22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Ak Adalet Dönemi! MERİÇ VELİDEDEOĞLU Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen Osmanlı Devleti, önüne konan “Sevr Antlaşması”nın birkaç maddesinin yumuşatılmasını istemişti. Çünkü “Sevr”, “Osmanlı Devleti”yle birlikte yenilen öteki ülkelerle yapılan antlaşmalardan “daha” ağırdı. Bu isteğe “Müttefik Devletler”den gelen yanıt ise “çok daha” ağır ve “onur” kırıcıydı. Böyle bir antlaşmayı Osmanlı’ya “uygun” bulmalarının “neden”lerini anlatan yanıtta, en önemli “neden”in: “Osmanlı Devleti’ni yıkıma uğratmış olan ahlak kötülüklerinden, rüşvet’ten, vurgunculuk’tan korumak” olduğu ileri sürülür. (*) Bu yanıt mektubu, dönemin gazetelerinden “Vakit” ve “Peyam-ı Sabah”ta yayımlanır. Bütün bunları TBMM’nin “27 Nisan” günkü oturumunu izlerken anımsadım. “Başbakan” için verilen, konusu “rüşvet” olan “gensoru” görüşmesine özgülenmişti bu oturum. Çünkü Amerika’da “yargılanan” bazı firmalar, Türkiye’de “rüşvet” dağıttıklarını itiraf etmişler ve bunlar “mahkeme” kayıtlarına geçmişti. Üstelik Türkiye’nin adının geçtiği mahkemelik bu “rüşvet” olayı “bir” değil, “birçok” kez olagelmiş ve duruma bakılırsa noktalanmamıştı da. Ama hükümet “üç maymun”u oynamayı sürdürüyordu. O gün ilk konuşmayı önerge sahibi “CHP” milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu yaptı. Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasının bir yerinde: “ABD’nin Adalet Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde, üçüncü dünya ülkeleriyle beraber rüşvet dağıtılan ülke olarak bir de biz varız” diyordu. Demek ki, genelde “rüşvet” dağıtılan ülkelerin başını çeken bu ülkelerin arasında “Türkiye”ye de “yer” veriyor stratejik dostumuz Amerika hem de “resmi” olarak... Bu durumda “90” yıl önce olduğu gibi, “vurgunculuk”, “rüşvet”, dolaysiyle “ahlak kötülüğü” konusunda yine doruklarda mı dolaşıyoruz? Türkiye, “90” yıl önceki Osmanlı Devleti gibi, bir “Rüşvet Cenneti” olarak mı algılanıyor? Böyle algılandığı “resmi” yoldan bütün “dünya”ya açıklanması karşısında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin - harekete geçmesi bir yana- hiç olmazsa kıpırdayacak bir “organı” yok mudur? Olmaz olur mu, var elbet: Doğrudan doğruya “Başbakan!” Sayın Kılıçdaroğlu, bu orunun (mevki) sorumluluklarını ayrıntılarıyla açıklıyor: “Başbakan’ın görevlerini 3056 Sayılı Yasa belirlemiştir” diyor. Bunların arasında “Genel ahlakı ve kamu düzenini muhafaza etmek” görevinin de olduğunu vurguladıktan sonra özetle: “Eğer rüşvet vermek ve almak genel ahlakın bir kuralı ise söyleyecek hiçbir şeyim yok; gereği yapılmıştır! Ama böyle değilse, o zaman birilerinin buna dur demesi, birilerinin bu konuda soruşturma talimatı vermesi lazım!” diyerek “Başbakan”a görevini anımsatıyor ve yapmadığı için de “yasama”nın hesap sormasını istiyor. Dahası, daha iyi anlayabilmesi için, bu konudaki bir “hadis”le de sesleniyor Başbakan Erdoğan’a: “Rüşvet alan da veren de melundur!” diye. Üstelik “rüşvet”i araştıracak, ortaya çıkaracak kurumlar da vardır; içlerinden biri de doğrudan Başbakan’a bağlıdır. Başbakanlık Teftiş Kurulu; Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu; Bakanlık Teftiş Kurulları ilk akla gelenler. Nitekim ABD’de, “rüşvet”i savcının önüne getiren “Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu”dur. Dış ülkelerin mahkemelerinde Türkiye’deki “rüşvet” olayları çarşaf çarşaf sergilenirken, sayılan bu kurullardan “çıt” çıkmaz. Dışişlerinin bu ülkelerde görevlileri “de” yok gibidir; ne duymuşlardır ne görmüşlerdir bu davaları. Sonunda gönüllü bir “Sivil Toplum Kuruluşu” (STK) savcılığa suç duyurusunda bulunur. Ne var ki, ödenen “rüşvet”ler “sahte işlem kayıtlarıyla muhasebeleştirilmiş” olduğundan sonuç alınamaz. Ama Kılıçdaroğlu arkasını bırakmaz; ilgili bakanlıktan “rüşvetçi” şirket hakkında soruşturma açıp açmadıklarını sorar. “21.1.2010” tarihinde “hayır!” yanıtını alır. Bunu basın toplantısıyla açıklayınca, bu kez Bakan: “19.1.2010’da soruşturma açtırdım!” diye ortaya çıkar. Türkiye’nin sınırlarını aşarak ülkeyi “damga”layan “rüşvet”i bu denli ciddiyetsizlikle bu denli umursamazlıkla ele alan bir yönetimin “rüşvet”i adeta meşrulaştırdığı gün gibi ortadadır. “AKP” iktidarı bu konuda “rekor” kırmış görünüyor. Yeni rekorları önlemek için toplumun duyarlı kesiminin “STK”lerin yeniden “rüşvet”e el atmaları, olayı gündemde tutmaları gerekiyor. (*) Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, S.L. Meray, O. Olcay, Ank. 1977 90 Yıl Önceki Gibi m.velidedeoglu@hotmail.com 7 MAYIS 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Türkiye’de kansız iç savaş yaşanıyormuş. İntiharlar ve cezaevi ölümleriyle çoktan kanlı oldu bile! Dayanışma Avni Kurtuldu: “AKP kuyrukçusu Ufuk Uras’ı Ertuğrul Günay ve Mehmet Domaç hararetle alkışlamış. Meclis’te dönek dayanışması!” Kütahya’dan Yurtiçi Kargo tarafından adresine teslim edilmek üzere Kütahya’da Müze Plaza’dan aldığı Kütahya Porselen ürününün adresine teslim edilmemesi nedeniyle parasıyla rezil olduğunu söyleyen vatandaşın yakınmasına yanıt geldi. Yurtiçi Kargo ve Kütahya Porselen yetkilileri sorunun iki kurum arasındaki iletişim eksikliğinden kaynaklandığını ve ilk kez yaşanan böyle bir olayın yinelenmemesi için gerekli önlemin alındığını söyledi. Yurtiçi Kargo ve Kütahya Porselen’e teşekkür. YağmurDeniz Komutana güvenmeyen başkomutan! AYRILIKÇI teröristlerin Tunceli’de Sarıyayla Karakolu’nu basıp dört askerimizi şehit etmesi üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ askeri yönden bir zafiyet olmadığını açıkladı. Fakat... Başbuğ’un “mütareke basını”na benzettiği gazeteler karakol baskınında büyük ihmaller yaşandığını iddia etti. Ve oldu? Çankaya’daki AKP’li ve aynı zamanda “başkomutan” sıfatını taşıyan Abdullah Gül, İlker Başbuğ’un kamuoyuna yaptığı açıklamayı değil “mütareke basını”nda yazılanları ciddiye aldı ve Genelkurmay Başkanlığı’na “Nedir bu iddialar” diye sordu! Genelkurmay Başkanlığı da Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Mustafa Bıyık’ı, “başkomutan”a hesap vermek üzere Çankaya Köşkü’ne gönderdi. Çankaya’daki AKP’li “başkomutan” sıfatıyla jandarmanın kurmay başkanıyla yaptığı görüşmeden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sırtını sıvazladı ama “mütareke basını”na da göz kırpmayı ihmal etmedi, “Sarıyayla baskınında terör örgütünün cüreti söz konusu; her şeyden çıkarılacak dersler, alınacak tedbirler var” dedi. Devletin zirvesinde böylesi bir güvensizlik herhalde ilk kez yaşanıyor. Bu durum, İlker Başbuğ’un elde ettiği üstün başarılardan biri olmalı! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” “CUMHURİYET, ne hükümet, ne de parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnız cumhuriyetin bilimsel ve yaygın anlatımıyla demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir.” Adını Mustafa Kemal Paşa’nın koyduğu Cumhuriyet gazetesi 7 Mayıs 1924’te yayın hayatına başlarken, kurucusu Yunus Nadi ilk başyazısında yayın ilkelerini böyle açıklamış. Dikkatinizden kaçmamıştır. Cumhuriyet ilan edileli sadece altı ay olmuş. İktidarda Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış ve Cumhuriyeti ilan etmiş tek parti Cumhuriyet Halk Fırkası var ve gazete hükümetin veya partinin değil cumhuriyetin ve demokrasinin savunucusu olacağını ilan ediyor, cumhuriyet ve demokrasi düşmanlarıyla mücadele edeceğini açıklıyor. Bugün, Cumhuriyet gazetesinin 86. kuruluş yılı. 86 yıl, dile kolay... Yunus Nadi kurmuş, Nadir Nadi kurumsallaştırmış, Berin Nadi vakıflaştırmış, İlhan Selçuk çalışanlar adına vakıf başkanlığını üstlenmiş. Sevgili İlhan Selçuk’un dediği gibi gazetenin gerçek sahibi de okurları olmuş. Dünyada böyle bir örnek yok. Cumhuriyet, cumhuriyet ve demokrasi düşmanlarına karşı mücadelesini sürdürürken yazarlarını şehit vermiş, yazarları işkenceden geçirilmiş, yazarları tutuklanmış. Ama yılmamış; Cumhuriyet düşmanları bilmeli ki bugün de yılmıyor, yarın da yılmayacak! Kimilerinin derdi ise Cumhuriyet’i bir holdinge yamamak. Ne var ki fikir ve kol işçileri medya dünyasına göre ortalamanın altında ücretle çalışmaktan, okurları da Türkiye’nin en pahalı gazetesini satın almaktan kaçınmıyor. Cumhuriyet’i bir holdinge yamamak isteyenleri en güzel yanıtı sevgili Mustafa Balbay veriyor: Evet, Cumhuriyet satılıyor; her gün gazete bayilerinde! Bu arada Mustafa Balbay’ı anmışken... Kimi okur dostlar arayıp Mustafa Balbay’a destek için Cumhuriyet okumayı bıraktığını söylüyor. İyi de, dostlar sadece Cumhuriyet okumayı değil Cumhuriyet’in Uğur Mumcu’nun köşesini emanet ettiği birinci sayfa yazarı Mustafa Balbay’ı okumayı da bırakmış olmuyor mu? Nice 86 yıllara... Cumhuriyet KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Uzun saplõ, in- ce ve küçük yap- raklõ bir süs bitki- si. 2/ Mersin’in Si- lifke ilçesinde an- tik bir kent... Saz takõmõnda usul vurmaya yarayan tef. 3/ Daha çok hokkabazlarõn kul- landõklarõ, ses çõ- karmaya yarayan tahta maşa... Pa- rola. 4/ Pasta hamuru... Halk dilinde ayrana ve- rilen ad. 5/ Serbest mes- lek adamlarõnõ içinde toplayan resmi birlik... İstanbul Boğazõ ağzõnda yer alan adalar grubu. 6/ Yinelenen dize. 7/ Bir nota... Bir hattatõn yaz- dõğõ yazõya adõnõ koy- masõ. 8/ Hint-İran dil grubuna verilen ad... Ege ve Akdeniz kõyõlarõmõzdaki küçük koylara verilen ad. 9/ Hayvan sõrtõnda taşõnabilen küçük top. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Körpe sürgünleri sebze olarak kullanõlan bir bitki. 2/ Sõnõr nişanõ... Bir yapõ ya da gemide belli bir işe ay- rõlmõş bölüm. 3/ Doğu Anadolu’da bir dağ... Anlam- lõ iz. 4/ Bir gösterme sõfatõ... “ ---topukta şan veriyor halhalõ” (Karacaoğlan). 5/ Yeniçeri kõşlasõ... Eğrilmekte olan yün, keten gibi şeylerin tutturulduğu, bir ucu ça- tal değnek. 6/ Çok sõk yinelenen ve bundan dolayõ usanç vererek önemini yitiren söz. 7/ Bir soru eki... Kâtip- ler, yazõcõlar. 8/ Nazilerin politikasõnda Germen õrkõndan kimselere yakõştõrõlan ad... Akarsu kõyõlarõndaki verimli tarlalar. 9/ Kapõlara takõlan yaylõ kapama düzeneği. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T E L T E L T A A L E N A H I R R A M P A A Ğ I T B A Y A T K A P E R İ T İ F R O K A İ L İ K S İ M E N A R U T İ D A N A S A U N A B Ü K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Evet, bu yeni dönemin adıymış. Sondaki sözü başa almak gerek: Halkımız, aklını başına almazsa, “Ak siyaset”ten gördüğü hayrı… Elbette “Ak adalet’ten de görecektir!. Ak Parti’nin ne kadar ak olduğunu görmek için, partinin genel başkanından eski-yeni bazı bakanlarının rafa kaldırılmış suç dosyalarına bakmak yetiyor. Cumhuriyet tarihinde bugünküne benzer… Resmi evrakta sahtekârlık… Kalpazanlık… Suç işlemek üzere örgüt oluşturmak… Türünden “suç dosyaları”yla ülkeyi yönetmeye devam eden başka hiçbir kadro işbaşına gelmemiştir. Dün gece yarısı “servise” hazır hale getirilen Ak Parti Anayasası’nın asıl amacı, bu kadroyu ileride “adalet çarpmasından” korumaktır. Ki bu nedenle, Yüce Divan sıfatıyla görev yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nin mevcut kadrosunu tasfiye edecek değişiklik yapılmıştır. Tüm hedef, Ak Parti’nin karasını-kirini pasını görmeyecek, hatta örtecek bir Yüce Divan oluşturmaktır. Bu kadar açık. Tayyip Bey’in başından beri “Ak” lafında ısrar etmesi… “Ak” demeyenleri “edep ve adap dışı” ilan etmesi, sütten çıkmış ak kaşık olmadıklarını bilmelerinden… Hal, “Hiç değilse adımız ‘ak’ olsun!” halleridir. Aklığa bu kadar meraklı olup da, kire-pasa- pisliğe bu kadar hoyratça yönelebilmeyi açıklamak kolay değildir. Anayasa diye üretilen metin, Ak Parti’nin hizmete özel kendi ürünü. Ak Parti, günlerdir, merdiven altında uyduruk hammadde ile imalat yapan deterjan ya da çamaşır suyu atölyesi gibi çalıştı. Sonunda ortaya, adı bağımsız, ama neye bağımlı oldukları belirsiz dört-beş oyun desteğiyle bir ana-yasa çıkartılmış oldu. Ana, yasadan ayrılmalıdır artık. Çünkü kültür, “ananı da al git kültürüdür!” Yargı düzenini altüst etmenin amacı reform, yani yeniden biçim vermek değil. De-form, yani biçimini bozmak; o biçim hale getirmek! Bu iktidar o biçim bir adalet peşindedir!.. Tek hedefi vardır: İktidarca işlenen dolaylı dolaysız, mali, ticari, siyasi her türlü suçu suç olmaktan çıkartmaktır. Yargıda değişikliğin hedefi, barajların, santralların, doğal kaynakların, kara ve demiryollarının, limanların istenilen bedelden, istenilen kişilere satılabilmesini, yargıya takılmadan gerçekleştirmektir. Yargı artık yürütmenin etkisine, yetkisine terk ediliyor. Bundan sonra sıra, yargının özelleştirilmesinde- taşeronlaştırılmasındadır. Bu süreçte mahkemeye işi düşenlerin önce AKP önde gelenlerine uğramaları… Sonra da iktidarın aracılığına başvurmaları ve desteğini almaya yönelmeleri gerekmektedir. İktidarın, dolaylı-dolaysız atama yoluyla Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nu kendine göre düzenlemesinin amacı, ülkede “Ak adalet sürecini” başlatmakmış! Ak adalet’in sonu nereye varır? Bunu da, reddedilen 8. maddeden sonra liderine bağlılığını ispat için çırpınan bir eski sayın bakan açıkladı: “Başbakan uçuruma atlarsa biz de atlarız. Türk töresi bunu gerektirir!” İyi mi? Adam, düne kadar bakanlık yapmış... TBMM’de ettiği yemin, meğerse anayasaya değil, Tayyip Bey’e bağlılık yeminiymiş! Uçurumdan söz ettiğine göre, bu anayasa ile nereye sürüklendiğimiz de ortada...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear