25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PAZAR 7MART2010/SAYI1250 PAZAR SÖYLEŞİLERİ ATAOL BEHRAMOĞLU Livaneli'nin Atatürk'ü 68' kuşağının en yakın öncüsü olan bizim 6O'lı yıllar kuşagımız üç temel değere sahiptir: Hümanizm Yurtseverlik Sosyalizm. Hümanizmi çok erken yaşlarda hem kendi ülkemizin (Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik vb.), hem başka dillerin ve ülkelerin (Steinbeck, Istrati, Exupery, Gide, Dostoyevski, Gorki, Şolohov, Hemingvvay vb.) yazarlarının yapıtlarından öğrendik. Bizlerin yetiştigi 50'li yıllarda ve 6O'lı yılların başlarında bu yazarlar okunmaktaydı... örneğin Gorki benim için sosyalist "Ana"dan önce hümanist "Stepte"nin, "Körlerin Şarkısı"nın yazarıydı. Sabahattin Ali her şeyden önce hümanistti. Sait Faik mürekkep balığının ölümüne ağlatan, Reşat Nuri romantik-hümanist hikâye ve romanlarıyla duygularımızı yönlendiren yazarlarımızdı. 0 yılların havasında yurtsever olmak, Ataürk sevgisi ve hayranlığı da tıpkı hümanist olmak kadar doğaldı. Içten, naif, kendiliğinden; özveri, sevgi, adanmışlık duygularıyla örülmüş bir yurtseverlikti bu... 6O'lı yılların ortalarına doğru sosyalizmle tanıştık. Kişiliklerimizde hümanizm, yurtseverlik ve sosyalizm değerleri birbirinden ayrılmazca bütünleşti... Zülfü Livaneli 6O'lı yıllar kuşağının, bu sentezi günümüzde de korumayı başaran seçkin bir temsilcisidir. "Veda" bana bunları bir kez daha düşündürdü. Amacım bir film eleşitirisi yapmak cteğil. Filmin yapımına harcanan büyük erjıek, teknik başarı, yönetmen ve oyunculuk ustalıkları zaîep yeterince ortada. Beni daha çok senaryo ilgilendıriyor. Zübeyde Hanım'ın donuk ve resmi kimliğinden kurtarılarak Balkan şivesiyle tatlanmış Türkçesi ve kadınhğıyla ete kemiğe büründürülmesine bayıldım. "Veda"nın bence en önemli ve cesur başarılarından biri budur. Müslüman-Türk ahalinin Balkanlar'dan Anadolu'ya göç sahneleri harikaydı. Bu göç sahneleriyle izmir'i terk eden gayrimüslim-Rum ahalinin kaçış sahneleri arasındaki abartısız karşıtlığı, ancak hümanizm ve sosyalizm degerleriyle tanışık bir sanatçı görüp gösterebilirdi. Filmde yurtseverlik olgusu da, konunun gerektirdigi „., , ölçülerde ve yine abartıya düşülmeksizin işleniyordu. Herkesin, hatta Zübeyde Hanım'ın ısrarına karşın Mustafa Kemal'in Izmir geri alındıktan sonra ordularını (ata yurdu, doğum yeri, çocukluk ve delikanlılığının kenti) Selanik üzerine yürütmeyişinin saptanması çok önemliydi. Ve filmin sonunda, başta Mustafa Kemal'in kendisi ve annesi olmak üzere, bütün bu Selaniklilerinin sevgili şehirlerini bir daha görmeden bu dünyadan ayrılacaklarının izleyiciye bilgi olarak aktarılması, sadece bu "dipnot" bile, üzerinde bir film yapılmaya değecek kadar duygu ve düşünce yükü taşıyordu. Livaneli'nin filminde, bana göre, eksiklikler ve fazlalıklar yok muydu? Ama bu sonuç olarak onun Atatürk'ü. "Veda" Mustafa Kemal'in yaşamında odaklanan ilk sanat filmı olarak ilgimizi ve alkışlarımızı hak ediyor. • ataolb@cumhuriyet.com.tr ŞİRİN GÜVEN İ lk duyduğum anda karar vermiştim ağlamayacağıma. Yaşamımın önemli bir parçası olan Alkazar sinemasının perdelerini karartacağını öğrendiğimde boğazımdaki dügüme, yüreğimdeki acıya rağmen "Ağlamak yok" demiştim kendi kendime. Ortaokul, lise ve ünıversite yıllarımı beraber geçirdigim, onunla birlikte büyüdüğüm, benim için istanbul'la özdeş olan Alkazar artık omayacaktı. Çocukluğumun ve gençliğimin bir parçası olan film makaralarına artık eskisi gibi yakın olamayacaktım. Oysa ömrümün bütün güzel filmlerini orada izlemiştim. Postacı'dan (II Postino), Germinal'e kadar... Almadovar'la tanıştırmıştı beni Alkazar, Kieslowski'yle büyütmüştü beni. Nasıl özel olmazdı bana ve benim gibi binlercesine bunları yaşatmış bir yer? Ama dedim ya ağlamak yok! Çünkü Alkazar'ın kurucu ortağı ve yöneticisi olan Adalet Dinamit, yani annem, yıllarca emek verdiği ve çok sevdiği bir çocuğunu kaybediyor gibi mutsuzdu zaten. 27 Şubat Cumartesi son kez Alkazar'ın beyaz perdesinin üzerine ışık vuracaktı, son kez dönecekti makara ve biz de o gün Alkazar'la vedalaşacaktık. Yalnız değildik, bizim gibi başka Alkazar müdavimleri de gelmişti son kez film izlemek için. Koltukları, sinemanın içını, duvarlarındaki afişleri çeken buğulu gözlü sinemaseverlerle uğurladık Alkazar'ı. O zamana kadar tuttuğum tüm gözyaşlanmla ve annemle Alkazar hakkında yaptığım bu söyleşiyle hoşçakal Alkazar... - Okuyucular bilmiyordur, Alkazar'ı açmaya karar verdiginiz zamanlan anlatır mısın? - O zamanlar Fitaş'ın 2 salonu vardı. Biri Dünya, diğeri Fitaş. Biz üç ortak olarak Dünya'yı işletiyorduk ve tahliye olmak üzereydik. Bir gün Onat Kutlar aradı ve Alkazar'ı bulduğunu, hem maddı, hem de manevi olarak bana ihtiyaç duyduklarını söyledi. Onat Ağabey kendi odasına bir masa koydurmuş, "Bu masa senin. Gel bize ortak ol, bizle birlikte çalış. Senle çalışmaktan çok mutlu oluruz. Zaten Dünya'da da tadın yok" dedi. O zamanlar Onat Ağabey'in de içinde olduğu istanbul Film Ajansı estetik kaygıyla çekilmiş filmlerin Türkiye haklarını alıyordu. Eşimle değerlendirdik ve böylece ortak oldum ben de. - Dünya Sineması'ndan neden tahliye oldunuz? - Baktılar bizim salon doluyor, onlarınki boş kalıyor, işletemiyorlar. Önce ortaklık teklif ettiler. Kabul etmedik çünkü tarzımız farklıydı. Onlar popüler Amerikan filmleri oynatıyordu, sabun köpüğü gibi filmler gösteriyorlardı. Dolayısıyla "Siz kendinizinkini işletin, biz de kendımızinkini. Ama egerfilm programı konusunda yardım istiyorsanız elimden geleni yaparım tabiı" dedim. Bizi kapının önüne koymak istediler. Elektrığimizi kestiler, "Burası pasaj 19.00'da kapıları kapanz" dediler. Uzun ve zorlu bir süreçten sonra tahliye olduk sonuçta. ^^^^^^m Dileğim başka salonların perdelerini karartmamaları - Sonra işler ne zaman kötüye gltmeye başladı? Alkazar ne zaman kendini döndüremez oldu? iş ve alışveriş merkezleri açılmaya başladı bir anda. 0 kadar çok sinema salonu açılıyordu kı, artık estetik kaygıyla çekilmiş filmlere bile ihtiyaçları oluyordu. O nedenle biz film bulamaz olmuştuk. Bir kesim özellikle bu filmi Alkazar'da izler insanlar diyerek bize veriyordu ama bir yandan diğer salonlara da veriyorlardı. Bu nedenle payımız bölünüyordu. Ya da büyük sinema zinciri çok salonu oldugu için o filmi de isterse, sız ikınci vızyonda gösterebiliyordunuz ancak. Yani film şırketleri için bizim gibi salonlar önemsız hale geldı, öncelıkleri hep büyük sinema zincirleri oldu. Hatta o salonların programlarına göre filmlerin vizyon tarihlerini belirlediler. Olanaksızlıklarımız çoktu. Büyük sermayeyle yarışabilme şansımız kalmadı. Uzun bir süre ortakların ve yöneticilerin maddi manevi özverileriyle sürdürmeye çalıştık. Fakat buraya kadarmış işte. - Vergi de Işl zortaştmyordu değil mi? Dünyada sinemayla ılgılı yasalar bizden farklı. "Arthouse" denilen bir sinema tarzı yar. Bu tarz filmlere ve filmleri gösteren yerlere kültür bakanlıkları farklı uygulamalar yapıyor Onlara yüksek kiralar ödemeyeceklerı yer temin ediyor. Toplanılan bakanlık fonlarından bu tarz işletmelere destek ıçın para aktarıyorlar. Biz bunu geçtik zaten. Bir sanayiciden, şirketten aldıkları gibi vergi alsınlar istiyoruz biz. Oysa ona ek olarak, sinemayı sanat olarak görmedikleri için eğlence vergisi adı altında bir vergi alıyorlar bizden. Üstelik para kazandıktan sonra degıl, peşın peşin ödüyorsun bunu! Biz Alkazar'ın perdesini kararttık. Tek derdim, Alkazar meselesi yetkili ve ilgililerın kulaklarına küpe olur da başka sinema salonları kapatılmaz. Beyoglu Sineması'na sahıp çıkılmalı mesela. Bir yıldır seslerını duyurmaya çalışıyorlar. Emek kapandı sessız sakin, kimsenin çıtı çıkmadı. Tadilat dediler ama tadilat da başlamadı, ne oldugunu anlayamadık. Dılegım başka sinema salonlarının perdelerini karartmamaları • - Alkazar'ı ilk kez Onat Agabey'le beraber sinemayı devralmak için grttiğinizde görmüştün değil mi? - Evet. Alkazar'da o sırada yani 1993'te porno filmler oynuyordu. Bir altındaki Avrupa Sineması da daha önce Ayfer Feray Tiyatrosu olmuş, ardından da bir depo. Alkazar'la ilgili hayatımın en komik hikâyelerinden birini yaşadık o gün. O zaman Yılmaz Zafer de ortaklardan biriydi. Yılmaz Zafer, Onat Ağabey ve ben sinemayı • devralmaya gittik. Raşit Erman ve Bekir Bektaş'a çeki verdik, "Nakit isteriz biz" dediler biz de geri döndük. Bir yandan hâlâ porno filmleri oynatıyorlar. O kadar para bir James Bond çantaya ancak sığar diye ertesi güne erteledik. Sözleştiğimiz saatte gittik, yine porno film oynatıyordu. "Parayı getirdik, niye hâlâ oynatıyorsun" dedik. "Siz parayı verin ben hemen durdururum" dedi. Parayı verdik, uzun bir süre tek tek saydı. Sonra gerçekten filmin ortasında durdurdu. "Hadi çıkın boşalıyor burası" dedi. İçeriden adamlar çıkıyor, ben, Yılmaz Zafer ve Onat Ağabey duruyoruz. Basıldıklarını düşünerek bizi ahlak zabıtasından sandılar. AÇILIŞ GERMİNAL'LE YAPILDI - Ne hissettin Alkazar için o gün? - Çok kotü görunmuştu gözume. Çünkü daha çok ınsanı içeri sığdırabılmek için koltukları sökmüşlerdi ve ayakta müşteri alıyorlardı. Çok iyi para kazanan bir yerdı, talıplisi çoktu. Sanırım mal sahipleri de bizle anlaşmak ıstiyordu. Bir de yaşlanmışlardı, artık pomoculuk ağırlarına gıdiyordu belki de. Sonra tadilatlar başladı. - Ve sinema açılmaya hazır hale geldi. 28 Şubat 1994'te, yani kapanışından tam on altı yıl önce açıldı. Açılış filmlni hatırlıyorum ben de... - Emıle Zola'nın romanından uyarlama bir film olan Germınal'di. Bir hafta sonra da Avrupa salonunu da Chaplin filmiyle açmıştık. Zonguldak'takı maden ışçilerı akın akın Germinal'i izlemeye geldi. Alkazar açıldığında bütün basın ve sanatçı camiasından çok büyük ilgi gördü. Herkes Beyoğlu'na böyle güzel bir mekân kazandırıldıgı için sevindi. - 90'larda sanat filmlerini rahat buluyor muydunuz? Türkiye'deki dağrtımcılar sanat filmleri alıyorlar mıydı yani? - O zaman sinema salonları çok fazla değildi. Zaten estetik kaygıyla çekilmiş filmleri Türk firmalar zorunluluktan alıyordu. Yani bir popüler filmi alırken yanına 10 tane de böyle film alma şartı koşuyordu yabancı firmalar. Türk firmaların da işine geliyordu aslında çünkü popüler olanları kendi sinema salonlarında oynatıyor, diğerlerini de televızyona satıyorlardı. Biz bu anlamda çok şanshydık o zamanlar. Hatta birçoğunun depolarına ınerek film seçmiştık. Hatta komik bir anı geldi aklıma; Nagısa Oshima'nın Duygu imparatorluğu bir film şirketinin deposunda duruyordu. "Bende bir seks filmi var bacı" diye bu filmı göstermışlerdi bana. Bir baktım filme, Oshima'nın filmi... Hemen "seve seve film programımıza alırız" dedim tabii. "Bacı sen bunu oynat başımın tacısın, sana yüzde 50 yerıne yuzde 60 pay verirım" dedi. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle