25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
POLITIK BILIM Aykut Göker http:/www.inovasyon.org;hagoker@ttmaıl.com OECD'nin 'Biyoekonomi Raporu'na göz atmayı bu hafta da sür- dürüyoruz. Bu arada ülkemizle ilgili sorumuzu da anımsayalım... "2030'a Doğru Biyoekonomi"(2) Geçen haftakiyazımı, "Türkiye, kendigeleceğiaçısından, biyotek- nolojinin ekonomiye katkısı konusunda ne düşünüyor" anlamında bir soruyla bitirmiştim. Gerçekten de, çağımız biyoteknolojisinde gözlenen gelişmelerin bizim ekonomimize de önemli katkılarının olabileceğini dü- şünüyor muyuz? Daha açık bir deyişle, Türkiye'nin biyoteknolojiyi ge- liştirmeye yönelik bilimsel araştırmalardaki payını artırmayı; biyotek- nolojide kendi ARGE gücümüze dayanarak yeni ürünler, yeni üretim yön- temleri geliştirmeyi; geliştirdiğimiz ürünleri yurtiçinde üretmeyi ve bu üretimimizi de giderek artırmayı öngörüyor muyuz? Öngörümüz buysa, biyoteknolojiden yeterince yararlanabilmek için, bu teknolojinin geniş uygulama alanları bulabileceği sanayi, tarım ve sağlık sektörlerini he- def alarak geliştirdiğimiz bir bilim, teknoloji ve yenilik politikamız var mı? Böyle bir politikamız varsa, örneğin, kamuoyunda bu teknoloji konusunda var olan tedirginliği de gidererek bu alanda yol alabilmek için devletin üstleneceği görev ne olacaktır? Bu bağlamda üniversitelerimizden ta- lebimiz, beklentimiz nedir? Ülkemizin bilim ve teknolojide izlediği politikalardan sorumlu mer- cilerin bu sorulara yanıtı şu olabilir: "Biz, katma değeryaratmakya da toplumsal bir fayda sağlamak amacıyla hücre, doku, organ ve orga- nizmalara müdâhale edilmesine, organizmalarda genetik yapı deği- şikliğine gidilmesine, örneğin Rekombinant DNA teknolojisinden ya- rarlanılmasına karşıyız."Yanıt buysa, 'bu yanıtı verenlerin herhâlde hak- lı nedenleri vardır ve muhakkak, bu nedenlerin bilimsel açıklamaları- na da sahiptirler', diye düşiinmek gerekir. Ama, bu yanıtlarında gerçekten haklıysalar, o zaman aynı mercilerden, genetiği değiştirilmiş organiz- ma (GDO) ve ürünlerinin ithalinin de yasaklanmasını sağlamalarını bek- lemez misiniz? Oysa, CBT okuyucularının yakından bildikleri Biyogüvenlik Yasası'nın 3'üncü maddesinde açıkça belirtildiği üzere, "GDOveya ürünlerinin it- hâlât, ihrâcâtı, deneyselamaçlıserbestbırakılması, piyasaya sürülmesi ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımı- na bilimsel esaslara göre yapılacak risk değerlendirmesine göre karar [dolayısıyla da /z/n/"verilebiliyor. Demek ki, çağımız biyoteknolojisini reddeden bir tutum söz konusu değil. 0 zaman, '3'üncü maddede sa- yılan fiiller arasında 'üretme' fiili niçin yok' diye sormaz mısınız? Ama merak etmeyin; bu fiil, GDO ve ürünleriyle ilgili olarak yasaklanan fiil- lerin sayıldığı 5'inci maddede var. Bu maddeye göre "genetiği değiş- tirilmiş bitki ve hayvanların [Tûrkiye'de] üretimi" yasaktır! CBT okuyucuları aynı yasanın ülkemizde yürütülen biyoteknoloji araş- tırmaları açısından yaratabileceği sıkıntıları da biliyorlar. Eğer bizim bi- yoteknolojideki politikamız, ARGE ve yurtiçinde üretime köstek, ithâlâta 'usûlüne uygun olarak' destekse Türkiye'nin vay hâline... Niçin mi? "2030'a doğru Biyoekonomi" raporunda, hatırlayacaksınız, "yeni birpolitika ya da büyük bir atılım söz konusu olmasa bile, 2030'a gelindiğinde, OECD ülkelerinde biyoteknolojinin GSYlH'ya olan katkısının %2,7'ye varabi- /ece#/"tahmininin yer aldığına işaret etmiştim. Tabiî, bu oran bir orta- lama... Aslında, Avrupa Birliği'nin 2004 ortalaması bile bunun çok üze- rinde: %5,6... Aynı oran ABD'deyse %5,8... Rapor'da, bu oranların bü- yüklüğü konusunda bir karşılaştırma yapılabilmesi için, 2004'te, ABD'de, enformasyon ve komünikasyon teknolojilerine dayalı sektörlerin GSYlH'daki payının %7,4 olduğuna dikkat çekiliyor. Rapor'da, sâdece Avrupa Birliği ve ABD'de değil, gelişmekte olan ülkelerde de bu katkı oranının %2,7'nin üzerinde olacağı belirtiliyor. Bunun nedeniyse açık: Özellikle, ekonomileri hızla büyüyen büyük nüfuslu ül- keler, enerji ve daha iyi beslenme talebini karşılayabilmek için biyo- teknolojiden mutlaka yararlanmak zorundalar (unutmayalım, Brezilya, Çin ve Hindistan OECD'ye üye değiller; dolayısıyla OECD için verilen or- talamaya bu ülkeler dâhil değil). Ve hiç şüpheniz olmasın, gelişmişi gi- bi gelişmekte olanı da, bu yararı, biyoteknoloji alanında kendi ARGE ve üretim faaliyetlerine dayalı olarak artırabilmenin peşinde; başkalarının GDO ürünlerinin deneme alanı ve pazarı olmanın değil... P S I K O L O J I Anorexia ve açlığa bağımlılık: Yeni bulgular Istatistiklerin güvenli olduğu Amerika'da heryüz genç kadın ve kızdan en az bir tanesinin anorexia veya bulimia nervosa tanısı aldığı, bunlardan en az yarısının tedaviye cevap vermediği, mortalitenin ise beşte bire yakın olduğu bildirilmekte. 8u dramatik rakamların aşağı çekilmesi için çok yoğun ve ciddi araştırmalar yapiliyor. Doç. Dr. Ece Orhon, eceorhon34@hotmail.com Y akın :amana kadar uygun kişilik yapısı zemininde erken travnıalar, aile içi ilişkiler ve son zamanlarda medya etkisi sonınılu tuıulmustur. Yeni görüşler ise yeme bo- zukluklarınm altında hor- monal, generik ve özel- likle nürobiyolojik bozuk- lukların da olabileceği, bunların belirlenmesi ile hasralıkla haşetmenin d.a- ha başarılı olabileceği şek- lindedir. Yeme bozukluklarınm tcdavisi ile uğraşanlar, uzun :amandır hascalarmın ilgi çekici ve çok özel bir davranış biçiminin farkında idiler: Bu hasta- lar çok uzun siire aç kaldıklannda daha uyanık, enerjik, hatta kendilerine özgü biçimde mutlu gö- rünüyorlar, daha sonra bu özelliklerine yönelik far- kmdalık ve sonuçta kendi kontrollerinde uzatıl- mış, derinleştirilmiş, yoğunlaştınlmış, programlı ve bilinçli "açlık" epizodlan geliştiriyorlardı. Fark edilen önemli bir diğer özellik de, bu ki- şilerin maddi veya manevi, hemen her tür ödül ve- ya kayıplara karşı tamamen kayıtsız olmaları idi. Opioid eckisini andıran bu durum, deneysel ola- rak ilk kez 1988'de morfin enjekte edilen farelerde gözlemlenmiştir. 2OO7'de bir grup nörobilimci farclerin beyin- lerindeki nucleus accumbens'lerinin içine ecstasy enjekte ettiklerinde, hayvanların tipik anorexia davranışı sergilediklerini gözlemledi. Enjeksiyon sonrası fareler daha canlı ve hatta keyifli idiler. Fakar hi^r yemek yemiyor, uzun süreli açlık son- rasında bile gıda aramıyorlardı. Uzun çalışmalar sonucu insan beyninin nuc- leus accumbens'inde oluşan CART (Cocain-and Amphetamine-Regulated Transcript) yapısında- ki bir tür opioid'in etkisi ile yemek iştahmm ta- mamen orradan kalktığı, açlığm bir ödül olarak al- gılandığı, hatta uzun vadede kişinin açlık sonu- cunda oluşan CART'a bağımlı olnıası veya aç- lıktan başka hiçbir şeyin zevk vermediği bir tür madde bağımlılığınm (Addiction to Starvation Teorisi) gelişebileceği öne sürüldü. İKİ ÇALIŞMA Bu alanda yapılmıj bahse değer iki çalışma var: Normal kadınlar kendilerine verilen portakalh, şekerli suları keyif ve iştahla içerken, beyinlerinin İnsula bölgesi de aktive olmakta idi. Anorexic'ler ise hiç zevk almadıkları gibi İnsula'ları da tepki- sizdi. Diğer araştırmada ise, kumar makinesinde kazanan ve kaybeden normal kadınlar sevinç veya üzüntü sergilerken, beyinlerinin Antcrior Vcntral Striatum bölgesi aktive oluyordu. Anorexic'lerde ise her- hangi bir duygusal tepki ve Anrerior Ventral Striatum aktivitesi yoktu, fakar Dorsal Striatum bölgelcri normal- lere göre daha aktifti. Nörobilimcilere göre, Dorsal Striatum'da yeme bo- zukluklarında en baskın öze- lik olan "anksiyetc ile iç içe geçmiş kontrol vc mükcm- meliyetçilik" temsil edil- mektedir. Bu özellikleri tayin ettiği düşünülen genetik yapı veya yatkınlığı or- taya çıkartmak için 2002 yılından beri çalışılıyur ve sorumlu kromozomun bulunduğu iddia ediliyor. Günümüzde üzerinde anlaşılan görüş şudur: Embriyonik dönemde var olan bir 'yeme bozuk- luğu geni', doğumdan itibaren uygun kişilik özel- liklerinin gelişimini sağlamakta, sonraki yıllarda da menstruasyon, östrojen baskısı, uzun süreli di- yet denemelerinin yanı sıra, aşırı egzersiz veya he- nüz bilemcdiğimiz diğer içsel veya medya v.s. gi- bi sosyal veya çevresel etkenler ve nihayet "CART ile BiyolojikTanışma", hastalığı tetiklemektedir. Hastahğın biyogenetik temelinde açlığa bağ- lı opioid türü bir maddenin bulunmuş olması, şüp- hesiz tedaviyi kolaylaştıracaktır. Bu amaçla mad- de bağımlılığı tedavisinde kullanılagelcn Naltrexon HCL yüksek dozda bir antideprcsan -Serotonin Geri alım inhibitör'ü- ile birlikte deneniyor ve özel- likle bulimia ile birlikte seyreden anorcxia vaka- larında yararlı olduğu rapor ediliyor. Biyolojik remelleri tamamen belirlenmiş de ol- sa, bu hastaların olağanüstü bir güç ile baskılamaya çalıştıkları ağır anksiyeteli depresyonları ve pa- tolojik beden imajı takmtısı ile ilgili herşeyi her yerde her zaman kontrol gayretleri, ciddi farma- koterapilerin yanısıra, (,»k uzun süreli, hatta ya- jam boyu psikodinamik temelli, destekleyici ve bi- lişsel- davranışçı tedavileri gerektirmektedir. Kaynaklan 1- Morphin induces delayed anorexia in rats: M.Lcshcm, et al. Psychopharmacology Vol: 94, 1988 2- Addiction and eatinK disorders, C.Davis, Psychiacric Times,Feb 1,2001 . 3- Addicted to starvation: Neurological roots to anore- xia: Trisha Gura .Scientific American MIND, Junc- July 2008 4- Anorı;xia linked to mystery ıııoleculı;: S: Bhattacharya et al. NevvScientisı March 2003. 5- Pharmacological treatment of bulimia nervosa, W.H.Kayc et al. Psychiatric Times, May 2008.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle