22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİMBAŞARI GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner çetiner.m@superonline.com Dr. Tan İnce’nin tümör alt tiplerinin kökenine ilişkin buluşu Daha önceki çalışmalarında normal dokudan meme kanseri kök hücreleri üretmeyi başaran Harvard Tıp Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Tan İnce, şimdi de dünyanın önde gelen bilim dergilerinden Nature'ın Ekim 2007 sayısında yer alan “Tümör alt tiplerinin kökeni üzerine” isimli makalesinde, farklı özelliklerdeki kanser tümörlerinin farklı meme epitel hücrelerinden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Söz konusu makalede özetle şu bilgiler yer alıyor: Ekim ayı içinde Ankara'da 33. Ulusal Hematoloji Kongresi yapıldı. Kongre boyunca 1967 yılında kurulan Türk Hematoloji Derneğinin 40. yaş gününü de kutladık. Bu 40 yıllık sürece önemli katkılar sağlayan değerli öğretmenimiz ve eski başkanımız Prof. Dr. Yücel Tangün'de kongreye katılanlar arasındaydı. Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım Sayın Tangün sadece akademik değil entelektüel birikimi ile de çok önemli bir bilim insanıdır. Ona son zamanlarda çok merak ettiğim eski bilim insanlarımızdan biri olan Dr. Hasan Reşat Sığındım'dan bahsettim. Konuşmamın bir yerinde Sayın Tangün'e yanlışlıkla “Mısır'da bir tıp fakültesi de kurmuş” dedim. Yücel öğretmen o kendine özgü konuşma biçimiyle “Mısır değil, Afganistan” diye beni düzeltti ve Dr. Sığındım hakkında hiç bilmediğim bilgiler aktardı. Aslına bakarsanız birçok Türk hekim, hatta kan bilimci ve cilt hastalıkları uzmanımız Dr. Sığındım'ı neredeyse hiç tanımaz. Oysa Dr. Sığındım, döneminde bilinmeyen yeni bir lösemi türünü tanımlamış ve bulgularını ünlü Alman kan bilimci Dr. Schilling ile beraber yayımlamıştı. Dr Sığındım hakkında bildiklerimin büyük bölümünü aralarında dostluğuna çok değer verdiğim sevgili Dr. Zeyneb Ümit Belbez'in de yer aldığı ve Prof .Dr. Nil Sarı'nın başkanlığında yapılan bir ekip çalışmasından ve Sayın Elif Atıcı'nın 2006 yılında Budapeşte'de gerçekleşen 40. Uluslar arası Tıp Tarihi Kongresindeki sunumundan öğrendim. Celal Sığındım, 1905 yılında Tıbbiyeden mezun olduktan sonra Celal Muhtar'ın yanında cildiye ihtisasına başlamıştı. Meşrutiyetin ilanından sonra Avrupa'ya eğitim için gönderilen 7 hekimden biriydi. Fizyoloji ve cildiye eğitimi için Almanya'ya giden Doktor Sığındım, Hamburg'da çağının en önemli kan bilimcilerinden biri olan Schilling ile beraber “Monositik” lösemi alt grubunu tanımladıkları makaleyi yazdı. Hasan Reşat Sığındım'ın bu buluşu tıp literatürüne ReşatSchilling Tipi Monositer Lösemi (ReschadSchilling type leukemia) ismiyle geçmiştir. Söz konusu makale 1913 yılında "Münchener MedizinerWochenschrift" isimli dergide Über eine neue Leukamie durch ehte Übergangsformen (splenozytenleukamie) und ihre Bedeutung für die Selbststandigkeit diser Zellen ismiyle yayımlanmıştır. Almanya ve Fransa'da geçen eğitim dönemi sonrası 19151916 yılları arasında Beyrut'ta çalışmış ve Çanakkale savaşında kullanılmak üzere tam 96 ton pamuğu Beyrut'tan Çanakkale'ye göndermeyi başarmıştır. Hasan Reşat Bey, 1933 yılında gerçekleştirilen Üniversite Reformu sonrası görevinden uzaklaştırılmış ve aynı dönem Afgan Kralı Nadir Şah'ın daveti üzerine Afganistan'a giderek Afgan Tıp Fakültesini kurmuştur. Hasan Reşat Sığındım, dünya tıp literatürüne ismini yazdıran ilk Türk hekimidir ve ne yazık ki, kan bilimine çok önemli bir katkı sağlamış bu cildiye uzmanımızı pek az kan bilimcimiz tanımaktadır. Oysaki ülkemizdeki hemen her tıp öğrencisi Sığındım ile birlikte ilk “monosotik” tip lösemi olgusunu bildiren Dr .Schilling'in ismini ezbere bilmektedir. Hitler Almanya'sından kaçarak ülkemize yerleşen ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde modern patoloji eğitimini başlatan Ord. Prof Dr Philipp Schwartz, bir defasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine Prof. Dr. Reşat Sığındım ve Prof. Dr. Hulusi Behçet'i getirmiş ve dersine başlamadan önce öğrencilerine “bu büyük Türk Bilginlerini tanımalısınız” diye seslenmişti. Dr. Philipp Schwartz, geçmiş olmadan geleceğin kurulamayacağının ayrımındaydı. Oysaki Türk bilimi günümüzde bile halen tarihini tam olarak tanımamakta ve yeni kuşaklara öğretememektedir. Önceki yıl Türk Hematoloji Derneği, Türk kan bilim tarihini konu alan bir kitap yapmaya soyunmuş ancak sonradan bu proje ne yazık ki, gerçekleşememişti. Son kongrede ise Sayın Prof. Dr. Yücel Tangün'ün anılarını kaleme aldığını sevinçle öğrendim. Umarım kısa zamanda her iki proje de kitaplaşır ve biz de pratiğini yaptığımız kan biliminin ülkemizdeki geçmişini öğrenebilme şansını yakalarız. D aha önceki çalışmalarında normal dokudan meme kanseri kök hücreleri üretmeyi başaran Harvard Tıp Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Tan İnce, şimdi de dünyanın önde gelen bilim dergilerinden Nature'ın Ekim 2007 sayısında yer alan “Tümör alt tiplerinin kökeni üzerine” isimli makalesinde, farklı özelliklerdeki kanser tümörlerinin farklı meme epitel hücrelerinden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Söz konusu makalede özetle şu bilgiler yer alıyor: Tek bir organda ortaya çıkan epitel kökenli tümörlerin klinik alt tipleri farklılık gösterir. Bu farklılıkların pek çoğunun spesifik genetik ve epigenetik değişimden kaynaklandığı düşünülse de, her bir tümör alt tipinin oluşumuna yol açan orijinal hücrenin rolü bugüne dek tam olarak bilinmiyordu. Tan İnce, Robert Weinberg ve meslektaşları, farklı meme epitel kökenli hücrelerin, farklı özelliklerde tümörlerin oluşumuna zemin hazırladığını ortaya çıkarttı. İnsan meme epitel kökenli hücreleri (HMEC) geleneksel olarak MEGM kültür* ortamı içeren laboratuvar tüpü içinde çoğalır. Dönüştürülmüş HMEC'ler farelere nakledildiği zaman nadir görülen bir insan kanser alt tipine benzer tümörler oluşturur. İnce, Weinberg ve meslektaşları alternatif kültür koşullarında, dönüştürülmüş farklı hücre tiplerinin farklı tümör tipleri üretebileceğini yaptıkları deneylerle ortaya koydular. İnce, Weinberg ve ekibi önce yeni bir kültür ortamı oluşturdu. Buna WIT adını verdiler. Daha sonra meme küçültme ameliyatlarından elde ettikleri normal insan meme dokusu hücrelerinin bir kısmını WIT, diğer kısmını MEGM kültürü içinde geliştirdiler. Bu iki farklı koşullarda iki farklı hücre popülasyonu oluştu. Bu iki gen popülasyonunun gen ifadesi profili incelendiğinde bunların çok farklı farklılaşma durumlarına sahip olduğu anlaşıldı. Bu iki farklı hücre popülasyonunun kökeni aynı donör olduğu için araştırmacılar, bu iki hücre tipi arasındaki farkın, bunlardan oluşacak tümörlerin fenotipini de etkileyip etkilemeyeceğini araştırmaya karar verdiler. Bu çalışmanın sonucunda benzer dönüşüm koşullarının gen ifadesinde farklılık yarattığını ve bu ifade farklılıklarının da kaynak hücrenin yapısına bağlı olduğunu ortaya çıkarttılar. Sonuçta İnce, Weinberg ve meslektaşları, tüp içindeki orijinal hücrenin, farelerde tümör fenotipinin belirlenmesinde önemli bir rol oynadığını göstermiş oldular. Ancak çeşitli insan meme kanseri alt tipleri arasındaki gözlenebilir farklılığın, orijinal hücreden kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunda ileri çalışmaların yapılması gerekiyor. *Meme Epitelyal Hücre Ortamı'na (Mammary Epithelial Cell Medium) şu ilaveler yapıldı: insulin (5 µg/ml), hydrocortisone (0.5 µg/ml), Epidermal Growth Factor (EGF, 5ng/ml) and Bovine Pituitary Extract (70 µg/ml) Tutankamon, savaşta aldığı yara yüzünden ölmüş İngiliz arkeolog Howard Carter Ekim 1922'de Krallar vadisinde kilitli bir kapıya rastladığında bir firavunun bozulmamış ilk mezarını bulduğundan emindi. Mezarın içindeki altınlar, lahit, krallıkla ilgili işaretler, iki kız bebek mumyası vb. buluntular ilk kez eski Mısır tanrılarının yaşamı ve ölümü hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Tutankamon’un hazinesi bu yüzden yirminci yüzyılın en büyük arkeolojik keşfi olarak kabul edilir. Mısır Eski Eserler Dairesi şimdi Tutankamonun mumyasını sergilemeye karar verdi. Müzeyi gezenler, havalandırmalı bir pleksiglas vitrin içinde kralın kafasını ve mumya sanatını yakından inceleme şansına erişecekler. Farklı bilim dallarında çalışan araştırmacılar mumyayı iki yıl boyu yeniden incelediler. Buna göre yaklaşık olarak on yıllık bir hükümdarlık döneminden sonra İ.Ö.1323 yılında henüz 19 yaşındayken yaşamını yitiren firavun, daha önceleri sanıldığı gibi cinayet kurbanı değil. 1968 yılındaki inceleme sırasında kafasının arkasında fark edilen minik kemik parçaları, mumyalama sırasında oluşmuş. Aynı şey sırt omuriliğindeki deformasyon için de geçerli. Yeni bulgulara göre Tutankamon savaşta aldığı kılıç darbesi yüzünden ölmüş. Kılıç darbesi üst baldır kemiğini kırmış, yara iltihaplanınca da iyileşememiş diyen uzmanlar, yaranın mumyalama sırasında kapatıldığını söylüyorlar. CBT1077/15 9 Kasım 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle