27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
: 17EKİM1996 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 CRAMOFON ICNESI SELİM İLERİ Hulki Aktunç'la Oyküler, Yıllar...- Sevgili Hulki dörthikâye kJtabın. Gıde.iler Dönme- yenler. kjrtanlmış Haziran, Ten ve Gölge. Bir Yer Göste- ricinın Hayatı.ildcilthalinde yeniden >a>ımlandı (t>i Şey- İer Yavıncılık). Ben, huyum ve su> um gereği, biraz geçmi- şe dönmek istivorum şimdi. 1965 sonrasına. Kadıkö- yü'ndeki odanı hatırlnorum, gençlikevinde. kitaplarla do- lu odanı. Kitap se\gisi nasıl başladı? Hikâ>e >azma se\- dası nerede \akana yapıştı? - Benım olan ilk kıtap han- gisiydi, çok ıyı anımsayamı- yorum. Ama benim olan ilk öykü. ilk söylence nedır? Öniarıaçıkça şimdi biledin- leyebilıvorum. — — ^ — — Babam uzun kışgecelerinde eski halk öy- külennı. >al- . vaçların kıssa- ,- lannı okurdu. Annem \e bız üç erkek kar- deş çavlanmı- zı içer dinler- - dik. Uykumuz gelse de dıre- nirdik. Tahır ile Zühre. ço- cuk kafama "aynhk ve ka- Mişma" ızleğı- ni övlekazımış ki. uzun vıllar sonra Zeki Coşkun. "Siz- de.heryazdığı- " nızda ağır ba- san izlek Ka- vuşma\eAyn- lık" deyince şaşırmıştım. :Bir de, Nuh ' Yahacın Öy- ^ ~ ~ ^ ~ " küvdü: o da bende üretıcı \e yaratıcı yalnızlığın kaynağı- dır belki. Benzer bıçımde. al- dığım ilk kitaplardan biri Maymunlar Adası adlı bır ökyüydü. bır çocuk Robın- son öyküsü. Ilkokulun beşin- ci sınıfındaydım; artık dört raflı bir etajerim vardı. Ders • kitaplannın vavaş yavaş el etekçekmeve başladığı rafla- n romanlar. oyküler doldu- -ruyordu. Reşat Nuri'nin "Damga" romanını bir rast- lantıvla edinmiş olmalıvım. Okudum. Şaşırdîm. Değışik- ti. Özellikle son cümle. "Ha- yatımı bir vehme kurban et- miştim". beni çarpmıştı. Neydı orada değişık olan' 1 Bilemiyordum. sezıyordum. Onun ardına düştüm. De\ ım yerindeyse. "onun diğerle- ri"ni aradım. Orıaokulday- ken. Üsküdar'ın arka sokak- larından birınde bir kesekâ- gıtçı keşfettim. Adam. küçük boylu kitapları (kesekâğıtlık olmayanlan I bir köşeye ayır- mıştı. çok ucuza satıyordu. Ikinci okuma şokunu yaşa- dım: Kafka'nın "Ceza Sö- mürgesi*" ıle Orhan Ke- nıal'ın "Baba Evi"ni. "Ava- re Yıliar"ı alıp okudum. Şiir \e övkü karalamava başla- dım. Sonunda, 1963'te ço- cuksu notlarla başladığım Günceler beni \ azmava i\ ice bağladı. Lise 2"de bir duvar gazetesi çıkanyordum artık. Orada şıırlerimi deöyküleri- mıdeyayımltyordum. "Gök- çe Böcek" adlı bır uzun-şiır vazmıştım. "Tenekeci Ah- met'in Elleri*4 . aldatılan bır kocanın öyküsü\ dü. Hâlâ sakianm. 1965 sonrasında. ta 1976"\ a kadar. öyküye. öykü üzerine yazı ve denemelere ağırlık verdim. Işte. bugüne gelmede vola çıktığım bir iki nokta. - Gidenler Dönmeyen- ler'den bu yana tam yirmi \ıl geçmiş. Ama senin Gidenler Dönmeyenler'e haarlık dö- neminin yakın tamğıyım. Ya- zardın-yazardın. vayımla- ^ — maktan uzak d u r u r d u n . Bir sözcük üzerinde gün- lerce kararsız kaldığını bili- rim. Edebiyat elbette bir sa- bır, çıdam işi. Yinedebö\le- si bir sabır için neler gönlü eğithor? Sevgıh Selim. ger- çekten, kulağı çınlasın bizim Taylan Al- tuğ'un yan :>aka yarı cid- di beni ııkala- lıkla suçladı- ğını bugün gi- bı anımsıyo- rum: "Ya, >a- yımlasana be adam!' 'Iyı de. beni çok ^ _ _ ^ ^ _ _ ^ korkutan bir ~ ^ ~ " ^ ~ ~ " şey vardı: Yazmava. e\et. tutkundum da. bunun öyküye ne getıre- ceği üzerine sorularım var- dı... Tomris l'yar. bır "düel- lo**dan söz eder. ben de hem o yıllarda hem bugün. her- hangi bir sanat yapıtının bır meydan okuma olduğunu düşünüpdurmuşumdur. Kor- kunç olduğu gibi kışiyi ken- disinegetirici soruda şu\du: Kaikıştığın işın öncesınde. öyküde, şıırde ya da başka herhangi bir alanda ne eksık gördün ki onu tamamlamaya çalışıyorsun' 1 Beni yasımla- makta ikileme düşüren so- ru... Sonra. bir işin ya\ ımlan- dığında senden kopup gidi- yordu: artık el süremeyecek- tın ona. Bu gerilime katlana- mayacağımı sanıyordum. sonra katlandım. - İvi ki katlanmışsın. - Sağol. K.ısacası. gönlümü kendim eâitmiş gibi görün- sem de. bizden öncekı ustala- ra duyduğum hayranlık eğit- mişiir. Türkçenin ulaşıldıkça uzaklaşan. tarihsel derinliği baş döndüren büyüsü eğıt- mişür beni. Dede Korkut. eğittı. \unus Emreeğıttı, Âşıkpaşazade eğitti. Evliya Çelebi eğitti. Fuzuli eğitti. Halid Ziya. Reşat Nuri. sonra Nâzım Hikmet Sait Faik, Sa- bahattin AIL Tanpınar, Kemal Tahir eğitti... Behçet Necati- JD ir kent öykücüsüyüm; kent insanlannın da, şu ya da bu biçimde (kendi 'cemaat'leri içinde bile) kıyıda köşede kalanlan beni hep ilgilendirmiştir. Bu açıdan bakarsak. dört kitabımda da hep 'özeF hattahayli kendisine özgü insanları anlatmaya çalıştım. 7 azdım: yazmaktayım: böylece bendeki başkalarını, başkalanndaki beni bulmayı bulabilmeyi umuyorum. Yazıyorum, çünkü yan yana gelmemiş sözcükler var daha. İyi, güdüler \ e dürtüler böyle ya da bunlara benzer olunca. edebiyat gündemin birinci maddesi nasıl olsun! Politik kültürü giidük ve habis olduğu için kültür politikası da olmayan. olamayan bir ülkedeyiz. gil'ınçılesı eğitti. Saymakçok güç. saygısızlık hatta. «-*«* - Hemen günümüze srçra- yacağun: Giinümüzün \azısı- na-vizisint' baktıgında aynı ti- tizlik-de\iş} erindeyse-man- \aklığını saptnor musun? Özellikle diL anlatım konu- sunda? - Bunu her yazar kendisi yanıtlasın istenm. Dil tek ge- reç, aniatım ile biçem de ol- mazsa - olmaz çalışma araç- ları Yaşamı yazmaktan "yaz- mayı yaşamak"a. oradan da > ine yaşamı yazma\ a gitme- yen. bu süreci sürekli yaşa- mayan. ne yaşamı yazabilir ne de yazmaşı yaşayabilir. Bu açıdan bakıyorum: bek- ientilerim var: ne iyımserım ne de kötümser. İşte. ilgiyle bakıyorum. - Özellikle Gidenler dön- meyenler ve Kurtanlmış Ha- ziran. çalışan insanın hayatı- na açılır. Çalışan insan der- - ken. zanaatkâr-küçitk esnaf dümasını sö>lemek isti>o- rum. Sözgeiimi, "Göz Bağı". bılirsın. çok sevdığım "V'ıl YJdan Uzun" ö\ külerı. Ken- di ö> küeülük dünyanı o züm- reyle mi sınırlandınyordun* Ya sonralan? Sözgeiimi •*^bsmafincanı"na dogru açılı^'.' - Bıryerde, Sabahattin Ali çizgisi, Sait Faik çizgisi ve diğeröncü çızgilerin bir bile- şimıni aradığımı. hatta cüret- le "aradığımızı'ı sövlemış. dilımizın bugüne taşınama- mış. en eski kavnaklarda bir gizilgüç olarak kalmış zen- ginliklerinı de bir dayanak olarak gördüğümü belirtmiş- tim. İlk iki kitabımda. diğer ıkisinın çekirdeklerı. ipuçla- n \ardir. Bir kent övkücüsü- \ üm: kent insanlannın da. şu yadabu biçimde (kendi "*ce- maat'lerı ıçınde bıle) kıyıda köşede kalanları beni hep il- gilendirmiştİRBu açıdan ba- karsak. dört kitabımda da hep "özel" hatta hayli kendi- sine özgü insanlan anlatma- ya çalıştım. 1. kitabın Saatli MaarifTakvimi yapraklann- daki söylencelere sığınmış "yazılamamış bir günlük"çü- sü ile "yosmafincanı" tarih- çı arasında bü\ük fark \ok- tur. 15-16 Haziran olaylarını "dışandan" anlattığım ıleri sürüldü. Oysa, Kadıköy ıske- le alanının anısı olan piyade tütegi mermi kovanını (evet MKE68.\aşıyordukıçlann- dal hâlâ saklıyorum. Hah. şimdi o "Kurtanlnuş Hazi- ran" ki'abındada \osmafin- canları \ardır: Örneğin "Şey- tan Sütü"nün kişileri. "Vedi Askı"nın kişileri. Toplum de- ğil de topluluk(cemaat)k;in- deki birey-oluş çabaları bu öykü dramatiği başlangıçtan beri benimleydi. - Bir tek tema, koca bir ya- zar yaşamını alır görüriir, doğru. Sen topluluk derken, kuşak kavramını düşündüm. Birdönemlerde bizim kuşak- tan-si/in kuşaktan çekişme- leri gündemde> di. Seninle ya- şıtızve}aşıtımızsa> ılabilecek başka yazar dostlar \ar. Biz bir kuşak oluşturduk mu sen- ce? Bence oluşturmadık. her birimiz ayn yolda yiirüdü. Bö> lesi mi doğruydu diye dü- şüniiyorum bugün... - Degişik değişik kuşak ta- nımlan. anlayışlan var. Akım tanımlan da öyle... Öte yan- dan. U Bİ2 bir kuşağu" deni- lerek kuşak ^ — ^ — ı olunmadığı gibi.değildik demekle de temeldekı ki- mi benzerlik- ler ortadan kalkmıyor... - Var mı böyle temel benzeriikJer? - Var. Sen de yaşadın. biliyorsun: Gerek öykü- nün geçmiş- teki adları (bak, ustalan demiyorum) gerek öykü- nün güncel taşıyıcılarına bizim çıkış dönemımız öykücüleri olumlu an- lamda aşırı bir ilgı gös- terdiler. Bir ^ ^ _ ^ ^ _ _ Kenan Hulu- si kitabını bulamazsak hasta olurduk. Öykü yazmakla kal- madık. övkünün dününü in- ce ince araştırmak da istedik, doğrusu yanlışıyla inceleme- ler. eleştirıler yazdık. Bile- şim peşindeydik; sait Batı'ya bakmak \a da sait kendi ge- leneklenmize gömülmek gi- bi sert ve ters ikilemlerimiz olmadı. Öykülerimizin özle- rini doğrudan aktanp işi bi- tirmek kolay iıgına sapma- dık; yeni şeyler anlatacaksak yeni biçimlerin. biçemlerin ardında uğraşıp didinmek de. yine önemlı bir ortak çizgi. Hem deyok tabiı "kuşaküre- tici benzerlik"ler; öykümü- zün 1965 sonrasındaki par- lak çıkışı Yeni Hikâye. Yeni- lik Hikâyesi diye adlandınl- mak istendi. Bu da bir kuşa- ğı belirlemekten çok. öykü- nün yükselişini belirlemiş ol- du. Özellikle Papirüs ve Ye- ni Dergi bu yükselişin tanık- lanyladolu; ama u kuşakder- gfleri" o 2 dergi zenginliğin- de tanık getirmiyor. - Peki, hikâyeyle birlikte şi- ir, roman, sözlük. değini... Hangisiyle en çok mutJu ol- dun? Yann için neler tasarh- yorsun? - "*Tamam, oldu galiba" dediğim her sonuç beni mut- lu kıldı. Birkaç yıldır şiirin vanı sıra veni övkü kitabımı debiyatın gerçekten tutkunlan, okurlar, yazarlar, bir misyon edinmiş yayınevleri. yıllardır çete savaşı veriyorlar. 65 milyonluk ülkemizde yüz bin baskısı yapılan edebiyat yapıtı büyük başan kazanmış oluyor; yazan, yaymcısı da bu rakamlarla böbürleniyor. ' 13 - 18. Yüzyıl Türk Halılan' sergisi 12 kasıma dek Türk İslam Eserleri Müzesi'nde Türk hah smıatuıııı 600 yıl SEZA SİNANLAR Türk İslam Eserleri Mü- zebi.Tekstilbankın 10. ku- ruluş yılı nedeniyle düzen- lediği önemli sergıye ev sa- hıpliği yapıyor. 13-18. Yiiz- )il Türk Halıları adını taşı- \ an sergıde. o yüzyıllara ta- rihlenen Türk halılarırun \anı sıra. Türk halılanndan etkilenmış başka kültürlere ait eserler de yer alıyor. Şimdive kadar düzenlenen bırçok sergiden farklı ola- rak. vurtdışındakı müzele- rınkoleksivonlanndabulu- nan çeşitii yüzy ıliara an ör- neklerin de sergi kapsamı- na alınması büyük önem taşıyor. 12 kasım tarıhıne kadar açık kala- cak sergi. daha önce Türk tslam Eserieri Müzesi deposunda olduğu için teşhir edilemeven eserleri de görmek açısından. değerlendıril- mesı gereken bır fırsat olarak nite- lendirilebilir. Tekstilbank'ın girişimleriyle ve Türk İslam Eserleri Nİüzesi Müdi- resi Nazan Ölçer'in çabalanyla açılan sergsye katılan yabanci mü- zeler şövle:Berlin Devlet Müzeleri -İslam Sanatı Müzesi veBerlin Mil- 11 Tablo Galerisi, Budapeşte Tatbi- ki Güzel Sanatlar Müzesi. Varşova MilliMüzesi. Konya Mev lana Mü- zesi. Istanbul V'akıflar Müzesi ve Türk İslam Eserleri \füzesi. Sergi- _ve katılan tek koleksiyoner ıse 'Ti- betGnıbu* adıvla bilinen halıları- rın sahibı E. Heinnch K.ırchheım. 12 ve 13. yüzvıla tarihlenen ve al- t yıl önce Tibet'te bir mabette bu- lunan dokumalar. o vıllarda çok pa- halı olduklan ıçın Türk müzelerın- ce ahnamamıştı. "Türk halılannın çok eski çağ- lardan beri. önce Akdeniz ülkele- rinden başlay arak.giderek tüm Av- nıpa'ya ihraç edildiği bilinmekte- dir. Bu ihracahn sadece Batı'v a de- ğjl, Doğu'ya da yapılmış olduğu. çe- şitli kazı buluntularından ve yakın tarihte Tibet'te ortaya çıkan san- sasyonel halılardandaha iv i anlaşıl- nıaktadır" diyen Türk İslam Eser- leri Müzesi Müdürü. Nazan Ölçer. dünyada "ilk kez' düzenlenen ser- gide: en eski Türk halılarına örnek oluşturması açısından önem tası- yan Tibet grubunun yanı sıra. Is- pama. Kahire (Fustat)ve Transil- vanya'dan da örneklerin yer alma- sının. Türk halılannın varlık'gös- terdiğı coğrafyanın gözler önüne serilmesi açısından önemli oldu- ğunu söylüvor. Erken dönemlenn hayvan fi- gürlü halılarının zamanla bitkısel ve geometrik kompozisyonlarla yerdeğıştirmesini. bölge bölge ve yüzyıl yüzvıl gösteren serginin. bir diğer özelliği. eserlerin cam ya da benzer bir muhafaza içinde değil de duvarlarda asılı olarak sergilenmesi. "Halıcılığımızın en paıiak döneminde başta Berga- ma olmak üzere olan Demirci, Se- lendi. Kula. Gördes. Ladik gibi yeıier önemlerini korumuşlardır. Ancak 16. yü/yıldan itibaren en büyük dokuma merkezi olarak l şak'ın belirdiğini görmektejiz" diven Nazan Ölçer, madalyonlu. yıldızlı ve kuşlu tipleri ile Uşak halılarının serginin en çok ilgı uyandıran dokumalan olduğu gö- rüşünde. \'aklaşık altı a> lık sıkı bır çalış- madan sonra oluşturulan serginin en dikkat çeken eserleri arasında. u sergi çerçevesinde dünyada ilk kez Türk halılannın bilinen en eski örneklerinden başlayarak en parlak dönemin sona erdiği 18.yüzyıladek tarihlenen çeşitii boyutlardaki 170 hah. çeşitii müzelerden toplanarak biraraya getiriliyor vebütün gelişim çizgisi içinde sunuluvor. Türk halı sanatmın, belirlenen yüz- yıllar arasındakı gelişmelerini \e başka kültürlere ait örneklerle kar- şılıklı etkileşimini de görteren, 15. \ üz\ ıla tarihlenen "Ejder ve Züm- rüt- ü Anka Kuşu" desenli bir Ba- tı Anadolu hajısı. Osmanlı sara> halılarına bü\ük etki eden Mem- luk halıian ile Cri\elli. Hans Hol- bein. Lotto ve Memlinggibi Avru- palı ressamların 16. yüzyıl ve 17. yüzyıldaki vapıtlannda yer aldığı için v ine bu isimlerle anılan Ana- dolu \e Uşak halılan. Başta konuvla ilgili Türk ve ya- bancı akademisvenler olmak üze- re çok sayıda merakltnın beğenisi- ni kazanan sergıde çeşitii boyutlar- da toplam 1 "'O halı bulunuvor. Bövlesıne kapsamlı serginin oluşunıu hakkında görüştüğümüz Tekstılbank pıar vetkılisı Engin Akın ise serginin getırdıği en bü- yük kazancın depolarda kötü ko- şullar altında bulunan ve ödenek yetersizliğiyle ona- rılamayan 94 halının ona- nlması oiduğunu belirtti. "Sergıde gezerken farkedil- diği gibi bizim müzemizde bulunan bir 17. yüzyıl halı- SL başka ülke koİeksr»onun- daki bir 15. yüzyıl balısın- dan daha yıpranmış görü- nüyor. Bu üzücü bir şey, ama bunun tek sorumlusu da müzeler değiL Gelenek olarak bizde halı yere seri- lir. Avrupa'da ise daha 15. yüzyıldan itibaren halılar özel günlerde pencereler- den sarkıtılan ya da önem- li toplanhJarda masa örtü- sü olarak kulianılan domestik eşy a niteliğindedir. Biraz da bu nedenle onların elindeküerdaha iyidurum- da" dıyen Akın, Türkiye'de kolek- siyonerliğin henüz gelişmemış ol- masının da bir eksiklik olduğunu belirtiyor: "Koleksiyonerlerin kişi- sel çabalan da işin içine girince mü- zeler rahatlıyor. Ancak günümüz- deki koleksiyonerler daha çok kü- çük objelere yöneliyorlar. Halı alıp evinin duvanna asan koleksiyoner yok ne yazık ki" Halı sanatımızın tanıtılmasında müzelerde sergilenen eserlerden çok depolardaki sayısız eserin or- taya çıkarılmasının daha yararlı olacağını bildiren Akın, bu konu- da öncelikle tekstil alanında çalı- şan firmalann başı çekerek, özel kurumlarhatta belli maddi güce sa- hip kişilerin de ferdi olarak bir iki halının onanmım karşılayabilecek- lerini sövledi. (Güz Her Şeyi Bilir) bitirme- ye uğraşıyordum. İlk 115 sayfası garip bir biçimde kayboldu. Kopyası da yoktu. Şimdi o kitabı elimdeki kar- makarışık notlara. müsved- delere dayanarak yeniden ya- zıyorum. O 115 sayfa beni korkutmuştu. Mutlu etmişti demek istiyorum. Bir yerde, "Mutlu yazar vokfur, mutlu okur olabi- ür"anlamında bir şeyler söy- lemiştim. Büyük harfle Mut- lu Yazar demeliymişim, kü- çük harfle söylenince anla- şılmadı. Demek istediğim. bize anlık mutluluklar vere- bilen işlerimiz. kökeninde acılanmızdan doğuyor, bizi — — • de okuru da, bir an mutlu kılıp yine acıya van- yor. Örneğin, Büyük Argo Sözlüğü'nüya- zarken de, yeni baskısını yeni- den yazarcası- na hazırlarken de, tek tek maddelere gül- düğüm. kahka- halar attığım çok olmuştur. Yeni baskıdan bir örnek: Is- lamcı argosun- daArtemadiye bır sözeük var; kendi cemaati içinde örtün- meye uyup da Bağdat Cadde- si'ne, Beyoğ- lu'na çıkınca açılıp saçılan kızlara, kadın- ^ _ ^ ^ ^ _ lara söyleniyor: yani "aç-kapa. aç-kapa. artema!"...Buna önce ha} li gülmüştüm. Son- ra da üzüldüm. Aslında söz- lüğün satırlan güldürücü, ama bütünü büyük bir tra- gedva. Başka... "ŞürNasd»" ana başlıklı şiirlerimi, bır de Ortadoğu-oluş'u anlamaya, anlatmaya, o duyarlığı, este- tik algılayışı v e yansıtışı kav- rayıp dışlaştırmava yönelik şiirlerimi (Bir Şeyın Varolu- şu) hale yola koymaya çalışı- yorum. "Bir Türkiye (Os- manh? Ortadoğn?) Erotolog- yası Var mı" sorusunu ilk kez yanıtlamaya kalkışan dene- melerimi toparlıyorum. Bize özgü erotizm dünvası varda, üzerine çalışma yok denile- cek kadar az. Erotolojimiz yok. - Şurava bağlavacagım Hulki: Edebiyattan ne um- muştun? Edebiyat belki hiç- bir zaman gündemin birinci maddesi olmadı ülkemizde. Ama bugün büsbütün silini- yor. Sebepleri? Yann için so- nuçlan? - Niçin yazıyorsun? Edebi- yattan ne ummuştun? Nede- nini hıçbir zaman bütünüyle açıklayamayacağım yazma güdüsü, yazma dürtüsü, yıl- lar geçtiİcçe bende birtakım tanımlar da yarattı. Yazdım; yazmaktavım; böylece ben- deki başkâlannı, başkalann- daki beni bulmayı bulabilme- yi umuyorum. Yazıyorum, çünkü yan yana gelmemiş sözcükler var daha.l\ı, güdü- ler ve dürtüler böyle ya da bunlara benzer olunca, edebi- yat gündemin birinci madde- si nasıl olsun! Politik kültürü güdük ve habis olduğu için kültür politikası da olmayan, olamayan bir ülkedeyiz. Hır- sızhklann politik ortaklık pa- zarhklanna teme! olduğu, onursuzluğun. onursuzluğun getirdiği aşın yüzsüzlüğün istisna değil de kaide olmaya başladığı bir ülkede has ede- biyat nasıl olur da değil birin- ci ikinci, herhangi bir gün- dem maddesi olabilir? Ol- maz. Olamaz. Olmasın. Bu- gün, budur; gündem madde- si olan düşünmeli. - Nasıl dolmuşsun. Bir de bu dummun "yann için so- nuçlan" demiştim... - Tırtıl. dış dünyaya dönüp bakar ara sıra; hiçbir şey an- lamamış gibidir. döner dut yaprağına. ipek yapmaya ça- balar. Zavallım, dut yapağı- nın olmadığı yerde bir tek yaprakla ipek üretebilir; o da bizim "osuruk ağacı" diye saçmasapan adlandırdığımız aylandız. ailanthos, iyi Türk- çesıyle gökağaçtır. Istan- bul'a, ülkenin kültür başken- tine bakıyorum da, bu kenti yeşülendirmeye kendiliğin- den çabalayan iki ağaçtan bi- risi gökağaçtır, ikincisi vira- nelerdeki incir. İkisi de diren- gendir; taşta biter, betonda bi- ter. Yann için sonuçları. Sev- gili Selim. her türlü erozyo- nun her yönden yok etmeye çalıştığı ülke toprağında gö- kağaçlar, virane incirleri hep var olacak. Onlann alçakgö- nüllü gölgelerinde oturanlar da. Umutsuzum, bu umutsuz- luk güç ve umut v erıyor bana. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL 'Tek Adam'ı Yeniden Okurken Son günlerde hazırladığım bir yazıyla ilgili olarak ŞevketSüreyya Aydemir'in 'TekAdam'mın ciltle- rini bir kez daha karıştırıyorum. Bu ülkenin milli eği- tim politikasındayetki kullanabilecek biri olsaydım, 'TekAdam'\ bütün liseler için zorunlu ders kitabı di- ye öngörürdüm. Bugünkü tarih dersi kitaplarında yer alan ve daha ilk sınavın ardından hemen unu- tulmaya yargılı bir sürü Orta Asya hanlığının adları- nı ezberletmek yerine 'Tek Adam 'ı kaynak göster- mek, yeni yetişmekte olan kuşaklarımıza ulus ve Türklük bilincini kazandırma bağlamında hiç kuşku- suz çok daha etkili olurdu. Kimi zaman bazı yazılarımı 'fazla Atatürkçü' ya da 'Kemalist' bulanlar var. Öylelerine yanıt olarak Ata- türkçülüğü ya da Kemalizmi 'fazla' kaçırmayalım derken nerelere gelmiş olduğumuzu anımsatmak, sanırım yeterli olacaktır... Yolumuz, Atatürk döneminın bütün dünyaya say- gınlık aşılayan gencecik cumhuriyetinden. düzme- ce çöl fatihlerinden neredeyse azar işitenlerin yö- netimindeki bir ülkeye uzanmışsa eğer, bu ancak Atatürk'ten ve Kemalizm'den çok fazla değil, tam aksine, artık çok az söz eder olduğumuz anlamına gelir. Şevket Süreyya Aydemir'in 'Tek Adam 'ıdüşünü- lebilecek en zavallı, en haysiyersiz bir biçimde çö- ken bir imparatorluğun, mütareke döneminde na- zırları bile düşman subaylarının ayağına çağrılıp azarlanabilecek kadar onurunu yitirmiş bır sözde devletin yıkıntılarından dört beş yıl gibi inanılmaz kı- sa bir sürede yepyeni ve güçlü bir cumhuriyetın ha- murunu yoğurabilmiş bir yalnız dâhinin yine inanıl- maz gelen, fakat her satırı gerçekten yaşanmış des- tanıdır. Milli Mücadele öncesinin Mustafa Kemal'i. tam anlamıyla yalnız bir dâhidir. bir tek adamdır; çünkü ülkenin o günkü koşullarında gerçekten bır şeyler yapılabileceğine, ulusun onurunun kurtarılabilece- ğine inanan tek insan odur. Öyle ki o günlerde ya- kın çevresinde bulunan, sonradan Cumhuriyet Tür- kiyesi'nin ilk kadrolarında çok değerli hizmetleri gö- rülecek, yurtsever ve iyi niyetli arkadaşlarının ara- sında bile karamsar olmayanı, Mustafa Kemal'in düşüncelerinin başarı şansını kuşkuyla karşılama- yanı yok gibidir. Son günlerini yaşayan Ittihat ve Terakki iktidarı, Enver'i, Talat'ı ve Cemal'iyle, yalnız kısır görüşlü- lüğün temeline dayanmış. serüvencilerin egemen- liğinde birgaflet yönetiminden başka bir şey değil- dir. Ittihat ve Terakki'den sonra ise devir, artık "Ordu tamamen terhis edilse geride yalnızca jandarma gücü kalsa, çok rahat ederiz" diyebilecek kadar benliğini yitirmiş harbiye nazırlannın devridir. Devir artık "Londra'ya gidip tanıdıklanma söyler ve mütareke şartlarını yumuşatınm" diyebilecek kadar siyasal gerçeklerin uzağına düşmüş Damat Ferit'lerin devridir. Ve böyle bir devirde, koca bir imparatorluk yıkın- tısının orta yerinde, gerçekleri görebilen. düşünen ve sonunda fçine hiçbir serüven kokusunun karış- madığı gerçekçi düşünceleri doğrultusunda eyleme geçen tek adam Mustafa Kemal'dir. Ona göre yapılması gereken, daha baştan belli- dir: Anadolu'da bir milli hareketi başlatmak; savaş- lardan ve savaşlarla birlikte gelen yıkımlardan artık ölesiye bezmiş bir ulusu, onurunu kurtarabilecek tek gücün yine kendi içinde yattığına inandırıp şahlan- dırmak. Yaman bir girişimdir bu. Ve Mustafa Kemal, da- ha kısmen Ingilizlerin, kısmen de Pontus çeteleri- nin egemenliğindeki Samsun'a ayak bastığı anda ne çetin bir sınavla karşı karşıya olduğunun bilinci- ne varır. Samsun-Havza yolunda çift süren bir köy- lüden aldığı yanıt, hiç iç açıcı değildir: "Şimdi be- nim vatanım da yurdum da aha şu tarlanın ucu. Düşman ora gelinceye dek benden hayır bekie- me..." Mustafa Kemal, bu ulusu şahlandınr, bu ulustan çıkardığı ordularla Istiklal Harbi'ne girer ve inanılma- zı başararak yeni bir devletin, daha ilk baştan say- gınlığına herkesin parmak ısıracağı bir devletin ku- rucusu olur. Şevket Süreyya Aydemir'in 'TekAdam'\ işte bu inanılmaz iradenin yol öyküsüdür ve o öy- kü, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içerisinde bugünü yaşamakta olan herkesin de ya- kın geçmişidir. Tarih bize, yüzyılların akışı boyunca ancak kendi geçmişlerine layık olabilmiş, o geçmişi hakkını ve- rerek değerlendirebilmiş toplumların bir geleceği olabildiğini gösteriyor. Enver Paşa'nın cenazesi devlet törenleriyle Tür- kiye'ye getirilip toprağa verildiğinde bu olay, en yük- sek ağızlardan bile: "Tarihimizlebanşmak"öiye yo- rumlanmıştı. Bundan böyle tarihimizi önce yeterince anlayıp, ondan sonra barışmayı denesek nasıl olur? Alaettin Türkben resim sergisi Kültür Servisi- Alaettin Türkben'in 16. yağlıboya resim sergisi dün Özden Sanat Galerisi'nde (Maçka Sporcad. no:130 3) açıldı. Sanatseverler Türkben'in yapıtlannı 31 ekime dek izleyebilirler. Çarşı mağazalarında sengilen Kültür Servisi- Çarşı Mağazalan ekim ayı boyunca Ankara Çankaya, İstanbul Maslak ve Capitol ile Bursa Kumluk mağazalannda resim sergileri düzenliyor. Tasanmcı Gül Bolulu'nun doğal malzemeler kullanarak hazırladığı gergef ve kanaviçe çalışmalanndan oluşan duvar işlemeleri Çarşı Capitol'de. Perihan Balcı'nın Tarihi Türk Evleri' fotoğraf sergisi Çarşı Çankaya"da. "Eski Türk Filmleri Afışleri' sergisi ise Çarşı Kumluk'ta yer alıyor. Arkeoloji ve Sanat Dergisi gezileri Kültür Senisi-Arkeoloji ve Sanat dergisi ile Delos Turizm işbirliğince hazırlanan, ""Kültürler Mozaiğinde Sertifikalı Geziler"in üçüncüsü 25-29 Ekim 1996 tarihlerinde gerçekleştirilecek. llki Van Gölü ve çevresinde. ikincisi Nemrut Dağı Kommagene-GAP bölgesinde yapılan gezilerin üçüncüsü, "Batı Anadolu'da Tarih ve Arkeoloji" başlığı altında toplanıyor. Rehberligini Nezih Başgelen'in yaptığı gezinin bilimsel danışmanlığını Veli Sevin yapıyor. Batı Anadolu'da tarihi-arkeolojik birçok bölge ve merkeze gidilecek olan gezinin sonunda Uşak'taki Karun Hazineleri görülecek. Gezi programında olan merkezlerden bazıları şöyle: Efes. Selçuk, Meryemana. Alabanda, Eskihisar, Labranda, Milet, Priene. Sardes ve Kula.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle