Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
S
evgili arkadaşõm İlber Ortaylı hiç-
birimizin cesaret edemeyeceği bir
çõplaklõkla ülkemizin ve dünyanõn
bugünkü şartlarõnda Türkiye’de her
şehire bir üniversite açmanõn ah-
laksõzlõk olduğunu haykõrõverdi ve Sayõn Baş-
bakan’dan her türlü görgü sõnõrlarõnõ aşan, bil-
gisizlik ve nezaketsizlik abidesi bir cevap ge-
cikmedi: “Araştırdın mı hoca efendi?” Bu
görgülü ve kültürlü bir ağza asla yakõşmaya-
cak, hakaretâmiz ifadeye ve inanõlmasõ güç bir
bilgi kõtlõğõnõ dile getiren muhtevaya cevap ge-
rekmez, zira onu söyleyen kendi düzeyini or-
taya dökmüştür. Ancak halkõmõzõn İlber Or-
taylõ’yõ isyan ettiren gerçeği bilmesi gerek-
mektedir. İlber Ortaylõ, her şehire bir üniver-
site açmak ahlaksõzlõktõr sözünde yerden gö-
ğe haklõdõr.
İsterseniz bu haklõlõğõn nedenlerini, eğitim
düzeyi ve eğitim kurumlarõ ve geleneği dün-
yadakiler arasõnda en yüksek düzeyde bulunan
bir ülke olan Almanya ile irdelemeye başla-
yalõm: Bu ülkede seksenli yõllarõn sonundan be-
ri bir Gymnasium tartõşmasõ sürmektedir.
Gymnasium bizdeki ortaokul ve lise karşõ-
lõğõ okul olmakla beraber onlar bizdekinden
farklõ olarak elit okullardõr. Bunlarõn görevi üni-
versitelere öğrenci yetiştirmektir.
Almanya’da özellikle sol görüşlü politika-
cõlar, Gymnasium sistemine, bir sõnõf ayrõca-
lõğõ yarattõğõ, fõrsat eşitliğini bozduğu ve çeşitli
nedenlerle başarõ şansõ düşük çocuklarõ daha
ilk baştan toplumun alt sõnõflarõnda yaşamaya
mahkûm ettiği iddialarõyla karşõdõrlar ve sis-
temin, Gymnasiumlara kabul eşiklerinin in-
dirilerek daha çok öğrencinin bu okullardan ya-
rarlanmasõnõn temin edilmesini mümkün kõ-
lacak şekilde değiştirilmesini isterler. Buna mu-
kabil, Gymnasium sisteminin savunucularõ, ül-
kenin genel bilgi ve beceri düzeyinin çok sa-
yõda kötü veya yetersiz eğitimli kişiyle değil,
az da olsa yüksek düzeyde bilgili ve eğitimli
kişilerle yükseltilebileceğini savunurlar. Bu so-
nuncular, Gymnasium sisteminin Wilhelm von
Humboldt tarafõndan on dokuzuncu yüzyõl ba-
şõnda yaratõlmasõndan bu yana, Alman bilim
ve sanayiinin dünyada oynadõğõ lider rolünün
ve Alman halkõnõn her iki yüzyõldõr her dö-
nemde sergilediği yüksek yaşam standartlarõ-
nõn bu sistemin eseri olduğunu hatõrlatõrlar.
Öğrenci velileri belirler
Ancak sol politikacõlar görüşlerinde õsrarlõ
ve bilhassa Almanya’nõn Berlin, Hessen veya
Hamburg gibi kuzey eyaletlerinde etkilidirler.
Bu eyaletlerde, çocuklarõn Gymnasiuma gidip
gidemeyeceklerini öğrenci velileri belirler ve
giriş eşikleri düşük tutulur. Buna mukabil Ba-
den-Württemberg ve Bavyera gibi güney eya-
letlerinde eşikler yüksektir ve Gymnasiuma gi-
dilip gidilemeyeceğini yalnõzca öğrencinin
kişisel başarõsõ belirler. Bu başarõ farkõ üni-
versiteye girişi tayin eden ve bizde de bir za-
manlar olan bakalorya (olgunluk) imtihanla-
rõna karşõlõk gelen Abitur imtihanlarõnda gö-
rülmektedir.
Gymnasiuma giriş eşikleri yüksek güney
eyaletleri bu imtihanlarda her zaman daha ba-
şarõlõ olmaktadõrlar. Bunun nedenini Alman-
ya’nõn başarõlõ öğretmenlerinden, tüm meslek
yaşamõ Gymnasiumlarda geçmiş olan 85 ya-
şõndaki Hans Simons şöyle özetlemiştir:
“Eğitim, giderek toplum politikası olarak al-
gılanıyor ve bu da başarı beklentilerine yan-
sıyor: Başarı beklentisi azaltılıyor, bu da
okulları öldürüyor.” Simons, “Bu daha çok
mezun, daha çok mezun haykırışını artık
duymaya tahammül edemiyorum!” diye
isyan ediyor.
Türkiye’de 1946’dan beri üniversite eğiti-
minin niçin perişan olduğunu, tüm bu dönemi
hoca olarak yaşamõş olan, ülkemizin en büyük
bilim adamlarõndan Doğan Kuban’a bir kez
sormuştum: “Bizi sayılar perişan etti” dedi
hoca. “Talebe sayısı sorumsuzca arttırıldı,
sonuçta düzey yerlerde sürünmeye başladı.”
İngiltere’de dostum, büyük yerbilimci Dan
McKenzie aynõ nedenle seksenli ve doksan-
lõ yõllarda Cambridge’in öğrenci kabul kõs-
taslarõnõ on yõlda üç kez düşürmeye mecbur bõ-
rakõldõğõnõ söylemişti.
Daha çok üniversite diplomasõ, daha yüksek
düzeyli eğitim ve öğrenim demek değildir. Bu-
nun tersinin varit olduğu tecrübeyle sabittir.
Yüksek eğitim düzeyi çok sõkõ bir eleme sis-
temi ve bu eleğin üzerinde kalmak isteyenler
arasõnda kõran kõrana bir rekabet gerektirir.
Ancak böyle bir sistem sapõ samandan ayõ-
rabilir ve ülkeyi gerçek kaliteli eğitimlilerin eli-
ne bõrakõr.
İlber’e “Hoca Efendi” diye hitap eden zat,
her türlü saygõ duvarõnõ yõktõğõ için, bize de ay-
nõ hürriyeti vermiş demektir.
Ona, onun düzeyinde hitap bize yakõşmaz,
ama ben gene de ilk ve son olarak ona kendi
anladõğõ dille seslenerek “Başbakan Efendi”
diyeceğim, “senin üniversite, bilim nedir, on-
dan haberin var mı ki, saygıdeğer hocamı-
za araştırma yapıp yapmadığını soruyor-
sun? İlber Ortaylı dünya çapında bir bilim
insanıdır. Önce ona hitap ederken iyi düşün,
düşün ki onun bilgi ve aklından hem sen ya-
rarlan hem de halkımızı yararlandır”.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 12 ŞUBAT 2010 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Beşinci Kol
İKİNCİ Dünya Harbi yıllarını yaşamamış olanlar
bu terimi bilmezler. Terim, daha önce doğduğu
halde, asıl o harpte sık sık kullanıldı. Beşinci kol,
hasım bilinen bir gücü, örgütü, orduyu, ülkeyi ya
da halkı içinden çürütmekle, insanları ve grupları
birbirine düşürerek asıl vuruş için zemin
hazırlamakla görevlendirilmiş gizli kuvvet
anlamına gelir.
Niçin “beşinci”?
Çünkü, 1939’a gelmeden, İspanya’daki faşistlerle
cumhuriyetçilerin kapıştıkları İç Savaş sırasında
faşistlerin komutanı Queipo de Llano y Sierro’nun
kuvvetleri dört koldan başkent Madrid üzerine
yürürken gizli bir kol da hükümet kuruluşlarının,
basının, toplumu yönlendiren bütün odakların içine
sızıp yalan haber ve söylenti yayarak, insanların
moralini bozarak cumhuriyetçi güçlerin aralarındaki
dayanışmayı yok eder, öbür dört kolun işini
kolaylaştırmaya çalışırdı. Hitler de Avrupa’nın bir
bölümünü böyle zayıflatır ve emrindeki yıldırım
savaşı kuvvetleriyle koskoca ülkeleri bir çırpıda
işgal eder, temelleri kemirilmiş iktidarları kolayca
devirir, Norveç’teki Quisling gibi işbirlikçilere kukla
hükümetler kurdururdu. Alman ordusunun tankları
gelmeden korkusu gelir, zayıflamış moraller birkaç
günde teslim olurdu. Çekoslovakya, Avusturya,
Norveç, Belçika ve hatta Fransa böyle düştü.
Benzetmek gibi olmasın; çok şükür Mustafa
Kemal’in kurduğu Cumhuriyete çullananların
kolları henüz İspanya’daki Franco’cuların falanj
kolları kadar silahlı ve güçlü değil. Ama,
çullanıcıların medyadaki yandaşları, sanki
kendiliklerinden iktidarın beşinci kolu olmaya
soyunmuşlar gibi, cumhuriyetçiliğin moral cephesini
çökertmek, Cumhuriyete sahip çıkan orduyu
tedirgin etmek, İç Hizmet Kanunu tartışmalarında
sözü geçen “Cumhuriyeti kollamak” kavramını ağza
alınmayacak bir fiil gibi gösterip darbe tefrikaları
yazarak yok yere gerginlikler yaratma görevini
üstlenmişe benziyorlar, ne yazık ki.
Aslında, birazcık tarih bilgileri olsa ve
tutumlarıyla yaptıklarının beşinci kol kavramını
akla getirdiğini bilseler, öyle bir duruma düşmenin
ne kadar ayıp ve haince görüneceğinin bilincine
varır, herhalde tutumlarını değiştirerek yazıp
çizdiklerinden ve söylediklerinden vazgeçerler.
Böyle olduğu içindir ki, hainlik falan gibi ağır
suçlamalara gitmeden, yaptıklarını bilgisizliklerine
vererek onlara hoşgörülü davranmak vatandaşlar
arası ilişkilerin ahlakına daha uygun düşer. Bir
insanın, kendi ordusunu yabancının askeriymiş
gibi yıpratmayı bilinçli olarak isteyebileceğini
düşünmek bile utanç verici değil mi?
Ama, asıl üzücü olan, “asker millettir” diye bilinen
bir halkın tarihinde hiç tartışma konusu olmamış
bir durumun son yıllarda sıradan bir konuymuş gibi
sıkılmadan ve yüzler kızarmadan konuşulabilir
olmaya başlamasıdır.
[email protected]
PENCERE
Yüzbaşı Selahattin’in
Romanı...
Irak’a saldıran “Angloamerikan” ordusuna
kimi çevreler “koalisyon güçleri” diyorlar...
Ne koalisyonu?..
Bizim “İngiliz” adını verdiğimiz kişi Frenk için
“Angle”dir (Anglais); “Anglo”
sözcüğü İngilizce konuşan bir Kuzey
Amerikalıyı da vurgular.
Angloamerika, İngilizce konuşulan Kuzey
Amerika’yı dile getirir.
Bugün Basra’da Iraklılara saldırıp kuzeyde
Bağdat’ı ele geçirmek isteyen İngiliz, seksen
yıl önce de bu haltı işlemiş, sonra çöl kumları
üzerine emperyalizmin bastonuyla sınırlarını
çizdiği sömürge devletleri kurmuştu.
İkinci Dünya Savaşı ertesinde bu devletlerin
az çok kanı bitlendi; yaşadıkları toprakların
altındaki petrollerine sahip çıkmak istediler;
Angloamerikanlar işte buna katlanamıyorlar;
Irak savaşı bu işin ilk aşaması...
Sonra?..
Ver elini Orta Asya...
Angloamerikan, Afganistan’a yerleşti, Irak’a
da konuşlandıktan sonra İran parantez içinde
kalacak, sıra Tahran’a gelecek...
Hesaba göre İran’ın batısında 15-20 milyon
“Azeri Türk”ü yaşıyor, Türkçe konuşuyorlar,
şimdilik soydaşların kafaları şeriatla yıkanıyor;
ama, Angloamerikan, İran’ı nasıl bölecek?..
Bush takımının tasarımına göre “Yeni
Dünya Düzeni”nde yalnız Anadolu’yu
Kürdistan’la bölmek yok, İran’ı da Azeri
Türk’ü ile yıkıp Asya coğrafyasını kendine
göre şavullamak var.
Geçen gün bundan otuz yıl önce
yayımladığım “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”nı
karıştırdım; İngiliz tıpkı bugün olduğu gibi
Irak’ta Basra’dan Bağdat’a doğru yürümeye
çalışıyor, karşısında Türkler var...
Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın
komutanlığını yaptığı 6’ncı Ordu “Kutsal
Toprakları” savunmaya çalışıyor; çok şehit
veriyoruz, ama, İngilizler 12 Mart 1917’de
Bağdat’ı ele geçirip kuzeye doğru yürümeye
başlıyorlar.
Yüzbaşı Selahattin not düşmüş:
“İngiliz siyasi tarihinde 3-B diye adlandırılan
B’lerden birincisi Britanya’nın eline geçti; öteki
ikisi Batum ve Bakû idi. Londra bu 3-B’nin
kontrolünü ele geçirmek istiyordu.”
Seksen yılda dünya epey değişti; ancak
Sovyetler yıkıldıktan sonra geriye döndük;
Angloamerikan’ın emperyalist damarları
kabardı.
Türkiye bu hengâmede ne yapacak?..
Yine Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’ndan bir
sayfayı açalım. Halil Paşa’nın ordusu
Erbil’dedir, asker çadır kurmuştur; bir ihtiyar
köylü sorar:
“- Oğul, böyle nereye gidiyorsunuz?..”
Selahattin yanıtlar:
“- Ne bileyim baba! Götürüyorlar gidiyoruz,
ben buraların acemisiyim.”
İhtiyar müstehzi bakışıyla:
“- Oğul” diye seslenir, “bu yol Revandiz’e,
oradan da İran’a gider. Duyuyoruz ki düşman
Basra’yı almış, düşman Erzurum’a yaklaşmış;
memleket düşmanın ayakları altındayken bizim
askerin dışarda ne işi var...”
Borç lobisi Türkiye’yi Angloamerikan’ın
güdümünde savaşa sürüklemek istiyor...
Bugün Irak, yarın İran mı?..
Buna ilişkin yazıları medyacılar şimdiden
piyasaya sürüyorlar; inanılması güç; ama,
emperyalizmin maşası olmaktan sakınalım;
yoğurdu yemeden önce bin kez üfleyelim.
(28 Mart 2003 tarihli yazısı)
‘B
oşa akıyor’ bahane-
siyle akarsularõmõz
da yerli, yabancõ te-
kellerin açõlõmõna sunuluyor.
Özelleştirme İdaresi Başkanlõ-
ğõ tarafõndan satõş tahtasõna ko-
nan elliden fazla akarsu kay-
naklarõ ve HES (hidro elektrik
santralõ) özelleştirmeye tabi tu-
tularak halkõmõzõn malõ, kamu
malõ olmaktan çõkarõlõyor.
Daha önce Manavgat suyunun
İsrail’e pazarlanacağõ bilini-
yordu. Ancak bugüne kadar he-
nüz gerçekleştirilme safhasõna
ulaşamayan bu niyet, araya ya-
pay İsrail geriliminin girmesi
nedeniyle ertelenmiş gibi görü-
nüyor.
Artõk ülke kaynaklarõnõn sata
sata bitme aşamasõna gelme-
sinden sonra, sõra elde kalan ve
halkõn yaşam kaynağõ olan su-
lara geldi. Bunun da halkõn bo-
ğazõnõ kurutmak demek olduğu
ortada...
Kiralama yoluyla el değiştiren
akarsular üzerine yapõlacak
HES’lerle ülkenin su kaynaklarõ
da pazarlamaya açõlmõş olacak.
Bu arada özel sektöre kiralama
yolu ile devredilecek HES sa-
yõsõnõn 150 olduğu açõklamala-
rõ yapõlmaktadõr. Akarsularõ-
mõz enerji santralõ kurulmasõ ge-
rekçesiyle ve elektrik enerji-
sindeki darboğaz öne sürülerek
elden çõkarõlõyor. Su kaynakla-
rõ üzerine kurulacak HES’ler
için milli parklarõn, yaban hayatõ
koruma alanlarõnõn ve su sporu
(rafting) alanlarõnõn bulunmasõ
da durumun yasa ve yasak ta-
nõmazlõğõnõ ortaya koyuyor.
Akarsular üzerine kurulacak
HES’lerle ilgili olarak yapõlan
proje çalõşmalarõnõn Antalya’da
59, Isparta’da 56’ya yükseldiği
Türkiye Su Meclisi Yürütme
Kurulu ile TTKD (Türkiye Ta-
biatõnõ Koruma Derneği) yetki-
lilerinin açõklamalarõndan an-
laşõlõyor.
Özelleştirme İdaresi’nin 52
adet HES için teklif verme sü-
resinin 19 Şubat’ta biteceği ilan
edilmiş durumda. Bu da halkõn
suyunun da ticari meta haline
getirilmesi, ülkenin yaşam da-
marlarõnõn, atardamarlarõnõn ku-
rutulmasõ demektir.
Bütün dereler, akarsular hal-
kõmõzõn elinden alõnarak yerli,
yabancõ şirketlere ya kiralanacak
ya da yasa değişiklikleriyle sa-
tõlacak. Çünkü şu andaki yasa-
lar bu alanlarõn, yani doğal kay-
naklarõn, doğal zenginliklerin
satõşõna olanak vermemektedir.
Sadece kiralanma söz konusu-
dur. Anayasanõn 168. maddesi
doğal varlõklarõn satõşõnõ engel-
lemektedir.
Karadeniz’de kurulacak
HES’lerle bölgenin akarsularõ ve
dereleri kurutulacak ve bir sü-
re sonra Karadeniz çölleşerek
çevre felaketinin yaşanmasõ söz
konusu olacaktõr. Bunun bilim-
sel açõklamalarõ, yetkilileri hiç
de ilgilendirmemekte, kõsa erim-
li çözümler halkõn gözünü bo-
yamak için sürdürülmektedir.
Akdeniz’i besleyen sular
da kurutulacak
İşte Karadeniz’i besleyen su
kaynaklarõnõn üzerine yapõlacak
sõnõrsõz HES’ler nedeniyle Ka-
radeniz’in çölleşmesinden son-
ra bu kez, Akdeniz de kendisi-
ni besleyen akarsulardan, dere-
lerden yoksun kalacaktõr. Su
kaynaklarõnõn yerli tekellerin
iştahõnõ kabartmasõnõn yanõnda
yabancõ anglo-Amerikan şir-
ketlerinin, İsrail firmalarõnõn
iştahlarõnõ da kabartmamasõ dü-
şünülemez.
Zaten yerliden yabancõlara
geçiş kolay bir rant halinde.
Yine konuyla ilgili, demokratik
kuruluşlarõn açõklamalarõndan
HES yapõlacak akarsular; Ko-
vada, Boğa Çayõ, Köprüçay,
Alakõr Çayõ, Kargõ Çayõ gibi su-
larla Kõbrõs Deresi gibi doğal ya-
şamõ koruma alanlarõnõn olduğu
anlaşõlõyor. Türkiye genelinde
ise 1600’den fazla HES’in ya-
põlacağõ bu açõklamalara ekle-
niyor. Bir akarsu üzerine 20’den
fazla HES’in kurulmasõ proje-
lendirilmiş. Böyle olunca bu
rakamõn 2000’in üzerine çõka-
bileceği yapõlan açõklamalarda
yer alõyor. Oysa enerji seçe-
nekleri açõsõndan ülkemizin rü-
gâr ve güneş enerjisi olanakla-
rõ yeteri kadar değerlendirilmi-
yor. Almanya ve gelişmiş ül-
kelerin bu kaynaklarõ yüzde
20’nin üzerinde kullandõklarõ
bir gerçek.
HES’in kurulacağõ söz ko-
nusu edilen ve projelendirildiği
belirtilen akarsu kaynaklarõ:
Antalya’da; Dim Çayõ, Balõk-
Orhan ÖZKAYA
Her Şehire Üniversite Açmak Üzerine...
A.M.C. ŞENGÖR
İlber’e “Hoca Efendi” diye hitap eden zat, her türlü saygõ duvarõnõ yõktõğõ için,
bize de aynõ hürriyeti vermiş demektir. Ona, onun düzeyinde hitap bize yakõşmaz,
ama ben gene de ilk ve son olarak ona kendi anladõğõ dille seslenerek “Başbakan
Efendi” diyeceğim, “senin üniversite, bilim nedir, ondan haberin var mõ ki,
saygõdeğer hocamõza araştõrma yapõp yapmadõğõnõ soruyorsun?
Sularõmõz da Elimizden Alõnõyor...
çayõ, Gönendere, Alakõr
Çayõ (2 adet), Manavgat
Çayõ (3 adet), Boğa Ça-
yõ, Gevne Çayõ (2 adet),
Aksu Çayõ, Finike Çayõ,
Gömbe Çayõ, Akçay De-
resi, Aykõrtça Deresi,
İtice Deresi, Taşatan De-
re, Kuru Dere, Çürüş
Çayõ, Karaman Çayõ,
Kõbrõs Deresi, Karpuz
Dere, Çenger Dere, Ko-
ca Dere, Ağva Çayõ, Ko-
caçay, Kargõ Çayõ, Cer-
le Dere, Köprüçay, Ak-
su Deresi, Küçük Çay,
Kargõ Çayõ, Alara Çayõ,
Doyran Çayõ, Demre Ça-
yõ. Isparta’ da; Kartoz
Çayõ, Isparta Çayõ, Ağ-
lasun Çayõ, Çukur Çayõ,
Gökpõnar, Gelen Çayõ,
Kovada Çayõ, Küçüksu
Deresi, Aksu Çayõ, Köp-
rü Irmağõ, Elsazõ Çayõ.
Muğla; Kargõ Çayõ, Yu-
karõçay (2 adet), Kargõ-
cõk Deresi, Kargõ Çayõ,
Eşen Çayõ, Kõzõl Dere,
Çayhisar Deresi, Yuka-
rõçay, Eşen Çayõ, Seki
Çayõ, Delikpõnar Ulaş-
dere, Karaçay Çayõ, Çal
Dere, Derin Deresi, Di-
kilitaş Deresi, Sarhoş
Çayõ olarak düşünül-
mekte olduğu yine bu
kuruluşlar tarafõndan ka-
muoyuna açõklanõyor.
Bu yoksul halkõn sula-
rõyla oynamak, onu göz-
den çõkarmak ülkenin
kan damarlarõ, kõlcal da-
marlarõnõ kurutmak de-
mektir.