26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Son olaya dikkat ettiğimizde, yine benzer sürecin yaşandığını görmekteyiz. Yine Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir yasa tasarısı gündeme getirildi, Türkiye’nin tepkilerine, yetkililerimizin sert açıklamalarına rağmen tasarının yasalaşma sürecinde önemli bir aşama kat edildi, Türkiye’nin tehditleri durmadan arttı, fakat neredeyse hiçbir sonuç alınamadı. Peki neden? Kuşkusuz neden çok fazla, ama en önemlisi, Türkiye’nin soruna tepkisel yaklaşımı ve tepkilerin dahi düzeyli, tutarlı ve sistematik olmaması. Zaten Fransa Parlamentosu’nun son kararı öncesinde Türkiye’den yükselen tepkiler ve Fransa’ya yönelik ambargo talepleri, durumun vahametini gözler önüne sermekteydi. Her şeyden önce Türkiye, Fransa’ya ambargoyu ne zaman kaldırmıştı? Fransız Parlamentosu 2001’deki kararını geri almıştı da, bunun üzerine Türkiye tepkilerinden vazgeçmişti de, şimdi ise Fransa konuyu yeniden gündeme getirince tepkiler yeniden mi yükselmişti? Aslında hepimiz Türkiye’nin bir önceki kararalma sürecindeki tepkisinin bazı konularda sadece birkaç gün olmak kaydıyla çok kısa sürdüğünü hatırlamaktayız. Fransa tutumunda en ufak bir değişikliğe gitmemişken, Türkiye’nin en uzun süren ambargosu askeri ihaleler konusunda olup, o da bir yıldan daha kısa sürmüştü. Nitekim Avrupa Ermeni Federasyonu Fransa Parlamentosu’ndaki oturumun hemen öncesinde, 11 Ekim 2006’da yaptığı açıklamada Türklerin boykot tehdidindin ciddiye alınacak bir şey olmadığını ifade etti. C S TRATEJİ Chirac’ı karşılayan Ermeniler... 21 sürmüş bir ülkenin, daha çok özgürlüklerle ilgili olan bir konuda aynı tehditleri sürdürmesi de pek mantıklı değildir. Türkiye’deki diğer ilginç bir durum da gelişmeler sırasındaki haber ve yorumların büyük çoğunluğunda "Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa teklifinden" bahsedilirken "sözde soykırım" ifadesi değil doğrudan Ermeni soykırımı ifadesi kullanılmış olmasıdır. İlk defa bu kadar yoğun şekilde daha önce kullanılan "sözde soykırım" veya sözde olduğunu vurgulamak amacıyla tırnak işareti içerisinde yazılan "Ermeni Soykırımı" kalıplarından vazgeçildi. Sanki Türk medyası, siyasetçiler, uzmanlar, aydınlar ve devlet yetkilileri, "soykırımın varlığını kabul etmiş, fakat sadece buna ilişkin tartışmaların önlenmesinden rahatsız duyuyormuş" noktasına yaklaştırılmış gibi bir görünüm ortaya çıkıyor. Türkiye’de çalışmakta olan kaçak Ermenistan vatandaşlarına ilişkin tartışma yine ilginç bir konuyu oluşturuyor. İnsanların sırf etnik kökenlerine göre ayrıma tabi tutulmaları normal şartlar altında kabul edilecek bir durum değildir. Fakat yasaları açıkça ihlal eden kaçak yabancı ülke vatandaşlarının sınır dışı edilmesi isteğine karşı inanılmaz boyutta örgütlü biçimde tepki gösterilmesi, böyle bir isteğin insanlık ayıbı olacağının iddia edilmesi de çok ilginç oluyor. ÇİFTE STANDART NOTLARI Sözde soykırıma ilişkin yaşanan süreçler bir yandan çifte standartların varlığından, (daha doğrusu artık standartsızlaşmanın artmasından) diğer yandan toplumsal hafızamızın çok kısa süreli olmasından kaynaklanıyor. Örneğin, Cezayir’de Fransa tarafından gerçekleştirilen katliamlar her gündeme geldiğinde "tarihi tarihçilere bırakmaktan" bahseden, yakın tarihimizin en vahim olaylarından birisi olan bu olayı geçiştirmeye çalışan Fransız yetkililer, sözde "Ermeni soykırımı" konusu gündeme gelince farklı tavırlar sergiliyorlar. Cezayir’deki olayların parlamentolarda görüşülmesine karşı çıkan, daha 1992’de Ermeni birliklerince gerçekleştirilmiş olan ve video kayıtları dahi mevcut olan Hocalı soykırımına ilişkin hiçbir ifade kullanmayan, Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali sorununa ilişkin olarak açık ifadeler kullanmaktan sakınan, "dengeli tutum takınmanın barış sürecine ve iyi ilişkilere daha fazla katkı yapacağını" düşünen Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, "Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerçekleştirilmiş Ermeni soykırımı konusunda şunu söyleyeyim: Avrupa öncelikle barışma, barış ve saygı çabasıdır. Türkiye’nin bu konuda bir bellek çalışması yapma kapasitesine güveniyorum" şeklindeki açıklamaları bu durumun ilginç örneklerindendir. Türkiye aleyhinde kararlar alan veya en azından karar alma yoluna giden ülkelerin diplomatlarının kendi ülkelerinin tavırlarını genelde iç politik süreçlerle bağlantılandırarak sorumluluklarını atmaya çalışması bir diğer ilginç konudur. Seçime giren adayların seçim kaygısıyla yaptığını, artık seçime giremeyecek olan liderler de seçime girememe durumunun verdiği Türkiye, iddialar gündeme geldiğinde BİLİNÇLİ TEPKİ Ermeni soykırımına ilişkin gösterdiği sert tepkileri kısa sürede toplumsal Sözde çalışmalar aşırı derecede aynı zamanda hafızasından siliyor. Dönemsel tepkilerin bir abartılmamalı, dönemsel reflekslerle geçiştirilmemelidir. Bu konuda anlamı olmuyor. Türkiye’ye yönelik mutlaka sistemli ve programlı bir söz konusu olmalıdır. suçlamalara karşı uzun vadeli ve sistematik çalışma Önleyici, eşzamanlı ve tepkisel adımların büyük bir kısmı bu plan politika geliştirilmesi gerekiyor. ve program çerçevesinde atılmalıdır. rahatlıkla yapıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac bu son durumun en güzel örneği olmuş durumda. O zaman ortaya şu sorular çıkıyor: İç politika neden midir, bahane mi? Bu gelişmeler vesilesiyle Türkiye de kendi çelişkili durumunu gözler önüne serdi. Direkt olarak kendisini ilgilendiren, sadece kendisine yönelik suçlamalar içeren bir yasaya kısa süreli bir tepki vermiş olan Türkiye, daha sonra hiçbir tutum değişikliğine gitmemiş olan Fransa ile her alanda ilişkilerini daha da geliştirdi, fakat daha çok özgürlüklerle ilgili bir yasa dolayısıyla yeni tehditler yağdırmaya başladı. Zira, Fransa sözde soykırımı 2001 yılındaki kararıyla resmen tanımıştı. Türkiye’yi asıl ilgilendiren konu da budur. Fransa Parlamentosu’nun sözde soykırımın inkarını yasaklayan son kararının temel özgürlüklerle ilgili boyutu daha fazladır. Türkiye ile ilgili boyutu da bulunmakla beraber bu tasarının gündeme getirilmesi ve yasalaşması asıl Fransa vatandaşlarını, insan hakları ile ilgili uluslararası kuruluşları, insan hakları sözcülüğü yapan bazı devletleri ilgilendirir. Bir bakıma bu tasarının yasalaşmasının Fransa’ya ve sözde soykırım çalışmalarına zararı bile olabilir. Bu konunun gündeme getirilmesinin ve yasalaşmaması için Türkiye ile pazarlık unsuru olarak kullanılmaya çalışılmasının elle tutulur bir tarafı yoktur. Diğer yandan asıl kendisini ilgilendiren konuda ambargo tehdidi sadece birkaç gün Çünkü Türkiye’ye yönelik sözde soykırım suçlamaları kendi başına bir konu olmayıp, daha geniş bir planın bir parçasıdır. Olaya ister Ermenistan açısından, ister bu konuda Türkiye aleyhinde çalışmalar yapan diğer yabancı ülkeler açısından bakılsın durum büyük ölçüde aynıdır. Bu nedenle uzun dönemli planların bir parçası niteliğindeki adımların atılmasına özel önem gösterilmesi yararlı olacaktır. Bunun dışında da adımlar doğal olarak söz konusu olacaktır. Fakat, iyi niyetle dahi yapılmış olsa, büyük planın aşamalarını ihlal eder nitelikteki, bazen de şovreklam nitelikli adımlar aslında sürece katkı sağlamıyor, tam tersine zarar veriyor. Türkiye’nin, sözde soykırım konusunun kendisi ile pazarlık unsuru olarak kullanılma çalışmalarına prim tanımaması gerekiyor. Her yıl çeşitli vesilelerle sözde soykırım konusunu gündeme getirip, Türkiye’den bazı ödünler alarak kısmi geri adımlar atan ülkelerin bu konuya ilişkin tutumlarını artık netleştirmeleri gerekiyor. Eğer konuya gerekli önem verilmezse, çalışmalar gerekli ciddiyet ve plan içerisinde yürütülmezse, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti için bu konuda çok olumsuz noktalara gelinebilir. Fakat gerekli sistematik çalışmalar yürütülürse, orta vadede soykırım suçlamalarının çok küçük boyutlara inmesi hayal değildir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear