26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

ilişkilerine büyük bir darbe inmişti. 1974 yılında, Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri kurtarmak amaçlı yaptığı askeri harekâttan sonra, ABD Kongresi Türkiye’ye ambargo uyguladı ve askeri yardımı durdurdu. Bu, Soğuk Savaş döneminde TürkAmerikan ilişkilerindeki en gerilimli olaydı. Henry Kissinger’e göre bu ABD ‘Türkiye’yi, vazgeçilmez müttefikini’ cezalandırıyordu. ABD Kongresi’nin kararı rasyonel bir değerlendirmenin sonucu değil, bu ülkedeki Yunan lobisini tatmin etmek amaçlı alınmış duygusal bir karardı. Ambargoyla beraber ABD, NATO’nun Güneydoğu kanadındaki gücünü ve sadık müttefiki Türkiye’nin yeteneklerini kısıtlıyordu; başka bir deyişle ‘ABD kendi çıkarlarını ayağından vuruyordu’ ve bu da aşılması zor olan ciddi bir güven krizi ve ikilemi oluşturuyordu. Türkiye bu duruma, ABD askeri kullanıma açık üsleri kapatarak karşılık verdi. 1984 yılında Carlisle, Pennsylvania’daki Harp Kolleji’nde operatif ve stratejik seviyede öğrenim almak üzere seçildim. Bu okul aslında, ABD kıdemli subayları ve potansiyel askeri liderleri için tasarlanmıştı;bu öğrenime ABD’nin dostu ve müttefiki olan ülkelerden de subaylar katılmaktaydı (Albay Tommy Franks Kolej’den sınıf arkadaşımdı ve daha sonra Irak’ı işgal eden birliklerin kıdemli komutanı oldu). Ailemle birlikte ABD’de bir sene kalmak benim için ilginç bir deneyimdi. Yıldız Savaşları projesi manşetlerdeydi ve Soğuk Savaş devam ediyordu. ABD subayları Vietnam Sendromu’nun etkisi altındaydı ve Vietnam Savaşı’nın kaybedilmesinin sebeplerini anlamaya çalışıyorlardı. Carl von Clausewitz’in düşünceleri, gelecekteki savaşların ilacı olarak görülmekteydi. ABD’nin hata yaparak dersler çıkarma gibi kötü bir alışkanlığı olduğunu gözlemledim. ABD, bir savaşı hatalar yaparak kaybediyor; neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışıyor ve düzeltmeye çalışıyordu; ancak bu masraflıydı. Okuldaki öğretiler, ‘çıkarlar’, ‘fırsatlar’ ve ‘sorumlulukların’ uluslararası ilişkilerin ve stratejik planlamanın ana parametreleri olduğunu söylüyordu; ancak ABD’li sınıf arkadaşlarımın uygulamalı stratejik planlamada sorumluluklara aldırış etmeyerek çıkarlar ve fırsatları vurgulama alışkanlığı vardı. İlginç bir şekilde, ya stratejik konumları ya da silahlı kuvvetlerinin büyüklüğü bakımından ABD’nin stratejik çıkarları için önemli olan ülkeler, uluslararası ilişkilerde de önemliydi. Türkiye’den geldiğim, Türkiye NATO’nun Güneydoğu kanadını koruyarak Sovyetleri çevrelemede katkıda bulunduğu için ve Türkiye’nin Kenar Kuşak’taki jeostratejik konumu nedeni ile okulda prestij sahibi bir öğrenciydim. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri büyüklüğünün ve yeteneklerinin, ABD çıkarları için önemli bir değeri vardı. Ayrıca, Amerikalılar, Kore’de Türk askerlerinin bir ABD tümenini yok olmaktan, bir ABD ordusunu kuşatılmaktan kurtarırken öldüklerini unutmamışlardı. Zaman zaman meydana gelen gerilimlere rağmen, Soğuk Savaş süreci sona erinceye dek TürkAmerikan ilişkileri bir hayli basit ve uyumluydu. Güvenlik çıkarları büyük oranda örtüşüyordu ve ortak bir tehdide yönelikti. Bir başka deyişle, Türkiye’nin coğrafi konumu ve Silahlı Kuvvetleri, Sovyetleri ve Komünizm’i çevreleme politikasında ABD çıkarlarına katkıda bulunuyor; Türkiye de ABD desteğiyle Sovyetler Birliği’ne karşı bir NATO üyesi olarak kendini daha güvenli hissediyordu. ABD’nin son dönemde Afganistan ve Irak işgaliyle güçlerini geniş bir alana yayması, etkinliğini azaltıyor. ABD’nin gerçekçilikten uzak yaklaşımı Rusya ve Çin’i Avrasya’da yeniden cesaretlendirmiş durumda. bize, İslamcı kökten dinciliğin nasıl bir tehdide dönüştüğünü anlatıyorlardı. Bu, benim için anlaması zor, çarpıcı bir ikilemdi. Batı dünyası, NATO dahil, Müslüman Bosnalıları, Hıristiyan Sırplardan korumaya yönelik hiç bir girişimde bulunmuyordu. Dünyadaki çok kişi gibi, Francis Fukuyama’nın The National Interest dergisinde 1989’da yayınlanan Tarihin Sonu(2) isimli makalesi ve daha sonra 1992’de yayınlanan Tarihin Sonu ve Son İnsan(3) isimli kitabını anlamakta zorluk çekiyordum. Fukuyama’ya göre Komünizm’in çöküşü ve serbest pazar liberalizminin zaferi, tarihin sonunu getirmişti. Fukuyama makalesinde, liberal demokrasinin monarşi, faşizm ve son olarak Komünizm’e karşı üstünlük sağlayarak son yıllarda dünyada bir yönetim sistemi olarak yükseldiğini söylüyordu. Fukuyama’nın düşünceleri, ABD’nin Soğuk Savaş sonrası jeopolitik çıkarlarına, fikirsel taban oluşturmayı amaçladığı şeklinde algılandığı için şüphe ile karşılanmıştı. Bazı çevrelerce, bir diğer kafa karıştırıcı ve karışık tez olarak algılanan Foreign Affairs dergisinde 1993’te yayınlanan Samuel P. Huntington’ın The Clash of Civilizations(4) makalesi ise ABD büyük stratejisini büyük ölçüde etkiledi. Huntington’a göre, dünyada insanoğlu arasındaki büyük ayrımların ve uluslararası anlaşmazlıkların ana kaynağı, ideolojik ve siyasi değil; kültürel sebeplerden oluşacak; Yugoslavya’dan Ortadoğu’ya, oradan da Orta Asya’ya uzanan, medeniyetler arasındaki fay hattı, geleceğin çatışma hatlarını oluşturacaktı. Huntington, küresel politikanın ana anlaşmazlıklarının farklı medeniyetlerin ulusları ve grupları arasında gerçekleşeceğini, medeniyetler çatışmasının küresel politikaya egemen olacağını; medeniyetler arası çatışmanın, modern dünyadaki çatışma evriminin son safhasını oluşturacağını iddia etmişti. Sonradan genişletilerek kitap olarak basılan makalesinde Huntington, medeniyetleri Batı, Konfüçyüs, Japon, İslam, Hint, SlavOrtodoks, Latin Amerika ve muhtemelen Afrika olarak sınıflandırdı. Aslında, Huntington’ın fikirleri çelişki oluşturuyordu; çünkü, 21. yüzyılda jeopolitik güç ya da küresel egemenlik için büyük siyasi sonuçlar da doğuran mücadeleler esas olarak, stratejik kaynakların, deniz ulaşım hatlarının ve ekonomik pazarların kontrolü için yapılacaktı. Batı’ya rakip olarak sunulan ilk muhtemel hasmın, radikal İslam’ın sadece bir kültür değil; ağırlıklı olarak bir ideoloji de olması ise ikinci ikilemi oluşturdu. Nitekim, ABD Başkanı George Bush, 2005 yılının Ekim ve Kasım aylarında teröre karşı savaşı tarif ederken, İslamiyet’i bir ideoloji olarak tanımlamış ve radikal İslam ile Komünizm ideolojisine özdeşleştirmişti. Ayrıca, Başkan Bush, aynı konuşmalarda, yüzyılın ana çatışmasının medeniyetler çatışması şeklinde gelişeceğini, ‘İslamofaşizm’ ve ‘militancihadizm’ kavramlarını kullanarak göstermişti. Huntington'ın görüşleri, ABD küresel stratejisinin altyapısını oluştururken, bu C S TRATEJİ 15 stratejinin en ciddi hatasını da oluşturdu; çünkü, onun düşünceleri, yeni çatışma şekli için, ciddi bir önyargıyı yansıtıyordu. Huntington’ın tezinin gerçekleşiyor olması ve radikal İslam’ın şiddetin temel kaynağına dönüşmesi, bu tezin bir önyargı olduğu gerçeğini değiştiremez. Huntington’ın fikirleri, önyargı değil, hesaplamalar ve akılcılığa dayanması gereken ABD’nin küresel jeostratejisini yanlış yönlendirdi. Huntington makalesinde ayrıca, insanlar kendilerini medeniyete göre sınıflandırdıkça, içinde farklı medeniyetlere mensup insanlar bulunduran ülkelerin, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği gibi parçalanmaya aday olduklarını iddia etmiştir. Onun, Türkiye’nin prototip olarak ve tarih bakımından en bölünük ülkeyi oluşturduğu şeklindeki sözleri, biz Türkler için bir alarm etkisi yapmıştı.(5) 1991 Ağustos’unda yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde, 1990’lı yıllar ile ilgili ABD çıkarları ve amaçları hakkında şu ifadeler yer alıyordu; yabancı pazarlara, enerji ve yeraltı kaynaklarına, okyanuslara ve uzaya erişimi garanti etmek; bölgesel hegemonya peşinde olan güçleri caydırıcı istikrarlı bölgesel askeri dengeleri korumak. Bütün bunlar, ABD’nin 21. yüzyıl jeopolitiği hakkında ipuçları veriyordu(6) ve bu jeopolitik çıkarların hiçbirisi Huntington’ın fikirleri doğrultusunda çatışmanın ana sebebi olarak kültürel farklılıkları göstermiyordu. Zbigniew Brzezinski 1997 yılında yayınlanan ünlü Büyük Satranç Tahtası, Amerikan Üstünlüğü ve Onun Jeostratejik Zorunlulukları(7) adlı kitabında, Huntington’un ‘ABD üstünlüğünün olmadığı bir dünyada, küresel sorunların şekillendirilmesinde diğer ülkelere oranla nüfuzunu daha fazla sürdürmeye devam eden bir ABD’nin olduğu bir dünyaya oranla daha fazla şiddet ve kargaşa; daha az demokrasi ve ekonomik büyüme olacaktır. ABD’nin uluslararası üstünlüğünün sürdürülmesi, Amerikalıların refahı ve güvenliği için merkezi önemdedir…’ ifadesine atıfta bulunarak da 21. yüzyıl ABD jeopolitik çıkarları için ipuçları vermişti. Aslında Brzezinski’nin kitabı, ABD yönetimine önerilen bir jeostratejiydi ve Brzezinski kitabında, Amerika için asıl jeopolitik ödülün Avrasya olduğunu, ABD’nin küresel üstünlüğünün Avrasya kıtasındaki nüfuzunu ne kadar süre ve nasıl bir ehliyetle sürdürebileceğine bağlı olduğunu yazmıştı.(8) Bu nedenle de Avrasya küresel üstünlük için mücadelenin sürdürüleceği satranç ABD JEOSTRATEJİSİ Berlin Duvarı, 1989’da birdenbire yıkılmış ve Soğuk Savaş’ın sonunu getirmişti. 1991’de ise Sovyetler Birliği dağıldı. 1991 Yılı yazında Belçika’daki NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Karargâhı’nda (SHAPE) Tuğgeneral rütbesiyle görevlendirilmiştim. Asıl tehdit olan Sovyetler Birliği dağıldığı için yeni jeopolitik ortama uyum sağlamaya ve yeni görev tanımlaması yapmaya çalışan SHAPE tam bir karmaşa içindeydi. Kısa bir süre sonra, Müslüman Bosnalılar Hıristiyan Sırplar tarafından saldırıya uğradı; bu arada SHAPE dahilindeki ABD ve İngiliz istihbarat subayları Huntington
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear