19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 25 HAZİRAN 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] ODAK NOKTASI AHMET CEMAL İlhan Selçuk ve ‘Aydınlanma Kültürü’... “Teşekkür ederim Ahmet Cemal, ben Türkiye gibiyim! Ya sen nasılsın?” Yirmi yılı aşan Cumhuriyet yazarlığımın özellikle son on yılında, kimi sabahlar evinden aradığımda ve: “Nasılsınız İlhan Bey?” diye sorduğumda, İlhan Selçuk’un verdiği yanıt neredeyse hep aynıydı: “Teşekkür ederim Ahmet Cemal, ben Türkiye gibiyim! Ya sen nasılsın?” Bu yanıttan bir espri havası hiç eksik olmadı. Aynı yanıtın ne kadar ağırlıklı ve kendine özgü bir kültür içeriğini de taşıdığını ise, ancak yılların akışı içersinde kavrayabilecektim. Çünkü bu kısacık ‘Türkiye gibiyim’ söylemi, aslında başlı başına bir kültür durumunun dışavurumuydu. Türkiye’yi, ülkesini kendisiyle özdeş kılan, ama bu özdeşleştirmeden yaşamının tek anında bile o ülkenin olumsuz koşullarına herhangi bir boyun eğişi anlamayan, tam tersine, ülkesini sürekli bir olan-olması gereken ekseninde kavrayan ve bu eksende ‘olması-gereken’in gittikçe ağır basması hedefine bütün bir ömrü adamaktan çekinmemiş bir bilge insanın söylemi. Ergenekon soruşturmasında İlhan Selçuk için ‘yurtdışına çıkma yasağı’ konulduğunu duyduğumda, kendimi tutamayarak acı acı gülmüştüm. Böyle bir yasak koymak yerine, ona bu ülkenin bütün çıkış kapılarını görülmemiş kolaylıklarla açsalardı bile, ne değişirdi ki? Hep ‘Türkiye gibi’ olan İlhan Selçuk, o Türkiye’yi ne zaman bırakıp bir yere gitmişti ki? Üstelik gitseydi, gittiği yerde kalsaydı bile, o hep ‘Türkiye gibi’ ve ‘Türkiye olarak’ kalacaktı. Çünkü o, kendini son nefesine kadar 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in başlattığı Anadolu İhtilali’nin ve o ihtilali izleyen, ne yazık ki çok kısa ömürlü olan ‘Türk Aydınlanması’nın emanete en sadık mirasçılarından biri saydı. Çeşitli sohbetlerde, söz gelip ülkenin içinde bulunduğu olumsuz koşullara dayandığında ve ortaya: “Bu koşulları düzeltmek için nereden başlamak gerekir” sorusu atıldığında, yanıtı genellikle hep aynıydı; kısa ve çok net bir yanıt: “Bu durumda sanırım 1923’ten başlamak gerekiyor!” İlhan Selçuk, ayakları her zaman yere basan, köklerini ütopyaların çekiciliğine değil fakat gerçeklerin toprağına uzatan, bütünüyle Türkiye’ye özgü bir kültürün savaşçısı, savunucusu ve önemli ölçüde de yaratıcısıydı. Rönesans’ı, Aydınlanma’yı, Fransız İhtilali’nin etkilerini ve sanayileşmeyi yaşamamış bir iklimde gerçek anlamda çağdaşlaşmanın, modernleşmenin nasıl olabileceği ile ilgili sorulara verdiği kimi yanıtlar, İlhan Selçuk’un çoğu kez Jakobenlikle, bağnaz Kemalistlikle suçlanmasına yol açtı. Çoğu zaman siyasi inançlardan değil, fakat ne yazık ki döneklikleri perdeleme, satılmışlıklara kılıf bulma amacıyla bu suçlamaları yöneltenlerin kendi çözüm önerilerinin Türkiye Cumhuriyeti’ni sonunda nerelere getirdiğini tarih şimdiden yazmaya başladı bile. Ama şu da bir gerçek ki, yalnızca okuma-yazma bilmek, yazılmış ve yazılmakta olan tarihi okumaya çoğu zaman yetmiyor! İlhan Selçuk, kendi de bir ‘Türkiye’ olarak, Aydınlanma’nın tarihini yarım yüzyıl boyunca Pencere’sinde yazdı. Orası, İlhan Selçuk’un ölümüyle değil, ancak geride kalanların günün birinde orada yazılmışları tamamen unutmalarıyla kapanabilecek bir Pencere’dir, çünkü ‘Aydınlanma Kültürü’nün ta kendisidir! [email protected] P aris’in Seine Nehri’ne paralel cad- delerinde, seyirciyi kõsa bir turistik geziye çõkaran görüntülerle başla- yan “Paris’ten Sevgilerle”, ABD elçiliğin- de büyükelçinin (Richard Durden) asista- nõ (ve satrançta rakibi) olarak çalõşmasõnõn yanõ sõra, CIA’nõn kimi ayak işlerini gören ve sõkõ bir ajan olmayõ amaçlayan, seksi Fransõz sevgilisiyle de (Kasia Smutniak) gününü gün eden, James Reece (Jonathan Rhys Meyers) adõndaki genç bir memurun 32 kõsõm tekmili birden aktarõlmõş polisiye maceralarõnõ, bildik aksiyon klişeleriyle perdeye taşõyan bir gişe filmi. Su içercesine adam öldürülen, kurşunla- rõn havada uçuştuğu, akla ziyan vuruşma sahnelerinden (ve ayrõca altõpatlarõndan ro- ketatarõna dek iğrenç bir silah fetişizmin- den) geçilmeyen, yer yer gõrgõr şamatayla karõşõk, mizahi bir dille anlatõlmõş, bayat bir gerilim öğesi ve bol heyecanla soslandõrõl- mõş bu yeni ajan filmi, görür görmez unutu- luveren, yaza özgü bir eğlencelik. Paris’e gelen Amerikalõ kadõn politikacõya ve ABD büyükelçisine yönelik olasõ bir Arap terö- rist saldõrõsõnõ önlemek için görevlendiril- miş, feleğin çemberinden geçmiş, attõğõnõ vuran, silahõyla evli, maço CIA ajanõ Char- lie Wax’a (John Travolta) çõraklõk eden, casus müsvettesi James’in serüvenleri, bir Çin restoranõndaki kokain muhabbetiyle başlayõp Asyalõ göçmenlerin Charlie Wax dayağõndan geçirilmesi ve dehşetengiz pat- lamalar-vuruşmalar eşliğinde, müthiş araba takipleriyle, Paris çatõlarõndaki Polanskiva- ri kovalamacalarla sürüyor. Çizgiroman kõvamõnda seyrederek sonuç- ta suikastõn önlendiği “Paris’ten Sevgiler- le”, “Cehennem Silahı”ndan “Scarface” dek uzatõlacak, çeşitli eski filmlerden etki- lenmeler ve yoğun Tarantino tarzõ özenti- si içeriyor, ajan 007 James Bond filmleriyle de dalgasõnõ geçerek. Baştan sona demode bir heyecan-gerilim öğesiyle cilalanmõş, adõyla da 48 yõl önceki ünlü Bond filmine selam sarkõtan “From Paris with Love”, yaz mevsimi için tezgâhlanõp ambalajlan- mõş besbelli. Sözüm ona dazlak ve delifi- şek, kokacõ, yaman bir süper ajan kompo- zisyonu çizen, deneyimli John Travolta’yla da desteklenmiş bu en son Luc Besson pro- jesi, beylik deyişle “adrenalin pompalı- yor” 1.5 saatliğine. Yõllar önce “Subway”(1985), “Le Grand Bleu”(1988), “La Femme Niki- ta”(1990), “Beşinci Element”(1998) gibi ses getiren filmleriyle ünlenen, en son “Angel-A”da (2005) bõraktõğõmõz, 30 yõlõ aşkõn anlõ şanlõ bir kariyere sahip, Fransõz- larõn en Amerikalõ sinemacõsõ Luc Besson nicedir senaristliğinden-yönetmenliğinden çok yapõmcõlõğõyla anõlõyor artõk. 2000’li yõllarda “Taxi”, “The Transpor- ter-Taşıyıcı” serisi gibi, eğlencelik aksi- yon-macera yapõtlarõyla kübünü doldurma- ya bakan Luc Besson’un yine fikir babalõğõnõ üstlenip iki yõl önce verimli bir işbirliğine giriştiği “Taken-96 Saat”le yönetmenliğe başlattõğõ eski kameramanõ Pierre Morel’in imzasõnõ taşõyan, çeşitli bayat sürprizlere gebe “Paris’ten Sevgilerle”, aksiyon meraklõsõnõ hoşnut bõrakabilir yine de. Biryazseyirliği ‘ P A R İ S ’ T E N S E V G İ L E R L E ’ , Q U E N T I N T A R A N T I N O Ö Z E N T İ S İ B İ R A K S İ Y O N - M A C E R A Kültür Servisi - Festival buluşmalarõnõn ikincisinde, klasik müzik dünyasõnõn ilk kez bir araya gelen genç yõldõzlarõ Chopin’den Schubert’e bir mü- zik maratonu yaşatacak. Bugün saat 20.00’de Aya İrini Müzesi’nde ger- çekleşecek buluşmada, Brahms yarõşmasõnda keman ve viyola dalõnda kazandõğõ ödüllerle mü- zik otoritelerini şaşõrtan Atilla Aldemir, Daniel Barenboim’in kurduğu Doğu-Batõ Divanõ Or- kestrasõ’nõn tek Türk mü- zisyeni olan viyola sa- natçõsõ Orhan Çelebi, yaratõcõlõğõ ve özgünlü- ğüyle dünya sahnelerinin yeni yõldõzlarõ arasõnda sayõlan piyanist Polina Leschenko, Rostropo- vitch’in hamiliğini yap- tõğõ viyolonsel sanatçõsõ Xavier Phillips ve Ber- lin Filarmoni Orkestrasõ’nda sürekli çalan tek Türk unvanõnõ alan kontrbasçõ Fora Baltacıgil aynõ sahnede yer alacak. Ayrõca, konser önce- sinde, saat 18.45 ile 19.30 arasõ Aya İrini Müzesi İç Avlu’da Yeşim Gürer Oymak moderatörlü- ğünde Atilla Aldemir, Orhan Çelebi ve Fora Bal- tacõgil ile “Genç Sanatçılar ve Müzikte Kari- yer” konulu bir söyleşi yapõlacak. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ’NDE BUGÜN Genç yõldõzlarla keyifli bir maratonSİBEL ÇORBACIOĞLU M odern dansõn öncü koreografla- rõndan Pina Bausch, 1978 yõ- lõnda “Kontakthof” isimli dans projesini sahnelediğinde, kafasõnda bir so- ru belirdi: “Dansçılarım 60’lı yaşlarına gel- diklerinde bu yapıtı nasıl sahnelerdi?” Dansçõlarõnõn bu yaşa gelmesini bekleme şansõ olmayan Bausch, 2000 yõlõnda, 65 yaş- larõndaki amatör dansçõlarla yapõtõnõ yeni- den sahneledi. Ama bu da usta koreografa yetmedi. Şimdi de sõra gençlerin “Kon- takthof”una gelmişti. 1974’ten beri Pina Bausch’u ve sanatõnõ izleyen gazeteci ve belgesel yapõmcõsõ An- ne Linse, “‘Kontakthof’u 1978’de ilk iz- lediğimde hayran kalmıştım” diyor. Lin- se, projenin gençlerle yeniden sahnelene- ceğini duyduğunda çok heyecanlanmõş ve bu projenin belgeselini çekmeyi karar ver- miş. Bausch, projede yer alan gençleri ko- rumak adõna, hiçbir medya kuruluşunun öne- risine onay vermezken, Linse’yle yõllar içinde kurduklarõ güven ilişkisi sayesinde sa- dece onun bu projenin hayata geçişini izle- mesine izin vermiş. Linse’nin sinema için çektiği ilk belgesel filmi olan “Dans Rüyaları – Gençler Pi- na Bausch’un Kontakthof’unu Sahneli- yor”, “Kontakthof”un 1978’de başlayan serüveninin son halkasõnõ beyazperdeye taşõyor. 14-18 yaşlarõndaki amatör dans- çõlarõn “Kontakthof”unun perde arka- sõnõn anlatõldõğõ filmde, “Benim sana- tım dans, kelimeler değil” diyerek rö- portaj vermekten kaçõnan Pina Ba- usch’un son röportajõ da yer alõyor. 30 Haziran 2009’da hayata veda etmeden 10 gün önce filmin son halini görme şansõ olan Bausch’un filmi çok be- ğendiğini söyleyen Linse, son röportajõn filmde yer almasõnõn kendisi için çok önemli olduğunu belirtiyor. 1 yõl süren hazõrlõk sürecinin 9 ayõnõ fil- me aldõklarõnõ söyleyen Linse, bu süreç için- de gençlerin sosyal ve profesyonel anlam- da ne kadar olgunlaştõğõnõn, kendilerine olan güvenlerinin ne kadar arttõğõnõn, film- de kolayca görülebileceğini söylüyor. “Pi- na Bausch’un özelliği, sahnede kendini- zi, size ait deneyimleri görebilmenizdir” diyen Linse, bu projede de çocukluk anõla- rõmõzõ sahnede göreceğimizi sözlerine ek- liyor. “Dans Rüyaları – Gençler Pina Ba- usch’un Kontakthof’unu Sahneliyor” belgesel filminin gösterimi, bugün saat 19.00’da Goethe Enstitüsü’nde ücretsiz ola- rak gerçekleştirilecek. Define avcılarının öyküsü Kültür Servisi – Yönetmenliğini Seyfettin Tokmak ve Kenan Kavut’un yaptõğõ “Hayal Çetesi” isimli belgesel bugün saat 20.00’de ve 27 Haziran Pazar günü 16.00’da Documentarist kapsamõnda gösterilecek. Küre Dağlarõ’nõn yamacõnda bir dağ köyünde yaşayan define avcõlarõnõn dağlarda çõktõklarõ dokunaklõ ve bir o kadar da komik yolculuğun anlatõldõğõ belgeselin çekimleri 2009 sonbahar aylarõnda tamamlandõ. PinaBausch’ungençlerle‘Kontakthof’projesininbelgeseliGoetheEnstitüsü’nde Orhan Kemal İspanyolcada Kültür Servisi - Gerçekçi- toplumcu Türkiye edebiyatõnõn usta kalemi Orhan Kemal’in 1952 tarihli “Cemile” romanõ İspanya’da yayõmlandõ. Kültür ve Turizm Bakanlõğõ’nõn Teda Projesi kapsamõnda Takusan Ediciones tarafõndan “Lejos de Estambul” adõyla ve Orhan Pamuk’un önsözüyle yayõmlanan kitabõn İspanyolcasõ Karen Eskenazi’ye ait. Dokuma fabrikasõnda çalõşan Cemile ile onunla evlenmek isteyen fabrika kâtibinin hikâyesini anlatan roman, fabrika hayatõnõ, işçilerin zor yaşam koşullarõnõ gerçekçi bir şekilde yansõtmasõyla üne kavuştu. Orhan Kemal’in 2000 yõlõndan bu yana yirmi üç yapõtõ yurtdõşõnda yayõmlandõ. ‘Geleceğin Sineması’ sonuçlandı Kültür Servisi - TC Kültür ve Turizm Bakanlõğõ Telif Haklarõ ve Sinema Genel Müdürlüğü ve TÜRSAK Vakfõ işbirliğiyle bu yõl yedincisi düzenlenen “Geleceğin Sinemasõ” yarõşmasõ sonuçlandõ. Marmara Üniversitesi’nden Reha Refik Taşçõ’nõn “Toros Canavarõ”yla birinci seçildiği yarõşmada, Kültür Üniversitesi’nden Bilgi Diren Güneş “Eyvah Babam Emekli Oldu” filmiyle ikinciliği kazanõrken Marmara Üniversitesi’nden Hümeyra Erdin “Aile Birliği” adlõ filmiyle üçüncü oldu. Sunuculuğunu Cansu Dere’nin yaptõğõ, Fransõz Kültür Merkezi’ndeki törende finale kalan 20 öğrenci 2500’er TL ödülün sahibi oldu. Mustafa Şerif Onaran’la şiir etkinliği Kültür Servisi - Milli Kütüphane Şiir Günleri’nde bugün saat 16.00’da “Nâzõm Hikmet’ten İnsan Manzaralarõ” üzerine bir söyleşi sunuluyor. Milli Kütüphane başkanlõğõ ile TURSAB’õn (Turizm ve Seyahat Acentalarõ Birliği) desteklediği söyleşiyi Mustafa Şerif Onaran anlatõyor, şiirleri Rüştü Asyalõ yorumluyor. Söyleşi, halkõn katõlõmõna açõk. PolinaLeschenko
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle