Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Batı’da sözünü ettiğiniz bu yaklaşım, sadece duygusal tepkilere ve önyargılara mı dayanıyor, yoksa bu bilinçli bir politikanın ürünü mü? Avrupa’da da aynen Osmanlı gibi büyük imparatorluklar kurulmuş. İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İspanyollar, İtalyanlar, Portekizliler büyük sömürge imparatorlukları kurmuşlar. Ama nedense onların hiç olumsuz yönleri, vahşi uygulamaları anlatılmıyor. Kimse o taraflarını anmıyor. Oysa tarihte yaptıkları ortada. Soykırımlar, vahşetler ortada. Olgunlaşmak için, ilerlemek için, uygarlaşmak için aynaya bakmak, geçmişle yüzleşmek lazım. Mesela son olarak Fransız Meclisi’nin aldığı sözde soykırıma ilişkin karar Batı’nın bu ikiyüzlülüğünün örneği. Onlarla hemfikir olmamak da onları tatmin etmiyor. Onlar gibi düşünmek zorundasınız. Aksini düşünüp, söyleyince bir de hapis yatacaksınız. Fransa’nın Cezayir’de yaptığı vahşeti söylediğinizde ise kimse üstüne alınmıyor, bunu "büyük tabu" olarak örtbas edip, geçiştirmek, unutturma, gizlemek istiyorlar. Avrupa Türkiye’yi neden dışlıyor? Avrupa’ya, kendi geçmişinin üzerini örtmek ve dikkatleri başka yöne çekmek için bir günah keçisi lazım. Türkiye bunun için hep hırpalanıyor. Diğer yandan da kendi kimliklerini korumak ve güçlendirmek için bir "öteki" figürüne gereksinimleri var. Türkiye bu açıdan da Avrupa’nın "öteki"si olarak öne çıkıyor. Avrupa, başta Fransa olmak üzere hep demokrasi, insan hakları, özgürlük, hukuk gibi kavramların beşiği olarak sunar kendini. Bu tavırları çok ikiyüzlü değil mi? Bu kavramların doğduğu kıtanın, kendi içinde tutarlı olması gerekir. İnsanların karakterlerini, kişiliklerini belirleyici kılan nasıl sözlerinden çok davranışları, eylemleri ise toplumları ve devletleri de ağızlarından çıkan koca koca laflarla değil, yaptıklarıyla tartmak, değerlendirmek lazım. Geçtiğimiz aylarda bir sohbetimiz sırasında Rauf Denktaş da aynı noktaya dikkat çekti. "Kafamdaki şeyleri yazmışsın" dedi ve ekledi: "Bu kitap Rumları anlatsaydı best seller olur, ardından da hemen filmi çekilirdi" Batı’daki kitapçı raflarında Türkiye’yi, Türk insanını, Türk kahramanları, onların ülkeleri ve insanlık için yaptıklarını anlatan eserlerin sayısının artması lazım. Bu konuda atak davranmak, savunmada kalmaktan vazgeçmek, çekingen, edilgen, pısırık olmamak gerekiyor. Yahudilerin bu konudaki başarısı örnek alınmalı. Yunanlılar ve Ermeniler kendilerini çok iyi anlattıkları gibi, Türkleri de kötülemek konusunda oldukça yol aldılar. Gelinen noktada bunun önüne geçmek zor olmayacak mı? Türklerin artık harekete geçmesi şart. Mesela komedi filmlerinde bile çok ilgisiz bir yerde bir bakarsınız ki Türk kötülenir, çirkin, kirli, pasaklı, barbar olarak tanımlanır. Türklere karşı saldırgan, aşağılayıcı, küstah bir üslup kullanılır. İnsanların bilinçaltına, hiç belli etmeden, onlara hissettirmeden Türklerin kötü olduğu, zalim olduğu yalanı şırınga edilir. Osmanlılar, Türkler hep fetihleri, kılıçları, orduları ile anılır, istilacı oldukları anlatılır. Ama hiç kimse Büyük İskender’in fetihlerinden, İngilizlerin, Fransızların sömürgelerinde uyguladıklarından, Amerikalıların Kızılderililere yaptıklarından söz etmez. Nadiren söz edilse bile çok nazik, çok hoşgörülü, çok övgü dolu bir dil kullanırlar. Mesela, 1940’lı yılların sonuna kadar dünyada kimsenin aklına Ermeni iddiaları gelmemişti. Kimse bu sözde soykırımdan söz etmezdi. Sonra birdenbire keşfettiler bunu ve müthiş bir propaganda konusu haline getirdiler. Batı’nın da kendi kirli geçmişini örtbas etmek, dikkatleri başka yöne çekmek için işine geldi asılsız Ermeni iddiaları. Batı’dan aferin alma telaşındaki pek çok Türk entelektüeli de ne yazık ki bu propagandaya hizmet etti, onun bir parçası oldu, senaryoda rol aldı. Türkiye’nin AB ve ABD ile olan ilişkilerini ve Kıbrıs’taki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye, AB’ye asla üye alınmayacağını kabul etmeli. AB’nin zaten yeteri kadar sorunu var ve Türkiye gibi büyük bir ülkeyi de üye yaparak sorunlarının, yükünün katlanmasını istemez. Türkiye’den istediklerini, Romanya’dan, Bulgaristan’dan neden istemiyor? Türkiye’nin önüne koyduklarını diğer üyelerin önüne niye koymadı? İş öyle bir hal aldı ki, ABD’de kasırga olsa, İtalya’da yanardağ patlasa, Fransa’da nehir taşsa Türklerden bilecekler. Türkiye, dişini sıkıp, kendisinden istenen her şeyi yapsa bile Avrupa dönüp Türkiye’ye "Siz Türksünüz, bu nedenle üye olamazsınız" diyecek. Türklerin şunu görmesi lazım: Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin Avrupa’ya olduğundan daha çok ihtiyacı var. ABD ile ilişkilere gelince, Türkiye’nin ABD ile stratejik ortak olduğu yalanına kimse inanmamalı. C S TRATEJİ 11 Amerikalılar sadece kendilerini düşünürler. Kıbrıs’ta ise Rumlar asla Türklerle birlikte yaşamak istemiyorlar. Annan Planı’nın kabulü yönünde oy kullanan Türklerin ve Türk politikacıların, Rumların kendileriyle birlikte yaşamayı asla ve asla düşünmediklerini gördüğünü umuyorum. Annan Planı bu nedenle zaten daha başından ölü doğmuş bir plan. AB’nin desteğini alan ve AB üyesi olan Kıbrıs Rumları, üstelik Türklerden de çok daha fazla para kazanıyorken, neden Türklerle birlikte yaşamayı ve paralarını onlarla paylaşmayı kabul etsinler? Tüm bu gerçeklere karşın, adadaki iki halkı yeniden zorla evlendirmeye kalkışmak, yine huzursuz bir boşanmayla sonuçlanacaktır. Denktaş’ın yıllardır söylediği sözlerin ve dikkat çektiği gerçeklerin, özellikle gençler arasında da daha iyi anlaşıldığını görüyorum. Bundan sonraki çalışmanızın konusu ne olacak? Tarihi dönem olarak Kore Savaşı’nı aldım. Oradaki bir Türk subayın kahramanlığı ve Avustralyalı bir hemşire ile yakınlığını anlatacağım. Kore ve Kora Savaşı hakkında çalışmalarıma, araştırmalarıma başladım. O dönemde Amerikalı askerlere komuta eden 10 generalin kitaplarını okudum. Hepsinde de Türk askerinin özverisi, cesareti, kahramanlığı anlatılıyor. Romantizm her çatışmada, her kavgada, her savaşta, her trajedide görülür. Rus Devrimi’nde de, Amerikan İç Savaşı’nda da yaşanan büyük aşklar vardır. İnsanlar tarih kitapları okumaya çok meraklı olmadıklarından, böyle hikâyelerle birlikte vererek, onlara gerçekleri göstermek daha kolay diye düşünüyorum. İşin içine sadece tarihi gerçekleri ve tarihi kahramanları değil, ayrıca sıradan insanları da katınca, okurlara bir şeyleri vermek daha kolay oluyor. ‘İş öyle bir hal aldı ki, ABD’de kasırga olsa, İtalya’da yanardağ patlasa, Fransa’da nehir taşsa Türklerden bilecekler. Türk politikacıların, Rumların kendileriyle birlikte yaşamayı asla ve asla düşünmediklerini gördüğünü umuyorum. AB’nin desteğini alan Rumlar, neden Türklerle birlikte yaşamayı kabul etsinler?’