22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 TEMMUZ 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Nar Çiçekleri... Bütün bunlar kalacak! Nar çiçekleri hiç yok olmayacak... Limonlar, erikler, portakallar, bir bir gidecek! Bir ben mi kalacağım? Bir ben mi? Çokları yok arkadaşlarımın!.. Varlar ama yoklar yine de! Arasam bulamam, telefon etsem yanıt çıkmaz, mektup kime gider, kalkıp evlerinin kapısını çalsam, açılmaz... Bahçenin ortasına bir sandalye çektim. Sağa sola bakıyorum. Uzatıp bir dal koparıyorum. Derken, bir yaprak üstüme düşüyor. Doğa “Unutmam seni” mi diyor? Uzansam şu yeşilliklere çocukluğumdaki gibi... Hiçbir şey düşünmeden, ne düş, ne hayal ne de olmayacak bir masal... Zamanlar eski defterlerde kaldı. Benden sonra da kalacak. Anılarımı okuyacaklar, şaşacaklar, “Ne boş şeylerle aldatmışım kendimi” mi diyecekler. Kaldırıp atacaklar çöplüğe... Kime ne benden, ben yokken!.. Sessizliktir en korku veren! Arada bir esintisi de olmasa. Hiç değilse dünya var, yaşam var dercesine... Kalk yürü koş, yokuştan in, başka bir yokuştan çık. İnsanları ara bul... Gir bir kahveye bir çay iç. Tavla oynayanlara bak, arada akıl ver, nice kızsalar da... “Ne bitmez şarkın var” demiş bir şair. Hangi şarkıydı o? Biter yeniden başlar... Yaşam rüzgârı. Ya kabaca ya dostça, ya sevgilinin okşayışı gibi... Bir kitap almak, okumak. Orasından burasından... Roman olmasın. Bir serüveni baştan sona izlemek ne saçma! Aç ortasından, sonundan oku, sana neyi verirse onu al, gerisini bırak... Şiirlerdir en yakındakilerimiz. Tek bir dize koskoca kitaptan daha çok şey verir. En iyisi yaşama sevincidir. O dizeyi yazan kişinin rüzgârının sana ulaştırdığıdır. Kâğıda dökülmez bazı şiirler! Sonsuza kadar kalır belleklerde. Yapışmış bir böcek... Anılarda yitip gidene kadar... Çiçekler bana bakıyor, tek tek ellerini uzatıyor. “Gitme kal, gitme bizden öteye!” Doğa bugünlük bize izin verdi, ama yarın! Sen yaşa, yaşat onları da, kendini de... Bir masalda san kendini! Sonu olmayan bir çocuk masalında... Bir anlığına da olsa, yaşamanın tadını duy şu ağaçlarla, şu çiçeklerle... PENCERE Keyifsiz Bir Pazar Yazısı.. Bugün pazar.. Eski Babıâli'de ya da yeni medyada yazılı olma- yan bir kural geçerlidir; pazar günleri okuru neşe- lendirmek, rahatlatmak, keyiflendirmek için yazılır, çizilir... Ne yalan söyleyeyim, ben de bu kurala genellik- le uyarım... Bu pazar da mizaha dönük bir balonu zihnimde şişirmenin yazınsal esrikliğine kapılmış, esin peri- siyle cilveleşmeye başlamıştım... Küçük bir iğne, şişmeye başlayan o balonu pat- lattı. Şu Cumhuriyet gazetesini bilmem ki ne yapsak?.. Atsan atamıyorsun.. Satsan satamıyorsun.. Başa belâ!.. Gerçeğe salâ!.. Cumartesi günkü, yani dünkü sayısında, Cum- huriyet'in iri siyah harflerle attığı birinci başlığı ney- di: ''Yetkilerimiz kısıldı'' Kim söylüyor bunu? Genelkurmay Başkanı!.. Demek ki asker söylüyor. Teröre karşı savaşımda askerin yetkilerini kim kı- sıyor?.. Takıyyeci sıfatıyla ya da adıyla anılan siyasal ikti- dar bu marifeti yapıyor... Gözlerimi birinci başlıktan kaydırıyorum, manşe- tin hemen altındaki ikinci başlık: ''Kışlaya bomba: 5 asker şehit!..'' Düşünüyorum: Son günlerde kaç şehit verdik?.. Bilemiyorum... Sen şimdi kalk, keyifli bir pazar yazısı yaz!.. Yazsan bile yazdığın keyifli yazıyı şehit aileleri ke- yifle okuyabilirler mi?.. Ne tür bir kanlı cümbüşün içine girdik?.. Amerika mı, Dabılyu Buş mu, her kimse, Kuzey Irak'ta PKK'nin üstüne kol kanat germiş... Sınırın öteki yakasında terörü düpedüz ABD hi- maye ediyor.. Takıyyeci mi, dinci mi, her neyse AKP iktidarı da içerde askerin yetkisini kısıtlıyor.. Asker-sivil şehit üstüne şehit veriyoruz.. Şehit aileleri eş, baba, ana, çoluk çocuk ağlaşı- yorlar.. Hepimiz elleri kolları bağlı seyrediyoruz.. Bugün de inadına pazar.. Al sana keyifsiz bir pazar yazısı!.. (7 Ağustos 2005 tarihli yazısı) T arihimizin güzel olaylarõnõ yõldö- nümlerinde kutlamak, ulusun mo- ral gücü için kuşkusuz iyi bir alõş- kanlõğõmõzdõr. Ancak yakõn geç- mişte yaşadõklarõmõzla yõllõk an- malarõn sanõldõğõ kadar işlevsel olmadõğõna, ta- rihimizin kõvanç dolu sayfalarõnõ ne çabuk göz ardõ edebildiğimize, o sayfalarõ yazanlarõn anõlarõnõ nasõl sarsabildiğimize birçok kez ta- nõk olduk. Yaşanmõş birçok çarpõcõ olay gibi artõk Lozan da sözde demokrasi, sözde özgürlük adõna, sözde aydõnlarca kõyasõya eleştirilmek- te, hatta yerilmekte. Bu da Lozan’a nedenleri ve sonuçlarõyla daha yakõndan bakmamõzõ, da- ha özenle incelememizi gerektiriyor. Ne var ki, Kurtuluş Savaşõ’nõn siyasal zaferi, okullarda ço- ğu kez sadece “Türk mucizesi”, “altın harf- lerle yazılı bir olay” gibi sözlerle ezberletilip geçiliyor. Oysa tarihin bütün olaylarõ gibi, Lo- zan’õn da düşünsel yönünün vurgulanmasõ gerekir: Birinci Dünya Savaşõ’nda ve bitiminde savaşan ülkelere göre Türkiye’nin koşullarõ neydi? Türk ulusu neden zayõf kalmõştõ, neden yenildi? Güçsüz uluslarõn kaçõnõlmaz yazgõsõ olan emperyalist ülkelere tutsaklõktan nasõl kur- tuldu? Yetişenlere bunlar öğretilmeli. Türki- ye’yi Lozan’da başarõya ulaştõranõn, özgürlük ve bağõmsõzlõk özlemi kadar, onaylanmasõnõ he- deflediği Misakõmilli’nin, insan haklarõna da- yandõrõlarak, ulusun hakkõndan öteye uzan- mayarak, bilimle desteklenerek hazõrlandõğõ an- latõlmalõ ki ona sahip çõkõlsõn. Bağımsızlık ve egemenlik tartışmaları Türkiye için bir kõvanç anõtõ olan Lozan Kon- feransõ ve barõşõ ile ilgili olarak söylenecek çok şey var. Ne var ki, artõk dilimizden düşmeyen bir söylem de 21. yüzyõl Türkiyesi’nde hele öz- güven açõsõndan o günlerin çok gerisinde ol- duğumuzdur. Gerçekten de bugün ülkemizden söz ederken içimizde o günlerin öğüncünü ta- şõyabiliyor muyuz? Yoksa konferans masasõnda hakkõmõzõ savunduğumuz büyük devletlerin karşõsõna yeniden ulusal bütünlük, bağõmsõz- lõk ve egemenlik tartõşmalarõ içinde mi çõk- maktayõz? Lozan Konferansõ’ndaki Batõlõ temsilciler Türkiye’ye sade emperyalist gözlerle bak- makla kalmamõşlardõ. Türkiye’yi hor görerek, Batõ kültür ve düşüncesinden, çağdaş uygar- lõktan çok uzak olduğunu, aralarõna yakõşma- dõğõnõ da düşünüyorlardõ. İşte Türklerin bu dü- şüncelerin tersini kanõtlamalarõna olanak sağ- layan Lozan barõşõ, sadece bir siyasal antlaş- ma olmamõştõr. Türk ulusunun karşõ karşõya ol- duğu devletlerle yüz yõllar boyu sürmüş iliş- kilerini yeniden düzenlemiştir. Yönetim, hu- kuk, eğitim ve ekonomiye ilişkin boyutlarõy- la ülkenin günlük yaşamõna yansõmõş, yeni Tür- kiye’nin yaşam biçimi bu antlaşmayla belir- miştir. Tekrar altõnõ çizersek, Lozan, Türki- ye’nin çağdaş, uygar ülkeler yanõnda, eşit haklarla donanmõş olarak yer almasõnõ sağla- mõştõr. Nitekim İsmet Paşa, kendine Türki- ye’nin hâlâ şeriata dayanan yasalarla yönetil- diği hatõrlatõlarak Ermenilere ezilmeden ya- şayabilmeleri için bir alan ayrõlmasõ önerildi- ğinde, güvenle, en çok üç yõl içinde Türkiye’nin çağdaş ölçütlerle bütünüyle örtüşen yasalarla ve toplumsal kurallarla donanacağõnõ, o zaman ülkede hiçbir toplumun ayrõcalõklõ bir konum isteme gereğini duymayacağõnõ söyleyerek kõsa zamanda gerçekleşecek Türk devriminin duyurusunu da yapmõştõ. Değişikliklerse antlaşma imzalanabilsin diye değil, imzalan- dõktan sonra gerçekleşmişti. Türk heyeti ödün vermedi Osmanlõ İmparatorluğu güçsüzleştikçe ül- kenin Müslüman olmayan halkõnõ kendi emel- leri doğrultusunda devletin içişlerine karõşa- bilmek için kullanan emperyalist ülkeler, ye- ni oluşumunu görmek istemedikleri Türkiye’ye Osmanlõ’nõn devamõ olarak bakmak istiyorlardõ. Yüzyõllarca yaptõklarõ gibi aynõ çõkarcõ uygu- lamalarõ sürdürebilmek için ayrõlõklarõ daha da derinleştirip ulusal bütünlüğü önlemeyi, is- teklerini “azınlıklar” sorunu çerçevesinde gündeme getirip antlaşmaya kazõmayõ hedef- lemişlerdi. Konferans heyetinde bulunan Dr. Rıza Nur, bu girişimi anõlarõnda “tüylerim ür- perdi” sözüyle yakõnarak şöyle anlatmaktadõr: “Frenkler bizde ekalliyet (azınlık) diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet, dilce ekal- liyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet va- him bir şey, büyük bir tehlike. Aleyhimiz- de olunca şu adamlar ne derin ve ne iyi dü- şünüyorlar... Irk tabiriyle Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt, ilh..yı Rum ve Ermeninin ya- nına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet ya- pacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan iki milyon Kızılbaşı da ekalliyet yapacaklar. Ya- ni bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacak- lar.” Ancak azõnlõklar sorununa tarihsel alõş- kanlõklarla yaklaşan büyük devletleri Türk he- yeti ödünsüz bir kararlõlõkla yanõtladõ. Onlara İnönü’nün sözleriyle Türkiye’de “ancak ka- pitülasyon içinde bulunmayan her memle- ketin kabul ettiği”nin geçerli olacağõ bildirildi. Kurtuluş Savaşõ kadar Birinci Dünya Sava- şõ’nõn da sonunu getiren Lozan Antlaşmasõy- la Türkiye hedeflediği tam bağõmsõzlõğa ka- vuştu. Bağõmsõzlõk, kuşkusuz hiçbir bağõta gir- memek değildir. Nitekim, Lozan’õ izleyen yõllarda Atatürk’ün önderliğinde yabancõ ül- kelerle birçok antlaşma yapõldõ. Ancak bunlarõn hiçbiri ülkenin ulusal çõkarlarõnõ ve onurunu ör- selemiyordu. Oysa artõk Lozan’õn bağõmsõz Türkiye’si, karanlõk bir geleceği göğüsle- mekte. Konferansta görüşülmüş ve kazanõlmõş birçok nokta, yeniden gündemde. Bunda Lo- zan’da istediklerini alamayan, ama Türki- ye’den emperyalist beklentilerini yitirmeyen büyük devletlerin rolü olduğu su götürmez bir gerçek. Lozan’õ izleyen Cumhuriyet yöneti- minin getirileriyle çõkarlarõ zedelenen Os- manlõ yanlõlarõnõn, Sevr hayranlarõnõn torunlarõ, şimdi bu ülkelerle el ele vermiş, antlaşmayla kazanõlanlarõ elverdiğince indirgemeye, hatta silmeye çalõşmakta. Bunun için neredeyse bir kampanya yürütülmekte. Dahasõ, Lozan’õ ya- ratanlarõ ölüme mahkûm eden, hatta ulusal güç- lere karşõ savaşmak üzere hilafet ordusu kur- duran, sonunda dört yõl başkentini tutsak alan işgal kuvvetlerine sõğõnan Vahdettin’in üye- si olduğu Osmanlõ hanedanõnõ yüceltip Ata- türk’ü ve Cumhuriyetimizi borçlu olduğu- muz kadroyu yõpratmak için sürdürülen bu kampanyaya nice devlet adamõ katõlmakta. Ni- ce sorumlu kimse, tarihsel ve bilimsel dayanağõ olmayan tartõşmalar yaratarak kamuoyunu ve yeni yetişenleri etkilemeye çalõşmakta. Benzeri düşünen iç ve dõş ikilinin birlikte gerçekleş- tirdiği tutarsõz, hesapsõz ekonomik bağlantõ- larõmõz Duyun-u Umumiye dönemini çağrõş- tõrmakta... Misakõmilli sõnõrlarõ ve ulusal bü- tünlük sorgulanmakta. Ulusal eğitim tartõşõl- makta. Bilimsel eğitimden verilmek istenen ödünlerle öğretime yerleştirilen yabancõ dil ve yöntem tutkunluğu, özenle kurulmuş eğitim sis- temini altüst etmiş. Laik, ulusal eğitimden sa- põldõğõnda ulusal birliğin bilincinde, ulusal ül- künün kõvancõnda, Lozan’la övünen, laik Tür- kiye Cumhuriyeti’ni koruyacak kuşaklar ye- tişebilir mi? Türk aydınına düşen görev Lozan Barõş Antlaşmasõ’nõn 87’nci yõlõnda karşõlaştõğõmõz bu acõklõ durumda görev, yine Türk aydõnõna düşmektedir. Bu da tarihimizi çok iyi öğrenip öğreterek onun görkemini sap- tõrmak isteyen kimselerin ve Türkiye Cum- huriyeti’ni temsil edemeyen, Türk ulusunun çõ- karlarõnõ koruyamayan iktidarlarõn, onca canõn yitirildiği Kurtuluş Savaşõ sonrasõ imzalanan bu belge ile kazanõlmõş Türk bağõmsõzlõğõnõn, Türk onurunun üzerine bir sünger çekmeleri- ne izin vermemektir. 87. Yõldönümünde Lozan Prof. Dr. Seçil Karal AKGÜN Atatürkçü Düşünce Derneği Üyesi Lozan Antlaşmasõ; Atatürkçü düşüncenin, tam bağõmsõzlõk, ulusu ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğü, laik, çağdaş toplum düzeni ve bunun sonucu ulus egemenliğine dayalõ demokratik hukuk devleti ilkelerinin hayata geçirilmesinin yolunu açmõştõr. Değişimin Profesörleri Dr. Coşkun ÖZDEMİR D eğişimden yurdu- muzda sõkça söz ediliyor. Ama ne- reye doğru bir değişim bu irdelenmiyor. Ben 40 yõllõk bir tõp profesörüyüm. Ülke- mizde bilim insanlarõ için hiçbir zaman elverişli koşullar yaratõlmamõş- tõr. Buna karşõn Türkiye çok değerli bilim insan- larõ yetiştirmiştir. Ama gelin son yõllarõn ve de- ğişimin bize armağan et- tiği profesörlere baka- lõm. Önce bundan böyle profesör unvanõmõ zo- runlu olmadõkça kullan- mayacağõmõ burada açõk- lamak istiyorum. Bu ka- rarõmõn nedeni, bu ülke- deki profesör unvanlõ çok sayõda insanõn bir bilim insanõna yakõşma- yan davranõşlarõndan utanç duyuyor oluşum- dur. Doğaldõr ki böyle bir unvanõn halkõn gözün- de büyük bir itibarõ var- dõr. Onlar çeşitli kade- melerden geçmiş ve bi- limin, bilimselliğin bu üst katõna ulaşmõşlar, her türlü takdir ve saygõya hak kazanmõşlardõr. Oy- sa ne yazõk ki bugün on- larõn bir bölümünün utanç verici tutumlarõna tanõk oluyoruz. Bu ve benzerlerini ve akla ve bilime karşõ duruşlarõ, vesayetten kurtulma ve bir değişimi yakalama gibi yorumlayanlar var ülkemizde. Onlarõ TV ekranlarõnda ve gazete- lerin köşe yazõlarõnda ib- retle izliyoruz. Toplu- mumuzdaki sağlõksõz ge- lişmeler, siyaset dünya- mõzõn sõğlõğõ ve bu dü- zeylerde yandaş arayõşõ, bilim insanõ olmanõn onurunu yitirenlerin sa- yõsõnõ arttõrõyor. Bu ne- denle Türk halkõna üzü- lerek bu unvanõ taşõyan- larõ kuşku ile karşõlama- larõnõ öneriyorum. Orhan Bursalı’nõn Bilim Teknoloji’de ser- gilediği rektör seçimleri ile ilgili YÖK üyesi pro- fesörlerin tutumuna bir göz atar mõsõnõz? İki oy alan bir (birisi kendisine ait) profesörün YÖK ta- rafõndan aday gösteril- mesine inanabilir misi- niz? Benzer örnekler ne kadar çok. Devlet televizyonunda iki pro- fesörün Allah’a inanan- lar şifa bulur, “bütün hastalıkların şifa for- mülleri Kuran’da mev- cuttur. Bütün mesele bunların şifrelerini çöz- mekten ibarettir” me- sajõnõ nasõl karşõlarsõnõz? Laik bir ülke mi burasõ? Bilimin, aydõnlanmanõn savunucusu olmasõ bek- lenen profesörlerin bu tutumu çok hazin değil mi? Sağlõk Bakanlõğõ tüm dünyada tedavisi için büyük çabalar har- canan ancak henüz so- nuca ulaşõlamayan kas hastalarõ için akupunk- turun yararlõ olduğunu bildirdi. Aklõnõz durur, nefesiniz kesilir, yüreğiniz burkulur bu iddia karşõ- sõnda.. Bugün ülkemizde akõl, bilim, ahlak ve halk karşõtõ çok sayõda eyle- min, aldatmanõn, saptõr- manõn, şarlatanlõğõn; de- mokrasi, değişim, açõlõm, özgürleşme adõ ve baha- nesi ile sahneye kondu- ğunu ve bunlarõn aktörle- ri arasõnda çok sayõda pro- fesör titrini taşõyan in- sanlarõn olduğuna tanõk oluyoruz. Bütün bu say- dõklarõm ve benzerlerine üniversitelerimizde tepki gösterenleri saygõ ile anõ- yorum. Ancak sessiz ka- lan, bilim insanõ olmanõn sorumluluğunu yerine ge- tirmeyen büyük çoğun- luğu da esefle anmak is- tiyorum. coskunoz@superonline.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear