25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 MAYIS 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Okul Duvarlarına Haritalar... Çocukken haritalara bayılırdım... Renk renk haritalar... Haritaları bıkmadan seyreder, düşlere dalardım, dağların kahverengileri, vadilerin yeşilleri, göllerin ve denizlerin mavileri gözümü alırdı. Bütün bu haritaların arasında önemli bir eksik bulunduğunu şimdi düşünüyorum. Nedir o?.. Etnik harita!.. Osmanlı coğrafyasının etnik haritasını yapmak kim bilir ne zordu!.. Dağları, ovaları, gölleri çizmek kolaydır da bir tek İstanbul kentinde bile etnik renkler, birbirinden nasıl ayrılabilirdi?.. Balkanlar’dan Anadolu’ya, köylerde, kasabalarda, mahallelerde kapı komşu yaşayan insanların dinsel ve etnik renkleri, modern ve soyut bir resim gibi göz alabilirdi. Kıbrıs’ta Rumlarla Türkler iç içe yaşayıp aynı çarşılarda alışveriş etmiyorlar mıydı?.. Geçmişte kaldı o harita!.. Anadolu’da Rum, Ermeni, Türk bir arada yaşayamadı; Azerbaycan’da Ermeni ile Azeri arasında toprak kavgası var; Bosna’da Sırp, Hırvat, Boşnak kanlı bir kavganın kargaşasından daha kurtulamadılar; Güneydoğu’da Türk ile Kürt birbirini boğazlasın diye çırpınanlar var; Kıbrıs’ta kan davası sürüyor. Bütün bu etnik kavgaların ya ayrı ayrı nedenleri sayılıp dökülebilir, ya da tümünün nedenini aydınlatan bir bilimsel gerekçe bulunur. Yaşanan olaylara bilimsel serinkanlılığın süzgecinden bakamayanlar, akan kanların suçlusu olarak şu ya da bu halkı, etnik grubu, ulusu hedef alırlar. Sırp mı? Yunanlı mı? Türk mü? Hırvat mı? Ermeni mi? Rum mu? Arap mı veya bir başkası mı? Kim suçlu? Zalim? Kan dökücü? Bir kördövüşü başlar, tozdan dumandan göz gözü görmez. Peki, bu işlerin içinde yalnız bölgede yaşayan halklar mı var?.. Yok canım... İşin püf noktasını anlamak için, haritaları çoğaltmak gerek. Siyasal harita, doğal harita, yetmez; etnik harita, yeraltı kaynakları haritası da yetmez; Ortadoğu’daki en önemli harita nedir?.. Üs haritası!.. Evet, Ortadoğu’da süper güçlerin üsleri öteye beriye küçük noktalar gibi serpilmişler... Neden?.. Bir varil ham petrolün fiyatını serbest piyasa dışına da saptamak gücünü korumak için... Siz ‘Yeni Dünya Düzeni’nde ‘serbest pazar’ yalanına aldanmayın!.. Dünya ekonomisinin fiyatları, üretim sürecinin girdileriyle bağıntılıdır. Üretimin temel girdisi, enerji fiyatıdır. ABD bu fiyatı tekelci egemenlerin buyruklarıyla saptamak için Kâbe’de nöbet tutuyor. Kıbrıs’ın da bu coğrafyadaki önemi, stratejik, niteliğindedir. Kıbrıs’ın Batı’ya maliyeti petrolün proforma faturasına yazılıdır. Ne var ki olayın bu yanını saklayıp gizleyen emperyalistlerin medyası güçlü... Haritaya benek bepek serpilmiş etnik toplulukların gözü kara bağnazları, kendilerine özgü kan davalarını yürütürlerken, yukarı katmanlarda oynanan oyunun kurallarından habersiz ölüme giderler. Evet, okullarda sınıfların duvarlarına yalnız siyasal ve doğal harita asmak yanlış... Etnik coğrafyayı belirten haritalar yapmalı, yeraltı ve denizaltı kaynaklarını gösteren haritalar gereklidir, petrol haritasıyla askeri üsleri saptayan haritaların da saymakla bitmez yararları var. Adına ‘emperyalizm’ denen kavramı tanımadan, söylenecek her şey boşlukta kalır. (18 Ağustos 1996 tarihli yazısı) H er ikisi de önemli- dir ama bana so- rarsanõz sorular cevaplardan daha önemlidir. Neden derseniz sorular bilinmeyenleri açõğa çõkarõr, cevaplar ise soruya re- aksiyon olarak gelişir. Yani sorular birincil, cevaplar ikin- cildir. Sorular yeni ufuklar açar, cevaplar bu yolda yü- rümeyi sağlar. Yaratõcõ olan, bilinmeyeni gündeme getiren, yön verilecek konuyu seçen, soru, buna zincirleme reak- siyon oluşturan, cevaptõr. Ye- ni bir düşüncenin ortaya kon- masõ sorularla olur. Sorular kimi zaman cevaplarõn da izlerini içinde taşõr. Soru