25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE İnsan Ne Zaman İnsanlaşacak?.. İlin ve Segal’in yazdığı ünlü kitabın adını unutmadım: “İnsan Nasıl İnsan Oldu?..” Bir zamanlar gençlerin elinden düşmezdi... Kuşkusuz insan birdenbire insan olmadı... Ama “birdenbire oldu” diyenler de var; Âdem’in şıp diye yaratıldığını, Havva’nın erkeğinin kaburgasından türetildiğini ileri sürenleri kendi hallerine bırakırsak, biliyoruz ki insanın insanlaşması bugün bile noktalanmadı... Daha erkek bile insanlaşmadı... Ya kadın?.. Üstelik biri insanlaşmadan ötekinin insanlaşması olanaksız... Gazeteler, televizyonlar, birkaç gündür ‘8 Mart’ üzerine yayınlar yapıyorlar; dünyadaki kadınların ezilmişliği, zavallılığı, sömürülmüşlüğü bilinmeyen bir şey değil; ama, sayılar, istatistikler, çeşitli kanıtlarla yoğun biçimde ortaya konunca daha çarpıcı oluyor... Ancak Türkiye’de bu iş biraz karışıyor gibi... Çünkü kafalar karışık.. Soru: - Bir kişi, kurum, parti ya da gazete, hem AKP’yi destekleyip hem 8 Mart’ı kutlayabilir mi?.. Evet mi?.. Hayır mı?.. Doğru yanıtı vermek için önce küçük bir açıklamaya gerek var... Kadın-erkek ilişkileri arasında gerçekten eşitlik fikri ne zaman ortaya çıktı?.. Yanıt: - Avrupa’da kilise hukuku geçerliyken kimse böyle bir eşitliğin rüyasını bile göremezdi... - Peki, ne oldu?.. - Kilisenin iktidarı yıkıldı, laik devlet kuruldu, din hukuku kaldırıldı, kadın-erkek eşitliği ancak bu olayla gündeme girebildi... Fransa’da 1802’de yürürlüğe giren yasaya ‘Code Napoleon’ (Napolyon Kanunu) derler, ‘İmparator’ bunun için büyüktür, kadın-erkek ilişkileri, toplum ve aile yaşamında eşitleşme yoluna böyle girmiştir, insanın insanlaşma yolunda 1789 büyük bir adımdır. Soru: - Ya Türkiye’de bu iş nasıl oldu?.. Yanıt tek sözcük: - Atatürk!.. Yıl 1926... Medeni Kanun yürürlüğe giriyor... 1923 Cumhuriyeti kadın-erkek ilişkileri, aile hukuku, miras, vb. düzenleyen ne varsa laikleştirmiştir; Batı’da yaşanan uygarlık atılımı emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş Türkiye’de bir hukuk devrimine dönüşmüştür. Kadın-erkek eşitliği için Avrupa’da -bu alanda geçerli- kilise hukuku kaldırılmıştır.. Ve kadın-erkek eşitliği için Türkiye’de -bu alanda geçerli- cami hukuku kaldırılmıştır. Bu gerçeği es geçerek kadın-erkek eşitliğinde neyin ne olduğunu anlatmak olanaksızdır... Peki, hem AKP’yi tutup desteklemek, hem de 8 Mart Kadınlar Günü’nde nutuk atmak sahtecilik değil midir?.. Türkiye bu ikiyüzlülüğü daha ne kadar süre yaşayacaktır?.. İnsan insanlaşma yolunda yürüyor.. Ve yürüyecek.. Kadın ile erkeğin eşitleşmediği bir dünyada insan insan olamaz.. Peki, kadını erkekle eşit saymayarak tesettüre mahkûm eden bir dünyada insan nasıl insan olacak?.. (10 Mart 2006 tarihli yazısı) Oldukça geniş içerikli bir kavramdır yönetim ve yöneticilik. Kolay değildir başkalarını, insanları, kurumları düzene sokmak, yönetmek. Sadece koltuğa oturmak yetmiyor iyi yönetim için. Görevin türüne, zaman ve zemine, maddesel ve de önemli ölçüde moral esaslara dayalı olup ayrıca yöneticilerin gerçek anlamda dürüst, olgun, birikimli, ödev bilinci olan, kendini buna adayan ve de saygı uyandıracak derecede bilgi ile dolu olması gerekir hangi alanda olursa olsun. Doğal olarak yönetim görevinin yapısı ve karmaşıklığı ve de sorunları arttıkça yukarıda önemlilerinden bazıları belirtilenler daha da öne çıkabilirler. Bir ailede bile yönetimi yürütenler, çoğunlukla anne-baba için de aile içi huzur, başarı oluşması ve zaman zaman beliren zorlukları, sorunları çözmek için de gereklidir sayılan vasıfların en az bazıları; işyerlerinde tüm kamu görevlerindeki yönetimde ve yönetcilerde bu vasıflar şarttır. Yoksa bir yerde veya aşamada tökezlerler. Korkutma, baskı, şantaj iyi yönetimin öğeleri arasında yer alamayacağı gibi; aşırı gurur, kendini beğenme, her şeyi en iyi bilen, düşünen olduğuna inanma ve de bazen savunma (megalomani), bir saplantı olup en iyi kurumları ve kişileri yanılgılara sevk edebilir. Esasen, düşüncede saplantı ve azgınlık, bazen ahmaklık (debilite) belirtisi de olabilir. Ayrıca her yönetimin başarısında yukarıda sayılanlar gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Çünkü diğer önemli bir koşul, yönetimin hedefidir. Toplumlar ve kurumlar için öngörülen hedefler arasında öncelikli olanlar düzenin sürdürülmesi, istikrarın korunması ve yerli yersiz ve de gerekmediği halde tartışma, çatışma konusu haline sokulmamasıdır. Dolayısıyla büyük küçük her kurum ve toplulukta, devlet ve de ülkede istikrar, huzur ve düzenin oluşmasında başlıca amil yönetimdir. Buna karşın, huzursuzluk, rahatsızlık, istikrarsızlık değişik derecelerde de olsa öne çıkarsa bunun da sorumlusu en başta yönetimdir. İyi ve yeterli bir yönetimin işlemediğini gösterir veya en azından düşündürür. Yönetimin ve kurumların işleyişine ilişkin çeşitli hususların ve gözlemlerin, gidişatın dile getirilmesi, eleştirilmesi, konuşulması, yazılıp çizilmesi özgür toplumlarda, kurumlarda çok doğal olması gerekir. Bu tür düşünce ve eleştirilere karşı öfkeli tepkisel yanıtlara yönelme iyi yöneticilikle bağdaşamaz. Hemen meydan okumaya, düelloya davet eder gibi çağrıları haklı göstermez. Çünkü söylenenler; uygun şekil ve üslupta olmak koşulu ile doğruyu arama, düşünme çabaları olabilir. Bu çabalar ise kimsenin tekelinde değildir. Unutulmasın ki “Coşku sarpa sardırır işleri. - Seneca.” Faydasız tartışmalar yerine rasyonel diyaloğu, hiç değilse sağduyuyu öne çıkarmalı yöntem olarak, taraflar ve/veya düşün odakları çağdaşlık zemininde. ARADA BİR Prof. Dr. KEMAL ÖNEN Yönetim Geç Kalõyorsunuz... Şair Halil Nihat Boz- tepe’nin yaşõ altmõşa yak- laşõyordu. Ancak, o henüz bekârdõ. Arkadaşlarõ bir gün sõkõştõrõrlar: “Artık evlen!” derler. O durur, düşünür, ardõndan yanõt- lar: “Bu işler öyle acele- ye gelmez!” Aceleye gelmez ama her işin bir zamanõ, bir mevsimi vardõr. Bazõ in- sanlarõn işlerinde hiç ace- lesi yoktur. En ivedi du- rumlarda bile adõmlarõnõ sayarak atarlar. Kaplum- bağa hõzõyla giderler. So- nuç önlerine gelince de pek şaşõrõrlar. Kemal Kı- lıçdaroğlu geçenlerde Ankara Altõndağ’da bir gecekonduya gitti. Onun gitmesi olay oldu. Tel- evizyonlar birbiriyle ya- rõştõ. Orada yaşlõ bir kadõn Kõlõçdaroğlu’na öyle sitem etti ki, unutulur gibi değil: “Onlar geliyor. Siz ne- den gelmiyorsunuz?” Şimdi, iki adõmlõk ye- re gitmeyenler, sonra ne hakla oy isteyecekler? Geç kalõnmõş olmuyor mu? Değirmene giden sõra alõr, gitmeyen sõra sorarmõş. Yoksa bizimkiler ona da mõ gerek duymuyor? Yüz yüze görüşmenin sõcaklõ- ğõnõn yerini bir şey tuta- bilir mi? Nusret ERTÜRK Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle