23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK 1992 DİZİ CUMHURİYET/15 Cezayir'in 1962'de bağımsızhğını kazanmasınınfaturası ağır oldu: 1.5 milyon ölü Al kanım.seninolsunFransao'rdunun, îslami Selamet Cephesi iktidarını önlemek amacıyla ikinci tur seçimlerden hemen önce örtük bir darbe yapması Cezayir'i, bağımsızlığın kazanıldığı 1962 yılından sonra yeniden gündemin ilk sırasına itti. Cezayir'de bugün neler olup bittiğini anlamak için Fransa'nın ülkeyi işgal ettiği 1830 yılına kadar gitmek gerekiyor. TANIL BORA Cezayir'de yaşananlar çok geniş bir coğ- rafyayı ilgüendiriyor. Cografyanın da öte- sinde, Cezayir'in çok sayıda ülkeyle tarih- sel, toplumsal yakınlığı var. Cezayir, bir Mağrib Olkesi; bir Kuzey Airika ve bir Akdcniz UlkesL.. Cezayir, bir Arap ve Islam ülkesi... Cezayir, 2. Dünya Savaşı sonrasında emperyalist sömürgeci- lige karşı bağımsızlığını kazanan Üçüncü Dünya ülkelerinden biri... Vfe Cezayir, ait olduğu bu öbeklerden hiçbirisinin sıradan bir parçası değil. Mağrib ûlkelerinin, top- rak, nüfus ve gayri safı milli hasüa bakı- mından en büyüğü... Fransa'daki 1.5 mil- yona yakın göcmeni ve çahsanıyla, Avru- pa'ya komşu olmaktan da yakın... Arap dUnyasının, Mısır'dan sonra nüfusca en büyük ülkesi... 20. yüzyılın en uzun süren en kanlı ba- gim<ii7İık savaşlanndan birini veren Ceza- yir halkı, 1960^111 Üçüncü Dünyacıhğı- nın baş ilham kaynaklanndan biri olma onuruna sahip. Cezayir'in kurtuluş sava- şırun bir önemli özelliği de bu bağunsız- lık sürecinde, o yıllarda Arap dünyasını sa- ran müliyetcilik, sosyalizm ve Islamalık akımlan arasında özgün ve zengin içerik- li, canlı ve dinamık ilişkinin gelişmiş ol- ması. Cezayir'i bugünkü dramına getiren öykü, biraz da bu özgün potansiyelin 1962'deki bağımsızlığın kazanılmasından sonra aşama aşama basünhşının öyküsü... ilk ve son sömflrgc Cezayir, Fransa'nın Mağrib'te ilk ege- men olduğu en fazla yerleştiği ve en son çekildiği sömürgesidir. Aynı zamanda, en zor egemen olduğu ve bırakmamak için en fazla gayret sarf ettiği sömürgesi... Fran- sa, 16'ncı yüzyıl başından itibaren 'gevşek bir Osmanh egemenliği altında olan Ce- zayir'in, aynı adlı başkentini 1830'da işgal etti. Ancak egemenliğini sahilden içerile- re taşıması, 40 yıl sürdü. Feodal-göçmen kabile ve Sufı cemaat otoritelerinin Şeyh AbdâlkacUr önderliğin- de yürüttükleri büyük direniş, köklü bir bağımsızhkçı miras bıraktı. Özellikle ül- kenin güneyinde ve doğudaki dağhk Ka- bileye bölgesindeki kırsal kesimde, sömür- geciliğe karşı direniş kuşaktan kuşağa po- püler bir gelenek, bir mit devretti. "Ga- •w"a karşı seferber olan Sufı cemaatler, içe kapahhktan çıktılar, siyasallaşmaya açık hale geldüer. Abdülkadir direnişi, kır- sal Cezayir'de bir örgütlenme yeteneğini, hatta şebekesini yerleştirdi. Franstz emperyalizmi, ülkenin hızla mo- dernleşerek Fransızlaştırılan sahil kentle- rinde işbirlikçi zemin bulurken, kırsal ke- simde hep yabancı ve düşman kaldı. Bir tür pasif kültürel direniş sürdü. öte yan- dan, kentlerde, gerek Îslami ulema, gerek modern orta suııflar ve aydınlar, modern bir bağımsızhkçı hareket geliştirme çaba- sındaydılar. Fransa kültürüyle birlikte sı- zan milliyetçilik ve sosyalizmden de etki- lenen bu çabalar, 2. Dünya Savaşı sonra- sına kadar Fransa'yla uzlaşmacı, ıhmh bir çizgide gelişti. Bağımsızhkçılar, 2. Dünya Savası biterken, muraüarına ermeyi umu- Fransızlara karşı yurululen ozgurluk savaşında 9 milyonluk nufusun 1.5 milyonunu kaybeden Cezayir'de bağımsızlığın kazanıldığı gunzafer nidalanyla kutlandı. Bağımsızlıktan sonra Pan-Arap milli)etçiliği, İslatn ve sosvalizm sentezine donuk bir çizgi izleyen Cezayir Cumhurbaşkanı Ahmel Bin Bella, bağımsızlık savaşı sırasında Fransızlarca tutuklanmıştı. Ahmel Bin Bella, ulema ve ordunun baskısı sonucunda budadığı ozyonetim örgütlenmelerini guçlendirmeye çalışınca 196S'(e Genelkurmay Başkanı Albay Huari Bumedyen'in (ortada) darbesiyle devrilip tutuklandı. yorlardı: 300 bin Cezayirlinin faşist Ital- ya ve Almanya'ya karşı Fransa Ordusu saf- İannda çarpışmasının ödülü, bağımsızhk olmalıydı. Ancak Fransa, Cezayir'i bırak- maya niyetli olmadığım, Setif kasabasın- da savaşm bitişini yeşil-beyaz Cezayir bay- rağıyla kutlayan ınsanların üzerine ateş açarak, ardından butun ulkede terör esti- rerek gösterdi. 1945 mayısmda ulkede Fransızlara göre 10 bin, Cezayirlilere gö- re 45 bin insan öldürüldü. 1947'de Ceza- yir'e, özerklik değil, sadece bir Fransız vali egemenliği altında "özel statü" verildi. Ardından, Cezayir fırtına öncesi sessiz- lik dönemini yaşadı. Kentlerde olgunlaşan modern bağımsızlıkçı akım, ilk kez, kır- larda yıllardn- uyuyan direniş geleneği ile temasa geçti. Bu teması başlatan öncü gi- rişimci, özel örgüt idi. özel örgüt, genç fcurucusu HöseyİB Ait (Ayet) Ahmel'in mensup olduğu Berberi halkın yaşadığı Kabiliye'den başlayarak, kırda gizli silah- h örgütlenmeye girişti. Hızla yaygınlaşan bu nuveden, 1 Kasım 1954'te Ulusal Kur- tuluş Cephesi (Fransızca kısaltmasıyla FLN) doğdu. FLN, adım adun, bağımsız- hkçı hareketin bütün kanatlaruıı önderli- ği altında toparlamayı başardı. Gelişen sendikal ve sosyalist hareketlen İslami Ulema Birhği'ne kadar bütün bağımsızhk- çı güçler, FLN'ye destek verdiler. Bunda, kuşkusuz, dört yıl içinde 3 bin mücahit- ten 100 bin mücahite yükselen askeh gü- cünün etkinliği önemli pay sahibiydi. Ancak, başarısında esas etken, ülkede- ki bütün siyasi ve toplumsal geleneklerden malzeme devşirmesine olanak tanıyan ya- pısıydı. Mısır'da Nasır deneyinden esinle- nen Pan-Arap milliyetçiliği... Islamcıhğın eşitlikçihği ve cihat soylemi... Sosyahzmin antiemperyalist özgürlükçülüğü... Fransız kültürüne hem vakıf olmanın hem tepki duymanın beslediği radikal bir modernizm ve Batılı eleştirisi... Bütün bu etkenlerin, değişik bölgelerde, farkh ağırhklarla da ol- sa oluşturduklan bileşim, Cezayir bağım- sızhk mücadelesine büyuk güç verdi. Fran- sa bu mucadeleye şiddetle karşı koydu. sis- tematik baskı ve işkence yanında, 2 mil- yona yakın Cezayirliyi Nazi usulü temer- küz kamplannda sefalete mahkûm etti. Sömürge ordusu mevcudu, 1950'lerin so- nunda 800 bin kisiye ulaşü. 1958'de Fransız ordusunun milliyetçi "şahbrierinin darbe yaparak General Ga- nlle'ü yönetime getirmelerinın nedeni, "Cezayir eJden gköyor" kaygısıydı. De Ga- uUe"ün kimi reformlan ve uzlaşma caba- lan da para etmeyince, 1962'de Fransa pes etti ve Cezayir "ekten gitti" Bağımsızhğm 'ezayirliler 2. Dünya Savaşı'nda Fransa'nın yanında çarpışmanm ödülü olarak bağımsızlık bekliyorlardı. Fransa'nın bu isteğe karşı yanıtı ise ateş oldu. Setif kasabasında savaşın bitmesini yeşil-beyaz Cezayir bayraklarıyla kutlayanların üstüne Fransız askerîeri ateş açtı. Bu ateş Fransızların 1962'de Cezayir'den çekilmelerine kadar aralıksız sürdü. Cezayir'e bedeli, 9 milyonluk nüfusundan 1.5 milyonunu yitirmek ohnuştu... Bağımsızlıkla birlikte iktidar mücade- lesi başladı. Bu mücadele, kurtuluş sava- şında düşmana karşı daha kolayca aynı kaba dökülen farklı ideolojik motiflerin nasıl bir araya getirileceği meselesi ile doğ- rudan ilgüiydı. FLN yönetiminde ağırhk- h olan sosyalizm tercihi, kitlesel talepler- le de birleşerek, yönetimin ilk adımlanna yön verdi. Sosyalizm uygulamasının bh- resmi devletci yüzü vardı, bir de tabanda- ki devrimci yüzü. Resmi sosyalizm, lunus veya Mısır'ın bağımsızhk sonrası icraatın- dan sadece doz olarak farkhydı. Sanayi büyük ölçüde miUileştirildi, toprak refor- mu yapıldı. Cezayir'in ozgünlüğü, tabandaki sosya- lizm potansiyehydi. Fransızlar ve isbirük- çileri tarafından terk edilen yüzlerce sa- nayi ve tarun isletmesi FLN'ye bağh sen- dikalann ve sosyalist gruplann çağnsıy- la, işçi ve köylülerin oluşturduğu özyöne- thn komitelerince yöneltihneye baslanmış- ü. 1962-65 arasmdaki bu uygulama, Cumhurbaşaknı Ahmet Bin BeUa'nın mü- dahaleleriyle baskılandı, engellendi. Pan- Arap milh'yetçüiği, Islam ve sosyaüzm sen- tezine dönük bir çizgı ızleven Bin Bella'yı bu tavra zorlayan güçler, îslami ulema ile ordu idi. Emekci özyönetimine dayah sos- yalizm, ulemaya göre "tslam düşnanlığı" ordu ve bürokrasiye göre "yıkıcı, bölücfi, dış mihrakh" sayıhyordu. İktidar mücadelesi 1965'te, Bin Bella ulema ve ordunun ar- tan baskılan karşısında, kendi eliyle bu- dadığı özyönetim örgutlenmelenni guçlen- dirmeye hamle etti. Bunun üzerine, 19 Ha- zıran 1965'te Genelkurmay Başkanı Ha- v«ri (Huari) Bumedyen yönetime el koydu. Bumedyen yönetimi, özyönetmıci sos- yalizm potansiyelini, resmi devlet sosya- hzminin baskısı altında adım adım boğ- du. özyönetim organları bürokratiklesti- rildi, bunların yönettiği bazı büyük işlet- meler eski sahiplerine iade edildi. 1967'de özyönetimci sosyahst muhalefet bir dizi tutuklamayla tasfıye edildi. "Sosyalist Ce- zayir^in sosyalistliği, kalkınmacı ideolo- jisinden ve merkezi plan ekonomisinden ibaret kaldı. FLN'nin tek parti egemenh- ği, ordunun ve bürokrasinin toplumsal ya- şamda surekli denetimi ve ayncahkh ko- numu, bu yapuun klasik sonuçlanydı. Yö- netim kadrosunun "mazaffer" ve "kahranıan" kimliguıden gden prestiji, re- jimin temel meşruiyet dayanağı duru- mundaydı. Yasam standanhndaki kücümsenemeye- cek geüşmeler de, uzun suren sömürge ve savaş dönemınin acılarıyla, yoksunlukla- nyla yorgun olan halkı rahatlattı. Işsizlik 1963'te yüzde 70'den 1978'de yüzde 16'ya düşürüldü. Hekim başına düşen nüfus 1965'te öSOCden 1990'da 1200'e indi. Eği- timde önemli iyüeşmeler oldu. Bumedyen, 1971'de toprak sahiplerinin tepkilerine rağ- men gerçekleştırdiği ikinci toprak reformu ile köylülükteki desteğini tazeledi. SOtECEK Ankana, ticaret ve savaş gemüerinin boğadardaki zpmrlanna yıüarca katlandı Ahde vefa şampiyonuTürkiyeİSMAİLSOYSAL Boğazlardan geçiş rejimi ve bunun de- Betimi konusunda Sovyetler Birhği'nin is- tediği düzenin gerçekleşemeyeceği çoktan anlaşıhnıştı: 1921 Moskova Antlaşması ile Türkiye'nin razı olduğu 'dazeniB Karade- •iz'de kıyısı oian devktleroe saptanması' ilkesi 1923'te Lozan Sözleşmesi ile tarihe gömühnüştü. 'Bogazlann gövenliğinin TttrUye Hc Sovyetler Birttii'Bce ortakla- şa safhuıraası' yolunda'Stalin'in girişim- lerinin kabul edilemeyeceği de 1946'da an- lasıhnıstı. Böyle olunca Batıhlar Turkiye'- yi 'Boğaziann bekçisi' olarak görüyor ve rahat ediyor; Moskova'da soğuk savaşta Montrö düzeninin Karadeniz kıyıdaşlan- na tanıdığı öncehğin Türkiye tarafından en geniş biçimde ve iyiniyetle uygulanma- sıyla teseUi buluyor.dolayısıyla istemleri- ni şimdilik bir kenara bırakmış görünü- yordu. Türkiye'nin tutumuna geUnce: Anka- ra, Ankara'nın tutumu son 30 yıldır Bo- gazlarda savaş ve ticaret gemilerinin yol açöğı, giderek artan zararlara, aynca ken- di güvenligi ile ilgüi sıkmtılara katlanarak, Sovyetler Birliği ile bir sorun çıkarmamak için 'ahde vefa' ilkesinin şampiyonluğu- nu yapıyordu. Dışişleri Bakanhğı'nda gö- revli bulunduğum 41 yıl içinde, ne zaman Boğazlar konusunda bir seyler düşünmek jereği söz konusu olsa 'Montrö'ye doku- •ap somn çıkarmayalım' tepkisiyle kar- şlaştığunı anımsıyorum. Buna bizler öy- ksine ahşmıştık ki, 1974'te Kıbns hare- kâtı yapıhrken -ki o sırada Bakanhkta Si- jasal Işler Genel Müdürü idim ve hare- Mt sırajsında bir görevim de Genelkurmay Deniz Kuvvetleri Komutanhğı ile temas A 960 yılından beri boğazlarda 30 dolayında önemli kaza oldu. İnsanlar öldü, gemiler battı, yangınlar çıktı. Bugün Boğaz'dan sıkıştırılmış petrol taşıyan gemiler geçiyor. Bünlardan birinin ateş alması İstanbul'u yangın alanı durumuna getirebilir. Boğaz'da kirlilik dayanılmaz boyutlara vardı. Balık nesillerinin birçoğu yok oldu. GTünümüzde Sovyetler Birliği'nden ayrılan ülkelerde, onbinlerce taktik nükleer silahların sımrdışına kaçırılması tehlikesinden söz ediliyor. Bunların boğazlardan geçebileceğini düşünebilirsiniz. Uyuşturucu kaçakçılığı da böylesine rahat bir yolu gözardı eder mi? Bütün bunlar 1936'da Montrö Konferansı'nda akla gelmemişti. idi- Kıbns Rum yönetimi, hatta onun des- ' tekçisi Yunanistan ile fiilen savaş ya da yakın bir savaş tehlikesi içinde iken, Montrö Sözleşmesi'nin 5, 20 ve 21'inci maddelerine dayanarak, Rum ve Yunan ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçirilmeyeceğini açıklamak akhmıza bi- le geunemişti. Gelseydi ve gereğini yapsa idik, hiç değilse kararlıhğımızı göstererek, siyasal bir avantaj elde etmiş olurduk. Şimdi gunümüzün gerçeklerine dönelim: 1960 yıhndan beri boğazlarda 30 dola- yında önemli kaza oldu, insanlar öldü, ge- miler battı, yangınlar çıktı, hele 1979'da da bir büyük Rumen petrol tankerinin çarpısmasıyla unutu'mayacak bir badirey- le karşılaştık, geminin enkazı yıllarca Haydarpaşa önlerinde kaldı. Bugün Bo- ğaz'dan sıkıştınhmş petrol (tüpgaz) taşı- yan gemiler geçiyor. Bünlardan birinin ateş alması İstanbul'u yangın alanı duru- muna getirebilir. Gecen ekım ayında bir Kıbns Rum gemisi gerilla savaşına yararlı silahlan Suriye'ye taşırken yakalandı. Er- tesi ay da bir Lübnan gemisi 20 bin ko- yunla birlikte Boğaz'a gömüldü. öte yandan Boğaz'da kirlilik dayaml- maz boyutlara vardı. Güzel Marmara tu- rizm bölgesi olmaktan çıktı. Balık nesil- lerinin birçoğu yok oldu, ya da olmak üzere. Günümuzde Sovyetler Birliği'nden ay- rüan ülkelerde onbinlerce taktik nükleer silahların sınır dışına kaçınhnası tehlike- sinden söz ediliyor. Kimyasal ve biyolo- jik silahların el altından yayüması tehli- kesi ortaya çıkıyor. Bunlann boğazlardan geçerek hangi ülkelerin ya da örgutlerin eline geçebileceğini düşünebilirsiniz. Öte yandan uyuşturucu kaçakçıhğı böylesine rahat bir yolu gözardı eder mi? Bütün bunlar 1936'da Montrö Konferansı'nda belki akla gelmemişti. Orada Türkiye, bo- ğaziann yeniden askerleştirilmesi ve geçiş rejimini tek başına denetleme olanağuıı el- de etmenin verdiği rahatlıkla ne Mosko- va'yı ne de Londra'yı tedirgin edici istem- lerde bulunmak istememişti. Ya da trafı- ğin, dolayısıyla tehlikelerin bugunkü bo- yutlara ulaşacağım kestirememişti. Nitekim, Montrö Konferans tutanak- lannı inceleyince şunları gönlyonız: Gö- rüşmelere temel olan belge, Türkiye'nin sunduğu sözlesme tasansı idi. Bunda ti- caret gemilerinin geçiş serbestliği ile ilgili 2'nci maddede Lozan Sözleşmesi'ndeki sı- nırsızhk bemen hemen aynen kahnıştı. Pi- lotaj, römorkaj vb. hizmetlerin karşıhğı ücretlerinin ödenmesi gerektiği belirtilmiş- ti. Ama bunlann isteğe bağh değil, zorun- lu olması açıkça istenmemişti. Bu konu üzerinde Montrö'de 13 Temmuz 1923 gü- nü yapılan göruşmelerde Lord Stanley'- in isteği üzerine pilotaj ve römorkajın is- teğe bağh tutulmasmı Dışişleri Bakannnız Tevfık Rüştü Aras direnç göstenneden kabul etmişti. Tutanaklann okunmasın- dan seziliyor ki, Aras hiç değilse pilota- jın zorunlu olmasında ısrar etse idi, tn- giliz delegesi bunu kabul edebilecekti. Bu durumda, 'isteğe bağlı' olma kurahnın sa- vaş gemileri için de 'ipso facto' geçerli ola- cağı düşünuhnuş olrnalı kı, o bölümde 'is- teğe bafhlık'tan söz bile edilmemişti. tkinci madde Şimdi bu maddenin 'geçiş serbestliği' il- kesini güçlendirmek için ortaya koyduğu koşullan tek tek irdeleyelim: a) "Bayrak ve yiikü ne ohırsa olsun" de- niliyor. Bayrak konusunda bir eşitlik dü- şünülduğu kuşkusuz. Ancak, kimi du- rumlarda Türkiye'nin düşmanı bir ülke- nin gemisi başka bayrak altında geçerse ne olacak? Aynı tipte birçok ülkenin ge- misi vardır. örneğin kiralama yolu vb. ile bir hileye başvurulmaz mı? Bu uzmanla- nn bileceği bü" şey olduğu için üzerinde durmayacağım. Daha önemlisi yük, eski adı ile navlun- dur. Geçen ekimde Kıbns Rum gemisinin konşimentosunda sÜahtan söz edilmiyor- du. Bunlann Rumlara ya da PKK'ya tes- lim edilip edilmeyeceği belli değildi. Ya- nn zenginleştirümiş uranyum, nükleer si- lah ya da parçalan, kimyasal ya da bio- lojik silahlar aynı yoldan geçirilse, biz ge- ne 'yükü ne olursa olsun gecer' demeye mi mecbur kalacağız? Bu nokta son den- li önemhdir. Unutmayahm ki, kitle imha silahlannın yayümasımn önlenmesi konu- sunda uluslararası antlaşmalar yapıhnış- nr. Türkiye de bunlara katıhnıştır. Boğaz- larda onlar için girisilecek denetim tüm in- sanhğın yarannadır. b) Gündiiz ve gece koşulu da yersizdir. öyle durumlar (sis, elektrik anzası vb.) olur ki, sabahı beklemek gerekebilir. Za- ten uygulamada gemiler Boğaz ağzında bü- süre durdurulabihyor, bu koşulu bü- tünüyle kaldınp yerine 'geçişJerin Türk makamlarmın düzenleyeceği sanı ve zama- na göre, en kısa sörede yapılması' öneri- lebilir. c) Saghk denetimi ile ilgili 3. maddenin gerekleri dışında 'hiçbir isleme (formaH- te) bafb olmadan' tumcesi yerine, Türk- iye'nin egemenlik ve istikranna ya da dün- ya banşına ve insan haklanna ters düşen nitelikte yük tasıdığı yolunda 'muhik' (hakh ve inandına) haberler ahnan bir ti- caret gemisi Türk makamlannca durdu- rulup muayene edilebüir, denilmelidir. Tersine durumda yukanda değindiğimiz tüm tehlikeler (yayıhnası ve kullammı ya- saklanmış kitle imha silahlan, uyuşturu- cu kaçakçıhğı, terör ile bağknüh işler vb.) ortaya çıkacaktır. Türk karasulan içinde gerçeklesen bu gecişlerde denetimden ba- ğışık bir düzenin artık kabul edilemeye- ceği anlaşılmalıdır. Zaten Türk makam- lannın son zamanlarda egemenlik hakkı- na ve ceza yetkisine dayah müdahaleleri, kaçınılmaz olmuştur. d) PUotaj ve römorkajın isteğe bağh ol- ması kesinlikle kalkmah, bu hizmetler zo- runlu ohnahdır. Gerçi geminin boğazlar- dan bir Türk pilotunun (kaptannun) yar- dımı ile geçirilmesi mutlaka kazanın ol- mayacagını göstermez, ama pek çok ka- zayı önleyebiür. Nitekim boğazlardaki ka- zalann bir çoğu deneyünh Turk kaptan- lan ahnmadığı zamanlarda ortaya çıkmış- to. Römorkaj, yani geminin çekilmesine gelince, karaya oturan ya da bir yere ta- kılan geminin kendi olanaklanmn yeter- sizliği görülüyorsa bir an önce çekilmesi geçişlerin selameti bakımından kaçıml- mazdır. 2'nci maddenin geri kalan bölümü ise bu değişikhklere uygun biçimde düzelti- lebilir. öte yandan pilotaj ve römorkajın sa- vaş gemileri için de zorunlu olması ilgili maddelere eklenen hükümlerle sağlanması yerinde olur. Tüm bu değişiklikler sağlanırsa l'nci maddedeki 'geçiş serbestliği' ilkesi ile il- gili hüküm de 'aşağıdaki kayıtlaria' diye düzeltüebilir, kanısındayız. St}RECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle