Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 23 MART 1995 PERŞEMBE
12 DIZIYAZI
lstaribul, bu yabancı kent, ya-
bancı kültür, ilk günlerde bunal-
tıcı geldi Magdi'ye. Üstelik, ni-
kâhlı olmasa da yaşadığı bir ev-
lilikti ve her evlilik gibi ilk yıl-
lar, anlamaya calışmak, kendini
anlatmak için çabalamak, uyum
sağlamak yorucuydu.
Bütün çevresi. birkısmıni Pa-
ns'te tanıdığı. Eyüboğlu'nun ar-
kadaşlanydı. Onlara. Adalet
Cimcoz, Thilda Kemal, Yaşar
KemaLAzra Erhatve mavı yol-
culareklenmiştı. Dostluklaryet-
miyordu bir başına. Müziğı, çaJ-
mayı özlüyordu Magdı. Radyo-
da konserler vermeye başladı.
Şehır Orkestrası"yla anlaşma
yaptı, özel dersler de veriyordu
evinde. Ama sürekli birileri var-
dı hem Maya'nın üzerindekı o
iki odada hem de sonradan ta-
şındıklan Maçka'daki gıriş ka-
tında.
tnceliği, duygululuguydu kı-
sa sürede gruptan bin olmasını
sağlayan. O artık, Sabahattin
Eyüboğlu'nun birlikte olduğu
kadın değil. kendi kişiliğiyle
kımliğiyle Magdi Rufer'di.
Hayvanlara düşkündü. Onlarca
kedı beslerdi evinde. Bir tarih-
te. Maçka'nın alt taraflanna bir
sirk gelmiştı. Bir gece aslanlar,
kudururcasına bağırmaya baş-
ladı. Kimseler susturamadı on-
lan. Vedat Günyol, Eyüboğlu ve
Magdi birlikteydiler. Magdi da-
yanamadı. Kalkıp aslanlann ya-
nına gittı ve susturdu.
Radyo konserleri ve Şehir Or-
kestrası'yla yaptıgı angajman-
dan sonra Istanbul Teknik Üni-
versitesı'nin kurduğu televiz-
yonda da çalmaya başladı Mag-
di. Sıksık Jsviçre'yeailesinizi-
yarete gidiyor. o zamanlarda
Bern Radyosu'nda çalıyordu.
Roma'dan. Atina'dan, Budapeş-
te'den. Lyon'dan, Sofya'dan tek-
lifleralmaya başladı. Bukentle-
re gidiyor, hem radyolannda ça-
lıyor hem de resıtaller veriyor-
du. Iki de plak doldurmustu, bı-
ri Roma'da, diğeri Paris'te. Ka-
balevsky"nın. Giacinto Scel-
si'nin, Feter Mieg'in, yani çağ-
daşlann eserlerini yorumlamış-
tı.
Bitmeyen ekonomik
sıkıntı
Bütün bunlara rağmen hep bir
ekonomik sıkıntı içindeydiler.
Evüboğlu. ilk enfarktüsünü ge-
çirdiğınde evde hiç para yoktu.
Thilda Kemal, bir yerlerden yüz
lira bulmuş, bu parayla Eyüboğ-
lu'nu hastaneye götürmüşlerdi.
Bir başka sefer, bütün bu para-
sızlığa ragmen. Aşık Veysel'ın
istediği guguklu saati alabilmek
için elinde olanı Thilda'ya ver-
mişti. Yine Thilda'yla aynı za-
manda almışlardı evlerine buz-
dolabını. Ahmışlı yillann so-
nuydu. Dolaba her yıyecek ko-
yuşlannda bırbırlerine telefon
eder, "Ben bir paket tereyağ koy-
dum bugün" derlerdi ya da
"Şinıdi benim dolabımda, iki ki-
lo peynir var*\ Bırer de mavi
boncuk asmışlardı dolaplanna.
Bütün evlilikler gibiydi iliş-
kileri. Ara sıra sorunlar çıkmı-
yor değıldi, ama Magdi sevgi-
siyle bunun da üstesinden geli-
yordu. Yine de yaşadıklan aşk-
tı. Thilda Kemal'e göre Magdi,
Eyüboğlu için bir şanstı. Çok
kültürlü bir kadındı, şaraptan da
tarihten de edebiyattan da anlı-
yordu. Tabıi müzikten de. Eyü-
boğlu. Nemrut Dağı'nı anlatan
bir film yaptığında müziğini ha-
zırlayan Magdi'ydi.
Magdi, Türkiye'nin siyasi du-
rumunu, değişimini de yakın-
dan izliyordu. O geldiğinde tek
partili sistemden yeni çıkılmış-
tı Seçilen parti ise bir darbeye
götürmüştü ülkeyi. Eyüboğlu da
147'lilerle birlikte üniversiteden
uzaklaştınlmıştı. Haziran ayıy-
dı. Beklenen darbe gelmiş. üze-
rinden de neredeyse üç ay geç-
mişti.
Sansaryan Han'la
tanışma
Bir gece Yaşar ve Thilda Ke-
mal, konuk gitmişlerdi Magdi
ve Eyüboğlu'na. Geç saatlere
kadar konuşulmuş, sabaha kar-
şı da evlerine dönmüşlerdi. Bir-
kaç dakika sonra kapı çalındı.
Gelen polistı. Thilda'yı alıp
Sansaryan Han'a götürdüler.
Magdi ve Eyüboğlu da oraday-
dı. yanlannda da Azra Erhat
Thilda bir an, gecenin ve o
sohbetin devam ettiğini düşün-
dü ama... Neyle suçlandıklannı
bile bilmiyorlardı Maltepe As-
keri Cezaevi'ne götürülürken.
Kadınlar Koğuşu tepede bir yer-
deydi. Magdi ise hâlâ şaşkmdı.
Ne olup bittiğini anlıyor. belki
de korkuyor. ama bunu göster-
miyordu. Vakurdu. Birkaç kez
hastalandı. Çarşaflar içinde ko-
ğuştan alınıp hastaneye götürül-
dü, ama yine de korudu sessiz-
liğini ve gururunu. Thilda, çevi-
ri yapıyordu, Azra Erhat ise anı-
lannı yazmaya başlamıştı ceza-
evinde. Magdi ise ne yapacağı-
nı bilemiyordu. piyanosu yoktu
ki yanında... Cezaevinde mek-
yaşandı...'• Magdi Rufer, hayatın önünde açtığı yollardan bugüne getireni
seçtiği için pişman değil. Yaşadıklarını bir fedakârlık olarak da
düşünmüyor. "Buradayım ve mutluyum" diyor. Ya müzik, ya
kariyer? Yanıt net: "Yapabilirdim. Ama hiç düşünmedim..."
Eyüboğlu kimdir?
1908 tieAkçaabat 'ta doğ-
du. Yüksekögrenimmi Dijon.
Lyon ve Pans te tamamladı.
türkiye de çeşitlı ünh enite-
lerde Türk-Fransız edebiya-
tı vesanat tarihi okuttu. Ga-
zete ve dergilerde çıkan ya-
zılannda edebiyat sorunla-
nnı. çağdaf sanatın ulaştığı
aşama çtgisinde değerlen-
dirdi. EserleriarasındaMa-
vı ve Kara, Yunus Emre Ve
Selam, Pir Sultan Abdal gi-
bi amştırmalannınvam sıra
denemelen veçevirilerivar-
dır 1973'teöldü.
şeye erişmek için herkes öldür-
dü.
A- Muhakkak, fakat kafı de-
recede halk yok. Ihtilal kendili-
ğinden olur, bugün siz ve ben
ihtilal yapıyoruz diyemeyiz, ih-
tılal de patlayan bır şeydir.
M- Böyle bir köşede patla-
maz, siz ve diğerleri iştirak ede-
ceksinız Azra. Artık makaleler-
le olmaz bu. Makaleler bitti ar-
tık, bir çatal alıp gidip öldürme-
li.
tkinci duruşmada Magdi de
salıverildi. Ama mahkeme sü-
rüyordu ve yurtdışına çıkamaz-
dı. Bu yüzden konserleri bırak-
mak zorunda kaldı. Ders vere-
cek öğrenci bulmakta da zorla-
ruyordu. Üstelik, mahkeme bit-
tiğinde sınırdışı edilme tehlike-
si vardı.
Evlenmeye iki yıl önce karar
vermişlerdi. Başvurular yapıl-
mıştı, ama önce Magdi'nin Is-
viçre'deki nüfus kaydı getiril-
melıydi. lşlemler bitip sıra ni-
kâh için gün almaya geldiğinde
ise Sabahattin Eyüboğlu artık
bir ölüydü. Kalbi, on beş ocak
bin dokuz yüz yetmiş üçte geçır-
diği krize dayanamanuştı.
Eyüboğlu'nun ölümü Magdi
için bir yıkım oldu. Babası Alf-
red Rufer de bir süre önce öl-
müştü. Annesi Lena Rufer, ls-
tanbul'a gelip Magdi'yi Isviç-
re'ye götürdü. Orada, doğduğu
topraklarda kalmak istemiyor-
du. Dostlan, anılan, her şey ls-
tanbul'daydı. Ve her şeye rağ-
men bu kentteydı mutluluk.
'Buradayım ve
mutluyum' . ı i.
ALBÜMLERDE KALAN- Sonunda evlenmeye karar verip nikâh işlemlerini bile tamamlayamadan Eyüboğlu'nun
ölmesi Magdi Rufer için bir yıkım oldu. Ama o Istanbul'da yaşamayı seçti. Çünkü onun için her şey buraday-
dı. Işte bunlardan bir demet: Thilda Kemal ve Rufer, Eyüboğlu'nu andıkları bir yıldönümünde (en üstte). Eyü-
boğlu, Magdi ve Azra Erhat bir arada (üstte solda). Eyüboğlu ve Magdi, Vedat Günyol'la birlikte (üstte sağda)
tuplaşma sınırlıydı. Yetkıliler
belki de olabilecek tepkileri dü-
şündüklerinden Magdi'ye iste-
diği kadar yazma hakkı tanıdı-
lar. Tabii ki, sansürden geçecek-
ti yazdıklan. Magdi de bu hak-
kı kullandı ve neredeyse her gün
bir mektup gönderdi annesıne.
Sansüre takılan *
mektup
Bir gece koğuşun kapısı sert
hareketlerle açıldı. Birtakım as-
ker koğuşa doluştu, başlannda
da Fuzuli Teğmen. -Bir mektup
var" dedi teğmen, "Sansüre ta-
kıklı. Ne demek bütün bunlar?"
Mektupta. altı kırmızı kalemle
çızilmış yazılan okuduklannda
kahkahalarla gülmeye başladı
kadınlar Fuzuli Teğmen'in ise
yüzü kızarmıştı...
Demır parmaklıklı pencere-
leri vardı koğuşun. Işte o pence-
relerden bırinden bır kedı gir-
miş, koğuşa dadanmıştı. Koca-
man ve kızıl bır erkek kediydi.
Adını, "Kızıl Anını" koydular.
Yiyeceklerini onunla paylaştı-
lar. Zamanla alışmıştı, ama yine
de kimsenin kendisine dokun-
masına izın vermiyordu Kızıl
Aruru. Magdi'ye bile. Bir süre
sonra beyaz bır kedı geldı aynı
pencereden. Dişiydı. üstelik de
hamile. Doğumu, kızlann, spor
salonu diye adlandınp kendile-
rine ayırdıklan bölümde yaptı.
Işte Fuzuli Teğmen'in elinde-
ki mektubun kırmızıyla çizili
bölümünde bu anlatılıyordu:
"Kızıl Aruru, bura>a sevgilisini
getirdi. spor sara>ına gizledi.
Sevgilisl orada doğurdu."
Altı ay kadar sonra ilk duruş-
maya çıkanldıklannda tahliye-
lerini istediler. Eyüboğlu. Gün-
yol, Kemal ve Erhat'ın ıstekleri
kabul edildi. Sıra Magdi'ye gel-
diğinde karar. tutukluluğunun
devamıydı.
İkinci duruşmaya kadar ge-
çen süre daha da zordu Magdi
için. Şimdı. yalnızdı da... Bu sü-
re içinde tutuklanma nedenınin
komikliğinı düşündü durdu.
Suçlamanın dayanağı Azra Er-
hat'la on bir ve on ıki ekim bin
dokuz yüz altmış beş tarihinde
yaptıkları telefon konuşmasıy-
dı. Bu konuşma. Hakim Yarbay
Nevzat Çizmeci'nin haziriadığı
iddianamede şöyle yeralacaktı:
M- Ihtilal, kan akması lazım,
öldürmeli.
A- Evet, şüphesiz, fakat...
M- Öldürmeli, öldürmeli, bir
tstanbul'a döndü. Eyüboğ-
lu'nun ağabeyi Orhan Eyüboğ-
lu. Cumhuriyet Halk Partisi Ge-
nel Sekreteri'ydi. Onun yardı-
mıyla Türk vatandaşlığına geç-
tiğinde yıl, bin dokuz yüz yet-
miş dörttü.
Bugün geriye dönüp baktı-
ğında Magdi'nin haksızlığa uğ-
radığını düşünüyor Thilda Ke-
mal. Türkiye'de resital veren
birçok sanatçı görmüştü. ama
hiçbiri Magdı'nin yeteneğine
sahipdeğildi. Adnan Saygun'un
eserlerini dünyaya tanıtan da
Magdı'ydı ve Türkiye onun bil-
gisini değerlendirememişti.
Bugün, yetmiş yaşına karşın
ders vermeyı sürdüren Magdi
Rufer ise hayatın önünde açtığı
yollardan kendisini bugüne ge-
tireni seçtiği için pişman değil.
Yaşadıklannı bir fedakârlık ola-
rak da düşünmüyor.
Ona göre yaşanması gereken
yaşandı. "Buradayım ve mutlu-
yum" dıyor. Ya müzik, ya kari-
yer? Evet, eğer Fransa'da kal-
saydı bir kariyer yapabılirdi.
Belki daha yıllarca resital vere-
bilirdi. Ama o, bunu hiç düşün-
memişti...
Evrenoszadelerin kızı SelçnkYıllar var ki kaldırmıyor evindeki pi-
yanonun kapağını. Yine yıllardır ne bir
konsere gidiyor ne de radyoda bir konser
dinliyor. Üstelik mesleği de bu enstrü-
man üzerine kuruluyken, adı konulma-
mış bir küskünlüğü paylaşıyor piyano-
suyla. Bir yerlerden, kulağına birezgi ça-
lınacak olsa. bir Liszt konçerto ya da
Chopin'in etüdü, "Ahh" diyor. "Böyle
mi yorumlanır bu? Ben oisaydım_"
Hem Mimar Sinan Üniversitesi'nde
hem de Belediye Konservatuan'nda pi-
yano dersleri veren Selçuk Uraz, bu enst-
rümanına küskün piyanist. Ama daha çok
da kendine kırgın. Banşmak için tiyatro
sanatçısı Ulvi Uraz'la olan mutlu birlik-
teliğinin anılan da yetmiyor bazen. Aşk
için sanatından vazgeçmiş olmasının piş-
manlığı peşini bırakmıyor...
Şeceresı neredeyse iki bin yıl öncesi-
ne dayanan Gazi Evrenoszadeler'den
Vasfi Bey, oğlu Burhan doğduğunda.
soyian süreceği için çok sevinmişti. Çün-
kü hâlâ Osmanlı yasalan geçerliydi ve
miras erkekten erkeğe yürüyordu. O yıl-
larda Evrenoslar'ın mirası da devletin
bütçesinden bile daha fazlaydı. Bu yüz-
den, eşi Aheste Hanım ikinci kez hami-
le kaldığında önemsemedi çocuğun cin-
siyetini. Üstelik, bir kız ne ıyi olurdu9
Daha sevecen. daha şefkatli. Bir kız do-
ğurdu Aheste Hanım. Adını. "SeJçıık"
koydular.
Yeşilköy'de bir köşkte yaşıyorlardı.
Komşuları ya paşazadeydi ya da asilza-
de. Kalabalık bir aileydiler: halalar. am-
calar... Vasfi Bey, seksene yakın şirketin.
cemiyetin murahhasazasıydı. Birgün şe-
hir meclisindeydi, ertesi gün Barut ve Si-
Selçuk ve Ulvi Uraz'ın Ankara Konservatuan'nda kesişen
yolları, evlilikle noktalanacaktı.
lah Müessesesi'nde. Ne Burhan biliyor-
du babasının ne işleryaptığını ne de Sel-
çuk. Çünkü aile kurallan gereği. çocuk-
lar, büyüklerin yanına sokulmuyordu.
Ikisiylede ilgilenen, belki katılığı ve an-
layışsızlığı yüzünden adı unutulacak olan
Fransız mürebbiyeydi. Yemeklennı o ye-
diriyor. derslerine o çalıştınyordu.
Evde. büyük hala Şehime Hanım'a ait
• Bir gün
Şehime Hanım,
sandalyeyi
yastıklarîa
yükselterek
Selçuk'u üzerine
oturttu. Bir
katrimen öğretti
ona. Akşama
sürpriz
yapılacaktı.
Gerçekten de hem
Vasfi Bey'e hem
de Aheste
Hanım'a sürpriz
oldu dört
yaşındaki
Selçuk'un bu
küçük resitali.
"Başka çareyok"
denildi, "piyano
eğitimi almasını
sağlamalıyız".
bir piyano vardı. Hem alaturka hem de
alafranga çalıyordu Şehime Hanım. Sel-
çuk onu dinleyerek uyuyordu. Gezmeye
gidecekleri akşamlar yalvanyordu: "Ne
olur bana bir şeyler çal da öyle gh". Ha-
lası da kırmıyor. diğerlerine kendisinın
sonradan geleceğini söyleyıp Selçuk
uyuyana dek çalıyordu.
Bir gün Şehime Hanım, sandalyeyi
yastıklarîa yükselterek Selçuk'u üzerine
oturttu. Bir katrimen öğretti ona. Akşa-
ma Vasfi Bey'e sürpriz yapılacaktı. Ger-
çekten de hem Vasfi Bey'e hem de Ahes-
te Hanım'a sürpriz oldu dört yaşındaki
Selçuk'un bu küçük resitali. "Başka ça-
re yok" denildi, "piyano eğitimi alması-
nı sağlamalıyız*\ Haftada iki kez konser-
vatuvara gitmeye başladığında dokuz ya-
şmdaydı Selçuk. Cemal Reşit Rey'in öğ-
rencisiydi. Beşinci yılın sonuna geldik-
lerinde bir haber yayıldı. Ankara'da bir
konservatuvar açılıyordu, Rey de orada
görevlendirilmiştı. Başka birisinin öğ-
rencisi olmak istemiyordu; o halde, o da
Ankara'ya gidecekti. Ankara Konserva-
tuvan'na ginş için sınav açılmıştı. Gala-
tasaray Lisesi'nde yapılan sınavı birinci-
likle kazandı.
Sıra, bu haberin ailesine söylenmesin-
deydi. Okul, leyli meccaniydi. Evrenos-
zadeler'den birinin meccani, yani parasız
okuması ise bir skandaldı. Ustüne üstlük
mecburi hizmet vardı sonunda. Buna da
olsa olsa rezalet denirdi. Beklediği tep-
kiyle karşılaştı Selçuk; ağlamalar, tehdit-
ler... Dinlemedi. Birkaç gün sonra bir ar-
kadaşı ve onun babasıyla Haydarpa-
şa'dan trene binerken, uğurlamaya gelen
Vasfi Bey suskundu. Bir o kadar da üz-
gün. Ertesi gün, elinde bavulu, kayıt me-
murunun karşısma çıktı, "Ben geJdim"
dedi, "Selçuk EvTenos". Şaşırdı memur.
Erkek öğrenci bekliyordu ve yatağı er-
kekler yatakhanesinde hazırlanmıştı bi-
le. Kız yatakhanesinin sorumlusunu ça-
ğırdı Selçuk'la ilgilenmesi için.
Yarn: Piyanodan aynhnak zor
ANKARA NOTLARI
Domuz Deyip Geçme!
Ozan Ali Yüce, "Çağdaş Türk Dili" dergisinin mart sayı-
sında, "Sevgim Servetimdır" başlıklı şiirinde, Remzi Inanç'la
ikimizin kulaklannı çınlatmış. Şiir, şu dizelerte başlıyor:
"Bindim Mikelanj uçağına/Ekmeğime sürdüm gökyüzü-
nü/Akdeniz'i bardağıma doldurdum/Kafayı çektikten son-
ra/Giydirip kuşattım güzel Türkçemı/Saçlannı taradım ör-
düm/Koluma taktım şiirferimi/Palermo 'ya gezmeye götür-
düm."
Son bölümü de şöyle:
"Indim Mikelanj uçağmdan/Şiirimin toprağına ayak bas-
tım/Toprak kutlu ben mutlu/Züğürt göründüğüme bakma-
yın siz/Ben aslında dünyanın/Büyük zenginlerinden biri-
yim/Biraz Remzi Inanç'ım ben/Bıraz Mustafa Ekmek-
çi'yim/Gülmektir güldünmektir/Sevmektir en büyük serve-
tim."
Ali Yüce, geçen yıl Palermo'da Akdeniz ülkeleri şiir şöle-
ninde, en büyük ödülü kazanmıştı. (Bu yıl italya'ya ozan Er-
gun Evren gidiyor. başarrlar diliyor, kutluyorum Ergun Ev-
ren'i.)
Çağdaş Türk Dili dergisi, Dil Derneği'nden sağlanabilir.
(Adresi: Konur Sokak, 30/1 06640 Kızılay-Ankara, telefon
4258360, derginin yıllığı: 300.000 TL, altı aylık 150 bin TL,
sürdürüm parası Dil Derneğı'nin 305111 sayılı posta çeki,
Türkiye iş Bankası Mithatpaşa Şubesi 249006 sayılı hesa-
ba yatınlabilir.)
Ali Yüce ile konuşuyordum. Ali Yüce,
"Derdim çok büyük!" diyordu. "Posta kutumu değiştirdi-
ier!"
- Ne oldu?
"PK 650, 06446 Yenışehir-Ankara oldu!"
Ali Yüce, Almanya'ya gittiğinde, Rhein ırmağı kıyısından
geçerken, domuzlar görmüş. Ne yapsın?
"Ekmekçi'nin size selamı var!" demiş, geçmiş...
Ali Yüce, "Şiir Tufanı" yaprtında, domuzlara da yer verir.
"Domuzlar" başlıklı, Düsseldorf'ta 23.10.1988'de yazdığı
şiir şöyle:
"Almanya'da domuzlar/Çiftliklennden kesım yerine/Kam-
yonlaha götürülür/Otoban hızmda hayvanlar/Hem yorulur
hem üzülür/Altüst olur sınirieri
Şölen vehlironlara/'Eğlence düzenlenir/ŞiırokunurGoet-
he den/Beethoven 'den Mozart 'tan Bach 'tan/Seçme par-
çalar dinletilırlDomuzlar kesilmeden önce stresleri giderilir
Uzakyoldan gelen domuzlar/Kamyondan inerİnmez/Yor-
gun argın kesilirse/lezzetsiz olurmuş etlen/Ağız tadıyla yen-
mezmiş etleri."
Bir süre önce, Almanya'ya gittığimde, Berlin'de yaşayan
karikatünst Hayati Boyacıoğlu ile tanıştım. Karikatürü be-
nim için mi yaptı, bilmiyorum. Bu, gözlerı bağlanmışbırdo-
muzdu. Yanında bıçak vardı. Takkeli, sakallı bır adam elleri-
ni kaldınnış, gözleri kapalı dua edıyordu. Domuzu kurban
edecekti besbelli. Karikatürü bana, "Mustafa Ağabey'e" di-
ye imzaladı. Onu camlatıp, domuzlann yanına, odama asa-
cağım!
Ankara Sinema Şenliği sırasında, izlediğim Bosna filmle-
rinin açlık filmleri olduğunu yazmıştım. Bosna'da savaştan
önce, kasaplarda domuz etlerıyle sığır etlerinin yan yana
sergilenip satıldıklannı yazmıştım bır "Ankara Notlan"nda.
Sırplarla savaş başlayınça, laik Bosna, tutuculuğa itildi. Bos-
na'ya yardımlar "Mercümek"lere kaldı!
Berlin'de Hür Üniversite'de, üniversıtesinin domuz çiftli-
ğini gezmiştim. Yanımda çiftliğm veterinen ile, ariodaşım,
öğrencim, Hasan Özkan vardı. Domuz ahırlannın temizliği
görulecek şeydi. Veterinere:
"Ne temiz!" dedim.
"Elbette" yanrtını verdi. Yavru domuzlann bulunduklan
bölümleri görecektıniz. Domuzlann temizliğini biliyordum.
Hayvanlar arasında, kendi pısliğinin üzerine oturmayan hay-
van diye bılirim domuzu. Çok kimse bilmez. Domuz her şe-
yi yer derler. Ne yapsın yani? Aç bırakırsanız ne yesin? Çev-
recilerin uslan olsa, domuzu simge olarak alıriar. Domuz, ev
artıklannı, bitkısel artıkları yer, etleri de yer. Bizim gibidir, hem
et, hem ot yer. En çok sevdiği salep köküdür. Ona bayılır. Bir
de dağlarda, toprağı kazıp, mantarları bulur, çıkanr. Böyle-
ce ormanda toprağı havalandırır. Böyle bir onnan korucu-
su, doğa dostu yaratık başka var mı, bilmiyorum. Keçi or-
manlan yok ediyor da, ona kimse bir şey demiyor. Neden?
Gelip geçen tanm bakanlan, ikıde bır "devekuşu" besle-
yip yemekten söz ediyoriar. Yok devenin başı! Kim besler,
kim yer devekuşunu? Deve kısmmı Araplara yedirirsiniz bel-
ki! Gümrük birliğine girdik, gidiyoruz diyoruz. Kime ne sata-
cağız? Baştan sona domuz eti yiyen Avrupalılara, koyun eti
satabilir misiniz? Vehbi Koç'lar, Sabancı lar neden domuz
çiftlikleri kurmuyorlar? Yurtseverlik bu mudur? Suudi Ara-
bistan'a mal satar gıbi, Avrupa'ya satamazsınız. Hani Tür-
kiye laik ülkeydi? Türkiye devleti, şeriat devletı mi? Burada
sorumluluk, Çankaya'nın tepesinde kurulup oturan Süley-
man Bey'e rjüşüyor. Benim halkım açlıktan kınlın^en, ben
oralarda oturamam.
Eski Türklerin yerieşik kesimleri domuz etini yerken, gö-
çebe yaşamı sürdürenler, domuz eti yemezlerdi. Çünkü do-
muz, göçebelere göre değildi. Keçi, koyun, sığır, tavuk taşı-
nabilir. ancak evcil domuz taşınamazdı. Domuzu ilk yasak-
layan Ibrahim, arkasından Musa oldu. Hıristiyanlık ilke ola-
rak, "ağızdan girene değil, çıkana bakmalı" diyerek, domuz
etini serbest bıraktı. Muhammed ise, Musa gibı yasakladı.
Ancak, "darda kalıp yemek zorunda kalınırsa" yenebilece-
ğini bildirdi.
Eski Anadolu'da domuz totem hayvanıydı. Tannlara su-
nulan etlerdendı. Anadolu Uygarhklan Müzesi'nde "domuz"
idolü vardı giriş kapısında, nedense kaldırılmış!
• • •
Bu cumartesı Nâzım Hikmet Kürtür-Sanat Vakfı'nın Danış-
ma Kuoılu toplantısı var. Vakfın kurucu Başkanı Samiye Yal-
tınm'ın ölümünün birinci yılı. Samiye Yaltırım'a sormuştum:
"Nazım domuz eti yer miydi?" diye. Gözlerime bakmış,
"Yerdi, ama yazma!" demışti. Kardeşini, ağabeyini düş-
manlardan korumak istiyordu besbelli. Domuz deyip geç-
me!
Samiye Hanım'ı sevgiyle anıyorum...
25 Mart 1976'da ölen Şevket Süreyya Aydemir'i de...
BULMACA
1 2 3 4 5 6 7 8
SOLUAN SAGA:
1/ Anayurdu Çın olan si-
yah dillı ve kıvnk kuyruk-
lu köpek... Bir soru eki. 2/
Karakter... Güleryüzlü. 3/
Yatak doldurmaya yarayan
yün, pamuk, kıtık gibi
şeyler. 4/ Bir ekmeklik ha-
mur topağı... Cerahat. 5/
Şarkı, türkü... Bir nota...
Gözleri görmeyen. 6/ Çok
konuşan, huysuz ve çırkin
kadın. II Orta Asya'da ya-
şayan Şamanist Türkler
arasında çeşitli şeylerden
anlam çıkartarak bakıian
fal... Hımalayalar'da yaşa-
dığına ınanılan Kar Adamı'na venlen
ad. 8/ Nane, maydanoz gibi yemekle-
re konulan otlar... tlenme. beddua. 9/
Birçalgı... Ev gıysıleri ve sabahlık ya-
pımında kullanılan dökümlü bır İcu-
maş.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Zeytin toplama işçisı. 2/ Müstah-
kem yer... Ağrı Dağı'na verilen bir
başka ad. 3/ "Od ile korkutma — bı-
zi kim lâl-ı nigâr / Canımız bızim oda
yanmağa mutâd eyledi" (Hoca Deh-
hanı).. Hanç. 4/Balıkçılann, ateşbalığı avlarken üzennde çıra ve ftın-
da yaktıklan ızgara. 5/ Asya'da bır ırmak... Yabancı. Bır cetvel tü-
rü. 6/ Bir araştırmanın, tartışmanın ya da uslamlamanın temeli olan
ana öğe... Piyes. 7/Ciltçilikte. kıtap. yapraklannı düzgün tutmaya
yarayan ınce örütmüş şerit. 8/ lkamet eden... Güneş dogmadan ön-
cekı alaca karanlık. 9/ Meslek... Eskıden ücret karşılığı ölünün ar-
kasından ağlayan kadın.