so- rulduktan sonraki süreçte ce- vaplar nasõl olsa bulunur. Yeter ki soru önemsensin, ce- vap üzerinde yeteri kadar ça- lõşõlsõn, araştõrõlsõn. Tabii ce- vaplama sürecinde yeni so- rular belirir, bunlara da cevap verilmeye çalõşõlõr, süreç bu şekilde sürer gider. Bilimde ya da sanatta ol- sun, yenilikler hep sorularla olmuştur. Bazen çok zaman alsa da er ya da geç cevapla- ra ulaşõlõr. Burada akõllara ba- zõ matematikçiler tarafõndan ortaya atõlan, ama hâlâ çö- zülememiş sorular geliyorsa da bunlar sorularõn cevap- lardan daha az önemli oldu- ğunu göstermez. Belki o so- rularõn cevabõ yok, ya da ce- vap bulma sürecinde uygun sorular sorulmamõş olabilir. Newton, elmanõn ağaçtan nasõl düştüğünü sorgulama- saydõ yer çekimi yasasõna ulaşmasõ mümkün olur muy- du? Galileo Galilei 17. yüz- yõlda evrenin merkezini me- rak etmeseydi, dünyanõn gü- neşin etrafõnda döndüğünü is- patlayabilir miydi? Ya da daha geçen yüzyõlda Einste- in, õşõk hõzõna ulaşõrsak ne olur diye sormasaydõ göre- celik kuramlarõnõ ortaya ko- yabilir miydi? Picasso, resmin fotoğraftan nasõl farklõ olabileceğini dü- şünmeseydi resim sanatõnda bir çõğõr açabilir miydi? Aslõnda cevaplar, biz onlarõ bilmeden önce de var. Evre- nin yasalarõ, doğanõn işleyiş kurallarõ, canlõlarõn gelişim prensipleri, toplumsal ya- şamda düzeni sağlayan ya da düzensizliğe neden olan me- kanizmalar biz bilsek de bil- mesek de var. Bizler soru so- rarak hangi cevaplarõn açõğa çõkarõlmasõnõ istediğimizi ifa- de ediyoruz. Hangi gerçekleri öğrenmek istediğimizi gün- deme taşõyoruz. Bilinme- yenler içinde merak ettikle- rimizi, sormaya değer bul- duklarõmõzõ, sormayõ tercih ettiklerimizi ortaya koyuyo- ruz. Bu nedenle hangi soru- larõ sorduğumuz büyük önem taşõyor. Hatta denilebilir ki insan- lõk tarihi boyunca sorulan sorular ve açõğa çõkarõlan ce- vaplarla insanlõğõn, uygarlõğõn yönü belirlenmiştir. Kim bi- lir, belki de başka türlü so- rular sorulsaydõ insanlõğõn yaşam biçimi şimdikinden farklõ olabilirdi. Düşünsel bir süreç Sorular dünyayõ anlamada, evreni tanõmada bize ilk õşõ- ğõ yakan düşünsel bir süreç. Ne mutlu insanoğluna ki böy- le bir merak ve öğrenme tut- kusuyla donatõlmõş beyinle- re sahip. Henüz kurulu dü- zenin yapõsõyla koşullan- mamõş çocuklarõ gözleyin. Ne kadar çok sorarlar. Ne kadar çok şeyi merak eder ve cevap ararlar. Çocukla- rõn oyun alanlarõ, içlerinde- ki merakõ gidermede, be- yinsel faaliyetlerini geliş- tirmede, yeni sorularla ya- şamõ tanõmada en büyük motivasyon aracõdõr. Ama bizler çocuklarõ bu yönde yetiştirmede ne kadar bi- linçli hareket ediyor, bilimin bize söylediklerinden ne kadar yararlanõyoruz? Sorulara hak ettiği önemi vermiş olduğumuzu sanmõ- yorum. Öyle olsaydõ toplum olarak sorularõn sorulmasõ- nõ teşvik eder, eğitim ve öğretimimizi bu yönde şe- killendirirdik. Bõrakõn so- rularõ teşvik etmeyi, çoğu zaman sorulan sorulardan rahatsõz bile oluyoruz. Bir- çok defa şahit olmuşsunuz- dur. Çocuk bir soru sorar, anne ya da baba soruya il- gisiz kalõr; ilgisiz değilse ‘Böyle saçma soru sorulur mu?’ diye çocuğu tersler. Böyle yetişen bir insan ne kadar yaratõcõ olabilir ki... Sorunun her zaman çok iddialõ olmasõ gerekmiyor. Bazen küçük bir ayrõntõ, bazen bir merakõn tatmini olsa bile soru sormaktan çekinmemek gerek. Tabii özel yaşamlara burnumuzu sokmamak koşuluyla. Ge- rek toplumsal yaşamõmõzda, gerekse kişisel dünyamõzda problemlere sorularla baş- lõyor, bunlarõn çözümleriy- le yön buluyoruz. Sorulan sorulardan bazõlarõ diğer in- sanlara çok saçma gelebilir, ama bilmeliyiz ki en kar- maşõk problemlerin çözümü akõllara uzun süre gelmeyen ya da kimsenin sormaya cesaret ya da tenezzül et- mediği basit sorularla baş- lamõştõr. Sorulan soru her zaman güzel ve ilginç ol- mayabilir, ama ne kadar çok soru sorulursa, yaratõcõ olan düşüncelere ulaşmak o kadar mümkün olur. Kimi sorular vardõr; için- de rahatsõzlõk barõndõrõr. Çünkü hep bir şeyleri sor- gular, sistem niye böyle iş- liyor, bu düzen neden böy- le diye düşünür. ‘Daha iyi- si nasıl olmalıdır?’ der. Merak eder, değişimin ka- põsõnõ aralar. Bu nedenle konformist yaşamõn rahat- lõğõna alõşmõşlar, kurulu dü- zenlerinin değişmesinden korkanlar sorulardan rahat- sõz olurlar. Soru soranõ sev- mez, hatta alaşağõ etmeye çalõşõrlar. Büyüklerin, ço- cuklarõn sorularõna ilgisizliği ya da soruyu soranõ tersle- mesi biraz da alõşõk olduğu düşünce sistematiğinin dõ- şõna çõkmak istememesinin sonucu değil midir? Ben derim ki her deği- şimin öncüsü ve yaratõcõ- lõğõn kaynağõ olan soru- lardan rahatsõz olmaya- lõm. Yetişkinler için belki geç ama çocuklarõ soru sorma konusunda cesa- retlendirelim, yaratõcõlõk- larõnõ köreltmeyelim. Sorular mõ Önemlidir Cevaplar mõ? Prof. Dr. Coşkun TECİMER BELLİBAŞLI devlet ya da vakıf üniversitelerinin anayasa hukukçuları, ister görevli ister emekli olsunlar, çeşitli kentlerde bir araya gelip son anayasa değişikliğini tartışarak birtakım sonuçlara varmışlardı. Gidilen üniversitelerin söz konusu genç mensupları da bu tartışmalarda görüşlerini bildirmişlerdi. Kısacası, Meclis’teki yasama süresini bile aşan, ciddi bir çalışmaydı bu. Üstelik, hiçbir siyasal partinin ya da resmi makamın isteği üzerine başlatılmış olmayan, değişiklikler üzerinde düşünecek olanlara yardımcı olup bu çabaya bilim çevrelerinin düşüncesini de katma amacını taşıyan gönüllü bir girişim söz konusuydu. Belki de, bilim adamları olmanın sorumluluğundan doğan bir ödev. Sonuçların bazısında mutlak bir oybirliği oluşturmaktan daha çok, halkoylamasına giden yola sağduyunun genel ışığını tutma amacı ağır basmaktaydı. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun yaratabileceği sakınca gibi bir konuya bile takılmadan. Ayrıca hukukçular, üzerlerine düşen bir görev olmadığı halde, bu görüşlerini “Cumhurbaşkanlığı yüksek katına” yollamak inceliğini de göstermişlerdi. Çünkü, Meclis’ten çıkan değişiklik metnini gözden geçirip yayımlamak ya da bir daha görüşülmek üzere Meclis’e geri göndermek durumunda olan makam orasıydı. Devletin başı, bütün yasama süreçlerinde olduğu gibi bu yasa bakımından da kendisine tanınan on beş günlük süre sonunda karar verirken bilim adamlarının çalışmasından da yararlanabilirdi. Ama ne oldu? Cumhurbaşkanı, anayasacıların raporu Çankaya’daki özel kaleme gelir gelmez, sürenin dolmasına daha epey vakit varken “yayımlama” işlevini bitiriverdi ve metni hemen imzalayıp “yayımlanmak” üzere ilgili mercilere yolladı. Böylece, halkoylaması sürecini başlatmış ve topu artık referendum işini düzenleyecek olan Yüksek Seçim Kurulu’na atıvermiş oluyordu. Başkasının bahçesine yanar top atar gibi. Ya da kelle götürür gibi. Osmanlı’da ancak “Kellesi urula!” emriyle idam edilenlerin kesik başı kokmasın diye bala batırılıp mülkün uzak yerlerinden at üstünde padişaha götürülürken böyle koşuşturulurmuş. Anayasayı kuşa çevirmek ve güçler ayrılığını gözeten cumhuriyet parlamentarizmini yargının yürütme baskısı altına sokulduğu acayip bir sisteme çevirmek isteyenlerdeki bu acele nedendi acep? Bereket, acele işe şeytan değil, hukuk karıştı ve şimdiki Yüksek Seçim Kurulu, hukukçulara yakışan bir kararla, kampanya süresini dört ay olarak belirledi. Böylece, düşündürücü bir tarihte bitecek olan o kampanya, “evet” demenin 12 Eylül Anayasası’na değil, tam tersine önemli düzeltmelerle büyük ölçüde demokratikleşen o anayasayı yeniden karanlığa çeken bir “sivil darbe”ye oy vermek anlamına geleceğini anlatmaya yetecek kadar uzamış olmaktadır. mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Devlet Tepesinde Acele
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle