27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 HAZİRAN 1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 CRAMOFON İĞNESİ SELİM tLERİ Beni yetiştiren öykülerA damÖyküdergisındeyayımla- /M nacağını umduğum bir yazı ^ • J \ azdım. Bu yazıda. Türk hikâ- -X -A. yesı\le. Türkedebiyatiylailgi- lenen Timour Muhidine'in. bir zaman- lann a dergısı çe\ resınde bırleşmiş hikâ- yecılerle bizlenn yetıştigi dönemleri, or- tamlan oranlayan görüşlerine değınme- ye çalıştım a dergisinin simgesel anlam taşıdıgını düşünmüşümdür hep. Çok beylik deyiş- le. "öncii" edebıyatın o dergide temsil edildiğine ınanırdım. Uzun yıllar geçti. Yazıda da belirttigim gibi. dergide yazan hikâyecılerin verimleri. bu yıllar içinde. benden hiç uzaklaşmadı. Geçen sabah huzursuz uyandım. Yazı- da Onat Kutlar'ı ve İshak'ı anmış mıy- dım. birtürlü hatırlayamıyordum. Kop- yasını da bulamadım yazının. Sonra, ilk öykü okumalanmı, beni ye- tiştiren. bana öykü sevgısi aşılayan ya- zarlan. %erımleri yeniden sıralamayaça- baladım. Adeta bir tarihçe çıkarmak is- tedim. Insangençken "okuma günlüğü tutmuyor: oysa ne kadargerekli! Masallar. çocuk hikâyeleri ötesinde, ilk öykü. Reşat Nuri Güntekin'in "Ki- razlar": olmalı. (Adı herhalde "Kıraz- lar"dı. Dılerinı yanılmıyorum.) Bu çok içli, yürek yakan öykü, ılkokul üçüncü sınıf Okuma Kitabı'mızdaydı. Büyük bahçelerindeki meyve ağaçla- nna yoksul çocuklann çıkmasını. kiraz- lar. dutlar. erikler toplamalannı haınce yasaklamış yaşlı bir kan-kocadan yola çıkıyor. cimri ihtiyarlann dış görünüm- lerini dile getirdıkten sonra içteki çağıl- tıya. çıplak gözle saptayamadığımız ıç gerçekliğe akıp gidijordu "Kirazlar." Yaşlı. çökkün kan-koca, yıllar önce. yoksul göçmen kimliğıyle lstanbuFa gelmişler. küçük kızlan.. belki de torun- lan. komşu evın bahçesındeki kirazlan canı çektiğinden yemek istemiş, af açtan düşüp günlerce komada kaldıktan sonra ölmüştür. Şimdi vaşlı kan-koca bürün >oksul çocuklan korumak ıstemektedır- ler... Ne çok aglamıştım! Şimdi bile özet- lemeye çalışırken ıçim sızlıyor. Reşat Nun'den elbette merhameti öğreniyor- duk. Bu merhamet, ılende toplumun mutluluğu içın didinmeye alıp götürebi- lirdi bızı. Bir şey daha öğreniyorduk ama: An- latı sanatlarında dış gerçeklikle iç ger- çekliğin her zaman kolayca örtüşmedi- ğıni. Reşat Nuri örtüşmezliği. uyuşmaz- lığı başka eserlerinde de kaleme getir- miştir. Teknik açıdan en başanlı örnek. Bir Kadın Diişmanı ve Acımak roman- landir Öteki anlaticı tlkinde hoppa genç kız Sara'nın yaz- dığı mektuplar Homongolos'u bize yal- nızca dış görünümüyle tanıtır: çırkin. ür- künç. yüzüne bakılmaz bir adam. Sonra Homongolos kendini anlatacak, iç dün- yasındaki derin incelikleri sezeceğiz. "Öteki anlaticı". ilk anlatıcının yansıttı- ğı her olguyu dış gerçekliğın nasıl çar- pıttığını gözler önüne seriyor. Acımak. babasını anlayamamış, baba- sından se\ gi görmediğine inanmış öğret- men Zehra'nın, bir hatıra defteri. bir öte- ki anlaticı aracılığıyla babasını "gerçek- ten" tanıyıp acımayı öğrenişinin roma- nıdır. Denecek ki, bunlar yazarlığa heves et- miş genç okurlan ilgilendirebılecek an- latım uygulamalandır. Acaba öyle mi? Bir dünya görüşü. bir bakış açısı kazan- dırmıyor mu? Işte okuduğum. unutama- dığım öykülen de hatırladıkça hayata ba- kışımı onlann değiştirdiğini, düşüncele- rimın onlarla gefıştiğini, duygulanmın .-.*,-.« Sait Faik Abasıvamk Oktav Akbal Onat Kutlar lk öykü okumalanmı, beni yetiştiren, bana öykü sevgisi aşılayan yazarlan, verimleri yeniden sıralamaya çabaladım. Adeta bir tarihçe çıkarmak istedim. însan gençken "okuma günlüğü" tutmuyor; oysa ne kadar gerekli! Masallar, çocuk hikâyeleri ötesinde, ilk öykü, Reşat Nuri Güntekin'in "Kirazlar"ı olmalı. Sabahattin Ali onlarla bilendiğıni sezinliyorum. Yalnız öykü de degil, başta şiir, sonra andığım gibi roman. •*K.irazlar"ın etkisi sürüp giderken ab- lamınliseTürkDiltveEdebiyatıkitabın- da rastladığım. Halide Edib Adıvar ım- zalı "Kubbede Kalan Hoş Sada'\a \u- rulmuştum. Okuyanlar hatırlayacak. bu güzel öykü, "1955senesimayısınınbirin- ci günü Istanbul gazetelerinde bomba gi- bi patlayan bir ilân görüidü" rümcesiyle başlar. (Evet. Istanbul; Tsiz bir Istan- bul.) llanda Türk müzısyenlerı için birya- nşma açıldığı yazılıdır. Öykü ilerledik- çe Halide Edib. müzik sanatı aracılığıy- la toplumumuzun birincil ekinsel soru- nu "doğu-ban" karşıtlığında bir senteze varmak ister. O zamanlar "Kubbede Kalan Hoş Sa- da"nın taa 1938"de yazılıp Yedigün der- gisinde yayımlanmış olduğunu bilmez- dim. Halide Edib'in gelecek zamana yö- nelik ıyicil bir ütopyanın ardında oldu- ğunu brtmezdim. Oyküyü, 1960 sonra- sında okumuştum. Durup durup 1955 Ma> ısı" nda böyle bir yanşmanın gerçek- Nezihe Meriç ten açılıp açılmadığını araştınrdım. O günlerin "Istanbul" gazetelerini. an bir ele geçirebilseydim... Okuyamadığım "Yaz Yağtnunı" Yine 1960 sonrasında karşıma çıkan bir hikâye kitabı eniştemin kitaplığında bulduğum, Varlık Yayınları basımı Yaz Yağmuru'ydu. Ahmet Hamdi Tanpınar yazmıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar adıy- la ilk kez tanışıyordum. tlk hikâye. kitaba ad veren "Yaz Yag- muru"ydu. Biraz uzun, çetrefil bırtüm- ceyle mi başlıyordu: "Kapıdan girip de genç kadını bardaktan boşanırcasına yağmurun altında. bir eli bahçenin orta- sındaki kurumuş palmncnin gihdesine dayalı, yüzünde her şeyden habersiz, çok mesut bir gülümseme, adeta onu okşar görünce hakikaten şaşırdı ve kendi ken- dine güldii:'" Tümce sürecek. ama ben burada kesiyorum. Sonradan çok özeneceğim şu sentaks. o zamanlar da beni büyülemişti. bunun- la birlikte "Yaz Yağmuru"nu baştan so- na bir türlü okumazdım. Kitapta yer alan "'Rüvalar' 1 dan. "Bir Tren Volculu- Samet Ağaoğlu ğu"ndan hayli etkilenmiştim. Sıra "Yaz Yagmuru"na gelince, tökezleyip kalıyor- dum. "Yaz Yağmuru". benim için nice za- manlar hep bölük pörçük okunmuş oku- namamış bir hikâye oldu. Çok seviyor- dum, bir yandan da bir türlü bütününe ulaşamı>ordum. Ne \ar ki sanat esen- nin kendini gizleyışleri, kendisine büs- bütün yaklaşılmasına bazen izin verme- yişi gibi ha>atta da bölük pörçük yaşa- nacak, yıne de etkisinden asla sıynlama- yacak ılişkıler tadılacağını, buruklugun tutku>a dönüşebileceğıni "Yaz Yagmu- ru"yla öğrenmemiş miydim? "Hanende Melek^e ağlıyorum Artık lıseliydim. Öyküden biraz uzak- laşmış, roman delısi olup çıkmıştım. Bir yanda Dostoyevski'den. Balzac'tan. Zo- la'dan çevıri romanlar. bır \anda Türk romanının en olası geniş yelpazesı... Tam o sıralar Varlık Yayınları. bu kez de Sabahattin Ali'nin bütün eserleri di- zisine ba^lıyor. Sabahattin Ali'şle hikâ- yeye bırden bire geri dönüyorum. Soluk soluğa okuduğum bu hıkâ>elerden son- 6 DT, en sıknıtılı clöııeıııhıi yaşıyor İZMÎR (Cumhuriyet Ege Bürosu)- Devlet Tivatrolan Genel Müdürü Boz- kurt Kuruç. Dev let Tıyatrolan'nın ma- li açıdan en sıkıntılı dönemi yaşadığını söyledı. Kuruç, 10. Uluslararası İzmir Festiva- li programı içinde yer alan Ankara De\- let Tiyarrosu'nun "•KmayıMiDiye"' oyu- nu öncesi vaptığı basın toplantısında dört ılde venı bölge tıyatrolan kurula- cağını da açıkladı. Nâzım Hikmefin "Kuvayı Milliye" yapıtından sahneye konulan oyunun hiçbir ekleme \ e çıkartma yapılmadan aynen uyarlandığını belirten Kuruç. Türk Tiyatrosu'nda Kurtuluş Savaşı'yla ilgili eserlerin yetersiz olduğunu vurgu- ladı. Kuruç. "Kurtuluş Savaşı üzerine daha çok oyunlar yazılmalı. Yazarian- mız bu konuya ilgi göstermeli. Tarihi bi- linci kazanmak için tarihe yönelip, iyi araştırmalı>ız. Naâzun Hikmet'in eseri- ni, bu konudaki eksikliği kapatacağmı düşündüğümüz için seçtik °dedi. Sekiz ilde 26 sahnede tiyatrosever- lerle buluştuklarını belirten Kuruç. 1996-1997 sezonıında Erzurum, Van, Çorum \e Konya'da da bölge tiyatrosu kurulacağıru söyledi. Tıyatroyu yaygın- laştırmak" içın Büyük Anadolu Turnesi ve festivallere katıldıklannı vurgulayan Kuruç, daha çok sayıda oyunlannın fes- tival programı içinde yer almasını iste- diğini de belırtti. Kuruç, Devlet Tiyatrolan"nın maddi yönden çok sıkıntıda olduöunu belırte- rek, •4 19%vThbütçemiz200mihar.Eko- nomik sıkıntılar nedenhle \apma\ı planladığımız projeleri gerçekleştiremi- yoruz. 1997 >iîı biitçemizin bu projeler göz önüne ahnarak verilmesini umu\o- ruz" diye konuştu. Devlet Tiyatrolan'nın repertuvar sı- kıntısı çekmedigini, yıl içinde oynana- cak oyunlan titiz bir çalışma sonucu be- lirlediklerini vurgulavan Kuruç. "Tiyat- rolarımı/da 640 sanatçı bulunuyor. DT"de çalışmayan sanatçı \ ok, çalıştinl- mayan sanatçı %ar. Bu da sanatçıların degil. yönetimin hatasıdır. DT Genei ıM üdürlüğü sanatçılarla her > ıl sözleşme >apıyor. Bu sözleşme 15 haziran ilc 30 ağustos tarihleri arasında gerçerlidir. Sanatçı. bu tarihler arasında boş kalıyorsa. bu vönetimin hatasıdır. DT'de bu yıl bö\le bir sorun \aşanmadı. Çalışma>an sanat- çı kaimadı. Ama, bazı nedenlerden ötü- rü ovunlarda görev aJma>an 3-4 " dedı. ra, hikâye yazmaya kesenkes karar vere- cegim. Sabahattin Ali'nin taşra, kent ve kasa- ba yaşamasının. köylerin, Anadolu ger- çekliğinin hikâyecisi olduğu söylenegel- miştir. Sanınm şunu da eklemek gerekir: Sabahattin Ali. toplumsal bozuk düzen- den benlığin sarsılışlannı, yaralanışlan- nı ınanılmaz bir ustalıkla kaleme getir- dı. Handiyse okurunu isyana çağırdı. Bu öykülerin kişilerini yanı başımda görürdüm. Özellikle Hanende Melek'in ardıma takıldığını. kimileyin boğunçla- ra sürüklediğini söylemelıyım. Okur okumaz. Hanende Melek içın hıçkıra hıçkıra aglamıştım, öyküdeki kız çocu- ğu için de. Sonralan kendi yıkık hayatlanna kar- şın sonsuzözverilenndencaymayan, ka- dınlı erkekli, pek çok Hanende Melek'i gerçek dünyada tanıdım. Ama önce öy- küsel dünyada!.. "Hanende Melek"i okumasaydım, ötekileri, belki de kavra- yamadan. duyumsayamadan geçip gide- cektim. Sabahattin Ali'nin toplumsalcılığına karşıt gibi gösterilmek istenmiş birey- selci Sait Faik'i de yaklaşık o dönemde okudum. Bireyselciama, MemetFuat'ın saptayımı\la: "Geleceğe güvenin yerini güvensizlik, umutsuzluğu, karamsarlıgı besleven bir güvensizlik'1 ortasında yaz- dıgından. okurunu ister ıstemez toplum sorunlanna, yerleşik düzen ahlakına, iki- yüzlü aşama bıçımlerine açmıyor muy- du° Örnekse, "Haritada Bir Nokta" öykü- süyle 'haksızlık', "emeksömürüsü" ka\- ramlannı bilimsel kitaplann sağlayama- yacagı bır duyarlık fırtınasmda yakala- mıştım. "Mahalle Kahvesi"ni, "Son Kuşlar"ı unutmuyorum. Hiçbiröyküsü- nü unutmuyorum Sait Faik'in. Rastlantılar beni, şair diye bildiğimüç gızli hikâyeciyletanıştıracaktı: CahitSıt- kı Tarancu Zha Osman Saba ve Orhan \eli Kanık. Cahıt Sıtkı'nın tektük. gelge- lelım hepsi derinlikli öykülerınin bugün yitıp gıtmış olmasına şaşıyorum. Orhan Velı'nin öykülennin benim duyduğum se\gi\le okunup okunmadığını. bugüne ne ölçüde ses yönelttiğinı kestıremıyo- rum. Geçmişi unutmamak Mesut İnsanlar Fotografhanesi, Deği- şen İstanbul kıtaplannın yazanna gelin- ce; Ziya Osman Saba olmasaydı, bence 'yazar'ın en büyük kaynağı olan 'yaşan- tı'>ı, 'birikim'i. 'geçmiş'i kavrayamaya- bilirdim. Kısacıkömründe Proust'la yanşabile- cek öyküler kaleme getirmiş Ziya Os- man Saba, yıtinlmiş. 'geçmiş ola^.' bir zamanı yazıda yeniden yaşatmakla kal- mıyor. bu 'yazı muctzesi'nın yanı sıra, ınançtan yaşama biçimine, Cumhuri- yet'ın ilkkuşağının bütün duyuş, gönül, kültür. görgü tanhini yazıya geçiriyordu. Onun "Ne\eser"i Istanbul denizlerin- de, iskeleden ıskeleye dolaşıp durmuş bır vapuruanlatır. Adı Neveser olan bu vapuru ne gördüm, ne tbtoğrafına rast- ladımbu vapurun. Yazar öylesine güzel. candan anlatmıştı ki Neveser'i, taşıtlann. eşyaların. adeta her cansız birimin de bizlergibı yaşadığına inandım (hâlâ ina- nınm). Zaten sonra bir gün, neredeyse otuz yıl sonra, İstanbul Ansiklopedisi'nde Eser Tutel'ın kaleminden "Neveser Vapuru" maddesinı okuyunca ve Neveser'in -ga- liba Üsküdar önlerindeki- fotoğrafını gö- rünce inancımda yanılmadiğımı anla- dım: Işte eski bir dostuma kavuşmuş- tum!.. Öyle günler, öyle yıllardı ki, artık Ok- tay Akbal. Necari Cumalı, Sabahattin Kudret Aksal, Nezihe Meriç hikâyeleriy- le tanışıyordum. Oktay Akbal'ın "Ester ileRosa T> sı. insanlığın büyük ülküsünde, sıyasi harita sınırlannın hemen hep ne ka4ar uygarlık dışı kaldıgını anlatıyordu. Necati Cumalı'dan "Yalnız Kadın" haya- tımın en içli aşk serüvenine yol açtı. Sa- bahattin KudretTe soyutlamayı, Nezihe Menç'le aynntıların şiirini ögrendim. Onlar benim en yeni öykülerim, en ye- ni öykücülerimdi... Dönüp dolaşıp akhma takılıyor. Adam Öykü'ye verdiğim yazıda a dergisi ya- zarlanndan söz açarken Onat Kutlar'ı unuttum mu? Şimdi bu yazıya bakiyo- rum. beni yetiştirmiş olan ne çok öykü- \ü anmamışım. Çok sevdiğim Samet Ağaoğlu öyküleri: "Sağır Yah". "So- kak". "AhmetSârnin Korkusu"... Koca bır paragraf gerekmez miydi? ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Olmaması Gereken Bir Bakantn Anatomisi... Tarih, "olması gerekenler "kadar "olmaması gere- kenler"e ilişkin örnekleri de sergileyen bır dağarcık olmasaydı eğer, ibret dersı niteliğinden herhalde çok şey yitirirdi. Bu gerçeği göz önünde tutarak bugünkü Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner'in düşünce tarihimize geçmesinde ve o tarıhın sayfalarından hiçbir zaman çıkarttlmamasında çok büyük yarar görüyorum. Çün- kü geriye baktığımda. bır ülkenin kültür ve sanat ya- şamı bağlamında "olması gereken "ı sergileyen ba- kanlardan yana gerçekten onurlu örneklerden yok- sun sayılamayacağımızın ayırdına varıyorum. Bu doğrultuda bir Hasan Ali Yücel, bır Ahmet Taner Kışlalı, bir Namık Kemal Zeybek ve bır Fikri Sağ- lar, aklıma geliveren ilk adlar. Bunların ve bunlara hiç kuşkusuz eklenebilecek daha başka değerlı adların bakanlıkları sırasında sergiledikleri anlayışlarda be- lirginleşen en önemli ortak yanları, ülkelerınin insan- lanna güdülecek bir koyun sürüsü gözüyle bakma- maları, bulundukları makamı insanlara -o insanların bireyliklerini ve düşünebilme yetılerini yok sayarak- neyin iyi, neyin kötü olduğunu zorla, gerekirse yasak- lamalarla öğretmekle yükümlü bir makam saymama- lan olmuştur. Geidikleri makamı ancak onurlandırdık- lan söylenebilecek olan bu insanlar, yalnızca düşün- ce ve sanat yaşamını özellikle kaynaklar bağlamın- da zenginleştirmeyi hedeflemişler, buna karşılık dü- şünce, sanat ve edebiyat ortamlarındakı tüm değer- lendirmeleri, o ortamlann kendi doğal akışına ve de- ğer ölçütlerine bırakmışlardır. Uygulamada ümmet toplumun yapısal özellikleri- nin henüz egemen olduğu bir dönemde, aydınlan- manın yolunun ancak dünyanın bütün düşünce zen- ginliklerini özümseyebilmiş bireylerden geçebilece- ğine inanarak Doğu'nun ve Batı'nın klasiklerini çe- virtmeyi -o zamanın dar parasal olanaklarına karşın- devlete ait bir temel görev saymış olan Hasan Ali Yü- cel'in kısacık bakanlığı sırasında, devlet elıyle bir çe- viri dergisi çıkarma çabasma girişen Ahmet Taner Kışlalı'nın Nâzım Hikmet tartışmalarına "Her yazar okunabilir ve sahnelenebilir" anlayışıyla yaklaşan Namık Kemal Zeybek'in ve nihayet devletin sınema- ya ve tiyatroya destek vermesini kurumsallaştıran, Köy Enstitüleri üzerine yayımlattığı nefis bir kıtapla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarının en temel kurumlarından birinin belgelerle bugünkü kuşaklara aktanlmasını sağlayan Fikri Sağlar'ın yaptıkları, bi- raz yukanda söylediklerimizin kanıtıdır. Bu örneklerle karşılaştırıldığında. Agâh Oktay Gü- ner, "olmaması gereken "\ kişilığinde neredeyse bü- tün öğeleriyle, eksiksız bir biçimde birleştiren bır Kül- tür Bakanı örneği olarak büyük tarihsel önem taşı- maktadır. Çünkü kendi ülkesinde, kendısinden fark- h görüşte olan aydınlar ve sivil toplum örgütleri için yalnızca "alçaklar" ve "alçakça" gibi nitelendirmele- ri uygun görebilen, böylece de bulunduğu makama en basit nezaket kurallarını bile bilmediğini göstere- rek gölge düşüren bu "kültürf!)" bakanı, genel psi- kolojik anatomisiyle de ilginç bir tablo çızmektedir. ömeğin, bu bakana göre kendisinı eleştiren kuru- luşlar, çoğunlukla bir önceki bakan dönemınde dev- letten destek gören, şimdi ise bu desteği yitirmış ku- ruluşlardır. Bu anlayış, şimdikı bakanın devlet des- teğine bir tür "ulufe" gözüyle baktığını, herhangi bir otoritenin kendi ideolojisini vurgulayacak eserler ıs- marlaması ile sanatın kendi özgürlüğü uğruna des- teklenmesi arasındaki farkı anlayamadığını göster- mesi bakımından çok düşündürücüdür! Yine şimdiki bakan, Fikri Sağlar döneminde füm- lerine destek sağlanan birkaç yönetmeni bırden eleş- tirmekte, onlann filmlerini desteklemeye değer bul- mamaktadır. Böylece şimdiki bakan, "parayı veren düdüğü çalar" anlayışını, devletin sanat ve kültür politikası açısından da bir ilkeye dönüştürmek ıste- mektedir. Bu anlayış, gelecekte belki de gündeme "devlet desteği" ile çevrilen fılmlere, örneğin birer "devlet senaryosu" yazma zorunluluğunu getirebi- leceği için son derece ilginçtir. Hatırlanacağı üzere. Sayın Fikri Sağlar. destek sağladığı bazı filmlerden ötürü kendi döneminde de eleştirilmiş. ama bu eleş- tiriler karşısında, "Bakanlık destek verir, ama ışin sa- nat yönüne kanşamaz!" diyerek örnek bir aydın tav- n sergilemişti. Bu tavır ile şimdiki bakanın film gös- terimlerini yasaklayan belediye başkanlannı kutlayan tavrını karşılaştırmak bile şimdiki bakanın ne kadar kusursuz bir "olmaması gereken" örneğini sergile- diğini göstermeye yeterlidir. Türk halkının "manevi değerterini" yalnızca ken- disinin bildiğini varsayıp bütün farklı fıkirlere ve eleş- tirilere "alçakça" damgasını basan şimdiki yasakçı "kültür" bakanının bir eşıni günümüz dünyasında bulabilmek, artık pek olası değildir. Buna karşılık 1930'ların, 1940'ların Almanyası'na geri döndüğü- müztakdirde. örneğin Hitler'ın ünlü propaganda ba- kanı Goebbels ile şımdıkı bakanımız arasında ılgınç benzerlikler bulabilme olasılığı vardır. Bilindiğı gibi Goebbels de Alman halkı, daha doğrusu Alman ırkı için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu yalnızca ken- disinin ve efendisinin bilebileceğine inanmıştı. Kendi halklarının düşünme ve değerlendirebilme yetilerini, aslında o yetiden korktukları için yadsıyan ya da boyunduruk altına almaya çalışan sıyasilere. tarih her zaman ancak kara sayfalarım ayırmıştır! T ü r k i y e ' d e i l k d e f a MÜJDAT GEZEN SANAT MERKEZİ KİLYOS MSM YAZ KAMPI (IO-IT Y^ Tiyatro Bölümü: Müjdat Gezen yönetiminde Futbol Bölümü: Rıdvan Dilmen yönetiminde Müzik Bölümü: Melih Kibar yönetiminde Tıyatro-Futbol-K.Gitar-VoleyboI-Org-Solfej-Basketbol-Satranç-Tenis Resim-Masa Tenisi-Dart ve Hobiler (Her bölüme sadece 20 öğrenci alınacaktır) Cumartesi Pazar dışında hergün 09.00-18.00 arası kapıdan kapıya teslim. Yemek, kahvaltı, spor çantast ve fnalzemeler. Adımız Güvencemizdir. Cocuğunuz kisilik kazanıyor. Bizi arayın. Broşür isteyin. Temmuz ve Ağustos kayıtlarımız basladı. Kontenjanımız sınırlıdır. Kayışdağı Cad. Ziverbey Durağı No:48 Kadıköy Tel: 348 80 72/73 - 346 51 09 Faks: 348 80 74 de bilet var! 3. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'nde biletler. Atatürk Kültür Merkezi Fuayesi'nde ve Capitol Alışveriş ve Eğlence Merkezi nde kurulan Caz Festivali gişelerinde satışa sunuluyor. AKM gişe telefoniarı: (0 212) 252 99 56 ve 252 99 77 Capitol gişe telefonları: (0 216) 391 19 20'den dahili 333 veya 600 intemet: http://www.istfcst.org Festıval Sponsoru ^OYAKSiGORTA V HEMAPU Btt ilaıı Cumhuriyet gazetesinin iatkılanyla yayınlanmijtır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle