadece birkaçını belirtmek yeter sanıyorum: Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmışlar, alfabe değişikliğini yapıp okuryazar oranını artırmışlar, kadın hakları ve eşitliğini sağlamışlar ve eğitimle ilgili daha bir dizi devrimler gerçekleştirmişlerdir. Kimilerinin sandığı gibi tüm bu çabalar sadece bir “BATILILAŞTIRMA” hareketi değildi. Buradaki temel değişiklik “Hayatta en gerçek yol gösterici” olarak “ilimin” kullanılmasıdır.. GERÇEK hem BİLİM hem de DEMOKRASİ’nin temelidir. Bilim ve demokrasi yalnız ve yalnız, SORGULAYAN BİR KAFA ile mümkündür. Böyle bir kafa yapısı, tüm DOĞMATİK DÜŞÜNCELERE karşıdır, ister dinsel, ister dindışından olsun. Şimdi başlangıçtaki sorularımızdan birine gelelim: Türkiye Cumhuriyeti tehlike altında mıdır? Buna cevabım şudur: EVET, başlangıçta öyleydi, şimdi öyle ve gelecekte de bu tehlike sürecektir. Peki Türkiye Cumhuriyeti’ne kimler saldırıyor ? Bence, dış düşmanları bir yana bırakırsak, bunlar şöyle tanımlanabilirler: Değişimden korkanlar, İlgisiz/tepkisiz yaşayanlar, Rasyonel (mantıksal) düşünme alışkanlığı olmayanlar ve Dogmaların rahatlığı içinde yaşayanlar. Peki biz buna karşı neler yapabiliriz? Sizlere mesleğim olan bağışıklık biliminden (immunoloji) benzetmeler yaparak bir yanıt sunacağım. Biliyorsunuz, vücudumuz mikroorganizmalar denizinde yüzmektedir. Ağzımızda84 yıllık Türkiye Cumki, burnumuzdaki, derihuriyeti ne kadar mizdeki ve bağırsaklarımızdaki tüm mikropların sağlıklıdır? Kişilerin sayısı, kendi vücut hücdemokratik haklarına relerimizden kat kat fazkarşı hoşgörümüzde ladır. Sağlıklı kalmamıartma var mıdır? Tüm zın tek nedeni bizim iki çeşit savunma sistemine dogmalara karşı (en sahip olmamızdır (bağıbaşta dinsel) tepki şıklık). Bir tanesi atalarıgösterebiliyor muyuz? mızdan kalıtsal olarak gecen “DOĞAL” bağıİç ve dış sorunlarımızı şıklık sistemidir (buna nasıl çözüyoruz? evrimin bir armağanı deAkılla mı, akıl dışı nebilir). Diğeri ise sonrayöntemlerle mi? dan “KAZANILMIŞ” bağışıklıktır; bunu herkes içinde bulunduğu çevre/ortamın gereklerine uygun bir şekilde geliştirmek zorundadır. Bu iki sistemden birindeki en ufak bir bozukluk, mutlaka bir hastalığa yol açar. Size garanti veriyorum ki, eğer bir ülkede işlevsel ve SAĞLIKLI bir DEMOKRASİ varsa, bunun nedeni iç ve dış mikropların yokluğu değildir; aksine bunun nedeni o ülkede demokrasinin hayati organlarını koruyan mekanizmaların varlığıdır (Laiklik, ifade özgürlüğü vb. gibi). Vücudumuzun ve toplumların sağlığı, buna bağlıdır. Bu bir “olmak ya da olamamak” sorunudur. Simdi gelelim şu sorumuza: 84 yıllık Türkiye Cumhuriyeti ne kadar sağlıklıdır? Kişilerin demokratik haklarına karşı hoşgörümüzde artma var mıdır? Tüm dogmalara karşı (en başta dinsel) tepki gösterebiliyor muyuz? İç ve dış sorunlarımızı nasıl çözüyoruz? Akılla mı, akıl dışı yöntemlerle mi? Norveçliler çok karmaşık bir sorunla karşılaşınca şöyle derlermiş: “Bir de Atatürk gibi düşünelim”. Biz de Atatürk’ü böyle algılıyor muyuz? Ben, bu 84. yıldönümünde karşı devrimcilerin kazanmış gibi görünmesine rağmen, milletimizin her türlü TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle