23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Faili Malum, Meçhul! MERİÇ VELİDEDEOĞLU Geçen cuma günü Söylev’in (Nutuk) Atatürk tarafından okunuşunun 83. yılıydı. Biz, “Kadın Araştırmaları Derneği” olarak, Söylev’in doruk noktalarını içeren, yaklaşık 400 görsel belgeyle desteklenen 90 dakikalık bir etkinliği, gerek bu yıldönümlerini anmak, gerekse Cumhuriyet tarihinin önemli günlerini yaşatmak için 1992’den bu yana sürdürüyoruz. Üstelik yalnız ülkemizde değil, yurtdışında Türklerin yaşadıkları ülkelere örneğin, ABD, Kanada, İngiltere, Almanya vö.’lere de götürdük bu görselleştirilmiş Söylev’i. Son bir iki yılda seyrekleşse de sayısı 350’ye varan bu Söylev gösterisini her izleyişimde, Atatürk’ün bu günlerimizi, örneğin şu anda Türkiye’de olup biteni nasıl görebildiği, gittikçe artan bir şaşkınlık içinde bırakıyor beni ve izleyenleri. Okuyanların anımsayacağı gibi Söylev, 1919 yılında Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinden söz ederek başlar. Bunların içinde Atatürk’ün ilk ele aldıkları da, ipleri dışarıda, başları (merkezleri) İstanbul’da olan, elleri kolları ayaklarıyla da Anadolu’yu kaplayıp karartan, halkıyla birlikte bölüp parçalayan örgütlerdir. Örneğin, dünya Müslümanlarının Halifesi Padişah Vahdettin’in tahtı yerine, “kucağına” oturduğu, İngiltere güdümündeki “İngiliz Muhipler Cemiyeti” gibi. Bu derneğin günümüzdeki izdüşümü ise, R.T. Erdoğan’ı dolaysiyle “Başbakan”ı “Kullanım Hakkı”nı bin bir rica ve yalvarmayla sahiplenmesini istediğimiz “ABD”nin, İngiltere’nin yerine geçmesiyle oluşan “ABD Muhipler Cemiyeti”... Öte yanda Yunanlıların, İstanbul’da çöreklenmiş olan “Mavri Mira”sı, İzmir’i ister; “Pontus”u ise Trabzon diye tutturur, mitsel “Pontus Rum Devleti”ni kurmak için... Atatürk, Yunanı kör eden bu “tutku”sundan ve emperyalizmin “maşa”lığından kurtarmak için dört kez uyardı; ama o anlamadı; sonunda kendini Ege’nin sularında bulunca ayılabildi. Dolaysiyle bugün “komşu”da, Mavri Mira’nın “düş”ü hâlâ yaşıyor olsa da kendi yok. “Pontus”a gelince, adıyla sanıyla simgeleriyle yaşatılıyor, yaşıyor. Temsilcilik (konsolosluk) binalarımızın yanı başında Pontus soykırım anıtları dikiyor. Böylece Söylev’de, Batı emperyalizminin desteğiyle bu tutkunun yaşatılacağı öngörüsünün haklılığı 83 yıl sonra da karşımızda duruyor. Ne ki Atatürk, Türkiye’nin hep göz önünde bulundurması gereken “iki” kırmızı çizgiyi oluşturacakların da “Kürt Teali” ve “Tealii İslam” örgütleri olduğunu açıkça belirtir; üstelik, Söylev’in yalnızca ilk sayfasında değil pek çok sayfasında. Dönemin emperyalizminin babası İngiltere’nin “güdümündeki” “Kürt Teali Cemiyeti”nin Doğu Anadolu’yu içine alan bir “Kürdistan” kurmak için vargücüyle nasıl çalıştığı belirtilir Söylev’de. Atatürk bu “güdümlü”leri ayrı tutar Türkiye’nin yüzlerce yıl birlikte yaşadığı Kürt yurttaşlarından. Topluma yaklaşımı her yöre halkı için aynıdır; sımsıcaktır; bunu anlamak için “Diyab Ağa” ile birlikte oluşturdukları o fotoğraf “karesi”ni görmek yeter... Atatürk’ün, arabasında yan yana oturduğu üç kişiden biridir Diyab Ağa. Söylev etkinliğimizde bu resmi perdeye yansıtınca, çoğu kez büyük bir alkış kopar. Ne ki bu kare, İngiliz maşası Kürt Teali’lerce daha o anda lanetlenmiş, Diyab Ağa gözden düşürülmüştür. Söylemeye gerek yok sanırım, 83 yıl sonra, bugün “Kürt Teali” artık “parti”leşip, “PKK”laşarak, “ABD”nin, “AB”nin türlü bağlamdaki destekleriyle “kırmızı çizgi”yi daha da kalınlaştırmıştır. Söylev’de yine ilk sayfada yer alıp altı çizilen “Tealii İslam Cemiyeti”ne gelince; bunun amacının ne olduğunu, bu amaca ulaşmak için türlü dolaplar çeviren, tezgâhlar kuran, bir “kul” bağımlılığıyla Batı emperyalizminin “kukla”sı olan bu Tealii İslamcılarla savaşımını, Atatürk yüzlerce belgeye dayanarak anlatır Söylev’de. Gerek bu savaşımın anlamını, gerekse “Tealii İslam” örgütünün bugünkü izdüşümünü tartışmayı gelecek yazıya bırakalım diyorum. Ancak izninizle ana muhalefet “CHP”ye bir soru sorarak noktalayayım sözümü. Biliyorsunuz, Atatürk Söylev’i, “CHP”nin ikinci büyük kurultayında okudu, yani Söylev’in tinsel (manevi) sahibi CHP. Acaba 83. yılı anımsadı mı CHP, tek bir tümceyle de olsa. Siz duydunuz mu? Ben duymadım. Parti yönetimine sorsam; “Şimdi bunun zamanı mı?” diye düşünmelerine neden olup onları üzer miyim acaba? Ama bu gidişle de yalnızca Atatürk’ün anılarından değil, “1923 Devrimi”nden de uzaklaşıyorlar. 83 Yıldır Güncel m.velidedeoglu@hotmail.com SAYFA CUMHUR YET 22 EK M 2010 CUMA 16 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ 30 Yıl Önce ve 30 Yıl SonraII Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU Yeni oluşturulan HSYK, ana yasada yapılan değişiklikte de açık ça ifade edildiği üzere artık Adalet Bakanı’nın sadece başkanlığını yap tığı değil, Adalet Bakanı’nın “yö netiminde” olan yani “yönetilen” bir HSYK’dir. Adalet Bakanı’nca yönetilen bir HSYK, mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre nasıl çalı şabilir. 1982 Anayasası ile ortaya ko nulan ve yine daha önce 1981 yılında kurulan HSYK için başkanın “yö netiminde” gibi kavramlar kullanıl mamış iken, şimdi HSYK’nin baş kanın yani Bakan’ın yönetimine bi le sokulması, HSYK üzerindeki amacı da ayrıca ortaya koymaktadır. 2001 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle Adalet Bakanı, Milli Güvenlik Kurulu üyesi yapıldı ğı için, 12 Eylül dönemini hatırlatır casına, o tarihten beri Milli Güvenlik Kurulu üyesi bir HSYK Başkanı bu lunmaktadır. 2010 yılında kurulan Kamu Düzeni Müsteşarlığı bünye sindeki istihbari kurulda Adalet Ba kanlığı Müsteşarı’nın da yer alması ne deniyle, istihbari görev de yüklenen bir HSYK doğal üyesi bulunmaktadır. Oysa yargı ve yargıcın devletin ya da bir başka kurumun yanında olmak gi bi bir yükümlülüğü bulunmadığı gibi tarafsız olmak ve sadece adaletten, hu kukun üstünlüğünden, hukuk devle tinden yana olmak yükümlülüğü var dır. HSYK üyesi Adalet Bakanlığı Müsteşarı aynı zamanda bir istihbarat kurulunun tabii üyesidir. Anayasaya göre HSYK’nin, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi esaslarına göre ça lışması ve karar alması zorunludur. “İstihbaratçı” bir müsteşardan, anı lan anayasal ilkelere uygun davran ması nasıl beklenilecektir? Yargıç ve savcılar hakkında karar alırken hangi kaynaklardan edindiği bilgilere göre hareket edecektir? Adalet için, hukuk devleti için var olması ve de bağım sız olması gereken yargı, giderek tüm erklerin tek elde toplanmakta, bu bağ lamda kavramların da birbiri ile eşit lenmekte olduğu gözetildiğinde, dev letin, yürütmenin, hükümetin “gü venlik organizasyonu” içindeki “si lahsız bir güce” dönüştürülmektedir. Anayasa değişiklikleri sırasında, siyasi iktidar tarafından, “yargının taraf sızlığının sağlanması, özgürlük ve güvenlik ikileminde kalan yargıyı bu ikilemden kurtarmak” gibi söy lemlerin sıkça kullanıldığını hatırlar sak, takıyyenin bir boyutu da burada açıkça görülmektedir. Mevcut siyasi iktidarın ilk Ada let Bakanı, hem HSYK Başkanlığı, hem MGK üyeliği, hem de “hükümet sözcülüğü” görevlerini yürütmüş, bi lahare Başbakan Yardımcısı olmuştur. Bir sonraki Adalet Bakanı, TBMM Başkanı olmuştur. Görünen odur ki şimdiki Adalet Bakanı da süreçte si yasi olarak bir basamak daha yukarı ya çıkacaktır. Bu dönemdeki ilk Müs teşar, seçimler sırasında “tarafsız” Adalet Bakanı yapılmış, sonrasında Başbakan Yüksek Müşavirliği’ne atanmıştır. Sonraki yani şu anki Müs teşar da yukarıda belirtilen yasa ile da ha şimdiden istihbari kurul içine gir miştir. Bu dönemde adalet bakanları nı partileri yönünden başarılı kılıp, on ları bir basamak daha yukarıya taşıyan acaba ne olmuştur? Anayasa değişikliği sürecinde, anayasa değişikliğinin “sivil darbe eylem planı” niteliğinde olduğu tara fımızca defalarca ifade edilmiştir. Uzlaşmaya dayanmadan ve tamamen siyasi iktidar tarafından kaleme alınan ve siyasi iktidarın sayısal çoğunlu ğundan hareketle yasama organında kabul edilen bu metin, kapsam olarak genişliğinden de dolayı, içeriğinden bi le halk yeterince bilgilendirilmediği için, halkoylamasından da geçmiştir. Aynen 1982 yılında olduğu gibi!!! Bizatihi siyasi iktidarın aldığı ve 12 Eylül Anayasası ile çatışan kararı, süreçte “anayasa değişikliği teklifi” adını almış, bu kararın anayasa ile ça tışan bölümleri de, doğal olarak siya si iktidarın sahip olduğu güçten hare ketle, hukuk ve demokrasi kullanıla rak “anayasa değişikliği adıyla”, karşımıza çıkmıştır. Aynen 12 Eylül dönemindeki, Anayasa Düzeni Hak kındaki Yasa gibi. Bu nedenle son Anayasa Değişikliği Hakkındaki Ya sa, 12 Eylül’deki o darbe yasasının açık bir izdüşümüdür. Şimdi HSYK için ya pılan seçimler ve ortaya çıkan model ise 1981 tarihinde ilk oluşan HSYK’ye darbecilerce öngörülen niteliktedir. Yani bu seçimler sivil darbe eylem pla nı niteliğinde olan anayasa değişikli ğinin, eylem ayağını, diğer bir ifade ile sivil darbe ayağını oluşturmaktadır ve sonuçları da sivil darbedir. Yargı içerisinde yapılan bu seçim sonuçlarında bakanlık listesinin yüz de 60 oy oranını yakalaması, anaya sa değişikliği sürecindeki tabanın, bir yönüyle süreçte yargı içine taşındığı nı ve kadrolaşmanın ileri düzeyde gerçekleşmiş olduğu gerçeğini, kesin bir biçimde ortaya koymuştur. Sü reçten herkesin çıkaracağı dersler vardır. Korumasız bırakılan, tehdit ve tehlike altında olan, yargının da öte sinde hukuk devletidir. İçeriği geniş tutulan, her maddesi ay rı oylanmayan değişiklik metni ile in sanlık tarihinin ortak mirasından, ev rensel hukuktan beslenmesi, hukuk ku rallarından esinlenmesi gereken dü zenlemeler, aksine iktidarın anlayış ve projelerine göre biçimlendirilmiştir. Sonuçta da halkoylamasına sunula mayacak bir konu olan hukuk devle tinin devam edip etmemesi konusu, halkoylamasına sunulmuş, insanlık tarihinin deneyimi görmezden gelin miştir. Her yönüyle aydınlatılmadığı ve bu konuda “gerçekleri görmesi perdelendiği için” iradesi dolanılan halkın kararı, iktidarın istediği sivil darbe sürecinin önünü açmıştır. Şimdi HSYK seçimleriyle ortaya çıkan, daha önce görmeyenlerin ve göremeyenlerin görecekleri, gör mek istemeyenlerin de kaçamaya cakları sonuç, askeri darbe ve sü recinin yerini, artık otuz yıl sonra bir sivil darbenin ve sivil darbe süre cinin almış olduğudur. Her türlü darbeye sonuna kadar hayır demek sorumluluğunu taşıyan bir yurttaş olarak ifade etmeliyim ki, erklerin giderek tek elde birleştiği bir sistemde, “hukuku dolanan, de mokrasiyi kullanan” sivil darbeler le mücadele edebilmek çok daha zor dur. Temsili demokrasi prensiplerine uygun olarak doğrudan halktan alın ması gereken siyasi gücün elde edi lebilmesi için, her yönüyle aydınla tılmayan, bilgi kirliliğine boğulan, etki altında tutulan, iradesi dolanılan, seçim barajlarıyla, lider sultalarıyla ira desine ipotek de konulan halka, ger çekler daha fazla anlatılmalı, aktarı larak, yasama ve yürütme organlarında etkinlik kurulabilmeli, bu yetkilerin el de edilebilmesi gerekmektedir. Aksi durumda, ikinci 12 Eylül darbesi, de mokrasinin ve hukuk devletinin so nunu getirecektir. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Çapraz düğmeli, ipek ya da sırma iş lemeli bir tür kısa yelek. 2/ Hastalığın ya da bir durumun en zor anı... Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba ku maş. 3/ Dökümcü lükte kullanılan bir tür kalıp... “Çalma, hırsızlık” anlamında argo sözcük. 4/ Yünlü ya da pamuklu bir tür dokuma... Radyum ele mentinin simgesi. 5/ Adın durum eklerinden biri... Gümüşhane’nin Torul il çesinde bir yayla. 6/ Su kı yısındaki çalı ve ağaççık ların üzerinde de yaşaya bilen bir balık. 7/ Bir mey ve... Dilbilgisindeki söz cük türlerinden biri; adıl. 8/ Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu.... Bilgisayarda, bir kurum ya da kişiye ait in ternet kurulumu. 9/ Türk müziğinde bir dizinin işleniş bi çimine verilen ad... İnsandaki etkisi açısından tanımlanan ışınım dozu birimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dört köşe yelkenlerin yüzeyini küçültme işi. 2/ Sarp ge çit... Eski Türk güreşlerinden biri. 3/ İskambilde bir renk... Pirinç ve şekerkamışından elde edilen bir tür rakı. 4/ İran’da bir liman kenti... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5/ Türk resim sanatında önemli bir grubun ad olarak be nimsediği harfin okunuşu... Alev. 6/ Mavi ve beyaz çiz gili bir cins pamuklu örtü. 7/ “Bakır lengerlerde kızarmış kuzular idi” (Nâzım Hikmet)... İçyüz. 8/ Hava basın cı birimi... İlkçağda kendi yasalarıyla yönetilen kent devleti. 9/ Karar yetkisi olan yönetim birimi... Tramlı elek tronik mikroskop. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M U H A Y Y E R A C A R E R U H D U L P L A T O A B İ Y E T İ K M E L İ S A N E P E L G S R O T B E R A T L A R İ A B E S T A K O F O B İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Temsili demokrasi prensiplerine uygun olarak doğrudan halktan alınması gereken siyasi gücün elde edilebilmesi için, her yönüyle aydınlatılmayan, bilgi kirliliğine boğulan, etki altında tutulan, iradesi dolanılan, seçim barajlarıyla, lider sultalarıyla iradesine ipotek de konulan halka, gerçekler daha fazla anlatılmalı, aktarılarak, yasama ve yürütme organlarında etkinlik kurulabilmeli, bu yetkilerin elde edilebilmesi gerekmektedir. Konya’ya henüz, liman sözü vermedi, Konya Ovası’nı satışa çıkarmadı. Ama Diyarbakırlılara, fabrika veremiyoruz, mealinde modern bir hapishane vaat etti. Diyarbakır’da meydanı çınlattı: “Faili meçhuller meçhul kalmayacak, kalmamalıdır!” Ve devam etti: “Bir gece yarısı sokak ortasında ensesine kurşun sı kılarak katledilen, katilleri gecenin karanlığında kaybolup bir daha ortaya hiç çıkmayan çıkarılmayan faili meç hullerin acısını çok iyi biliriz...” (3 Eylül 2010 R.T. Er doğan) “Çok iyi bildiği” şeyler arasında elbette, “pazarlama” 1. sırada geliyor. Çünkü pireyi deve diye satabiliyor. En son emekliler tanık oldu buna. Sınır boylarını, köprüleri, limanları satmayı en büyük vatan hizmeti olarak sunabiliyor. Bunu da bütün Türkiye ezbere biliyor artık. Acılı sıkıntılı bir ilin halkına hapishane vaat eden bir si yasetçiye Kemal Sunal filmlerinde bile rastlanamaz. Ama o, “Eskisini yıkacağız. Size en modern hapisha neyi yapacağız” sözü verirken, bir düzine fabrika açma sözü verirkenki kadar kendinden emin ve mağrurdu!.. Faili meçhulleri geçtik... “12 Eylül’deki idamları bile” sorgulayacağını ilan edi yordu. Her tür pazarlamanın yani atışın serbest olduğu mey danlar oradaysa, arşın Türkiye Büyük Millet Mecli si’ndeydi. Faili meçhul cinayetlerle ilgili Tayyip Bey ve partisinin ilgisini yeniden test etmenin zamanıydı. Prof. A. Taner Kışlalı’nın katlinin yıldönümüydü. CHP faili meçhul cinayetler için verdiği sayısız araş tırma önergesinden birini daha gündeme sokmaya ça lışıyordu. “Ülkemizin karanlık dönemleriyle darbelerle hesaplaşma edebiyatı yapan” AKP’nin (hadi, ikiyüzlülüğünü, deme yelim) içtenliğini ölçmenin en şaşmaz yolu TBMM’de araştırma soruşturma önergesi vermektir. Kürsüde Ali Rıza Öztürk (Mersin): “1948 yılında Sabahattin Ali’nin öldürülmesinden iti baren sağ veya sol görüşlü sayısız aydınımız katledilmiştir. Bu aydınlarımızın yakınları, Toplumsal Bellek Platformu oluşturmuşlar ve TBMM Başkanı ve partilerle görüş müşlerdir. Tek talepleri cinayetlerin aydınlanması ile za manaşımının işlememesidir. CHP bu konuda 6 Nisan ve 22 Haziran’da önerge vermiştir. Ne yazık ki bu önerge AKP oylarıyla üst üste reddedilmiştir.” Başbakan Diyarbakır’da Kürt asıllı yurttaşlarımıza “kar deş yakınlığı” gösteriyor. Gönül çelmek için Musa Anter’i kastederek “Ape Mu sa’nın (Musa Amca) acısını unutmayız!” diyor. Ama önceki gün belli ki Tayyip Bey’in talimatıyla, AKP, “Ape Musa”nın katillerinin izinin sürülmesi önerisine TBMM’de karşı çıkıyor. Yetmiyor. Ardından da çıkıp, Kemal Kılıçdaroğlu’nu suçluyor: Akşam verdiği sözü sabah unutmakla suçluyor. Başbakan askerliğini kantin yedek subayı olarak yapmış. Ama harp sanatını iyi öğrenmiş: “En iyi müdafaa hü cumdur!” Başbakan, hep hücum ediyor. Hep suçluyor. Konuşmaları hep çarpıtıyor. Suç icat ediyor. Söylenmemiş sözler icat ediyor. Ardından da saldırıyor. Oysa akşamdan verilen bir söz yok. Ama mikrofon en çok ona uzatıldığı için... Kameralar en çok ona yöneldiği için... Ekranlarda en uzun süre o kaldığı için... Ağzından çıkan her söz sabahtan akşama tekrarlanıp duruyor. Ve ne yazık ki “Başbakan sözüdür!” diye de halkımız tekrarlanan bu yalanlara inanıyorlar. Çok şükür ki 100 yurttaştan 42’si Başbakan’a hiç inan mıyor. Bütün mesele bu 42 kişiye 89 kişi daha eklenmesi dir. Bunun için de... Faili meçhul cinayetlerin araştırılmasını inatla önleyen AKP ve Tayyip Erdoğan ve hallerinin teşhir edilmesidir. Aslında, Ali Rıza Öztürk’ün TBMM’de haykırdığı gibi, faili meçhul diye bir şey yoktur. “Faili meçhul bırakılan” cinayetler vardır. Kimin meçhul bıraktığı da artık bellidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle